Baharın gelişiyle uzun zamandır göremediğim sincap' ı nihayet bugün gördüm ve üstelik cep telefonuyla alelacele bir kaç kare fotoğraflayabildim. O kadar hızlı ki çektiğim karelerden ancak bu 2 tanesi görmeye değer çıktı maalesef.
İşte ömrümüzden bir pazar daha. Yıl 2019, mart ayı bahara giriş zamanı. Doğa ana uyanışta. Kendi uyanışlarımızla birlikte tüm dünya 2020 ye doğru yol alıyoruz. Kimimiz için o zamanlar bir hayal olarak kalacak, kimimiz hayal olan yakınları için gözyaşı dökecek, kimisi de yeni gelenlere hayatlarında yer açacak.
Değişmez döngü bu. Her gün bunu bilerek yaşamak mümkün değil ama unutmamız da imkansız.
Uyandığımız her gün sürprizlere gebe, görebiliyorsak eğer. Görmeyi seçiyorsak ! Yaş almak bu yüzden insan için önemli aslında. O zamana kadar hissettiği, yaşadığı, gördüğü, izlediği her şeyin bir özetini çıkarması gerekiyor.
Özetten mânâya ulaşabilenler için yaşam daha keyifli ve sakin sanırım. Biraz çaba, sadece biraz çaba ve çokça sevmek gerekiyor.
Kocaman cümleler yazamayacağım... şarkı ve eşliğindeki görüntüler anlatıyor zaten. Alttaki fotoğraf ise bir temenni.. kadınlara izin verilse dünyanın nasıl bir yer olabileceği ile ilgili bir temenni.
Pazar günleri için daha önceden düzenli yaptığım yayınlar vardı. O güne özel bir parça seçip yayınlıyordum. Nihayet laptopuma kavuştuğum için bu pazar da böyle bir yayınla başlayayım dedim.
O' nun sesini, gittiğim filmin jeneriği akarken dinledim. O kadar duru ve kırılgandı ki... sanki bir perde üstten söylemeye çalışsa şarkıyı, bir çatlama olacak gibi hissettim abartısız. Sessizce konuşur gibi, etraftaki kimseyi rahatsız etmemeye çalışır gibi söylüyordu şarkıyı. Shazam' ı açıp hemen dinlettim parçayı, kim olduğunu anlamak için. Maalesef bulamadı. Şarkıdaki bir kaç cümleyi not ettim aklıma, nedense filmden çıktığımda filmin soundtracklerini bulamayacakmışım gibi.
İşte o denli büyülendim sesten. Tamam kabul ediyorum "o kadar ahım şahım değil" diyecek belki birileri ama hani bir an vardır ya, insan bir şey duyar ve o anın içindeki sihirle etkilenir. Bende de böyle oldu sanırım.
Filmde son sahnede söylediği bir şarkı vardı "Son Mektup". Onu burda yayınlamak istemedim, nasılsa filme giden herkes buna vakıf olacaktı.
Dün (cumartesi) sabah kalktığımda, cep telefonuna gönderilmiş bir mesaj, kasvetli, yağmurlu başlayan bir günün melodiyle nasıl da değişebileceğini işaret ediyordu. Aynı şarkıcı, şimdi de yağmura methiyeler düzüyordu.
Bu şarkıyı ezberlemeyi ve artık "camdan bakan arap kızı" şarkısını unutup, bunu söylemeyi istiyorum. 😃
Evdeki işlerini bitirince, bilgisayarın başına geçti. Maillerini kontrol ederken, "onun" gönderdiği mesajı da gördü. Açıp baktığında, telefonda söylediği cümleden pek farklı bir şey olmadığını, "biz farklı düşünüyoruz, o yüzden seninle görüşmek istemiyorum" diye yazdığını okuyunca şöyle bir düşündü.
Yıllarını tıp eğitimine harcamış bu şahıs, özel hayatında zamansız girişimlerde bulunduğundan uzmanlık sınavını geçememiş ve plasiyer doktor ünvanı ile geçen yıllarda ezilmiş, yaş 60 a gelince, kaybettiği sağlığını ve senelerin acısını kelleşen kafasına yapıştırdığı bir kaç tel saç ile çıkartıp, internetin nimetlerinden olan tanışma sitelerine kaydını hızlıca yaptırırken, yanına en genç ve dirisinden birini hayal ediyordu.
Tanışmanın ilk yarım saatinden sonra, karşı tarafı kendi problemleriyle bunaltıp, bundan sonraki yaşam için, hemen, kesin ve net bir cevap bekleyen bu şahsın, boşa geçecek bir dakikaya bile tahammül edemediğini anlamış ve ordan ardına bakmadan kaçmanın planlarını yapıyorken bulmuştu kendini.
Aralarındaki takvim uyuşmazlığını en uygun dille ona nasıl anlatırım diye düşünürken, onu rahata erdirecek bir durum oluşmuştu işte.
Buralarda yokken bol bol bahçe işiyle uğraşıp, Netflix'te film ve dizi izledim.
Yukarda eklediğim şarkıyı, türkçeye "Aşk Ararken" ismiyle çevrilmiş, orijinal adı "LOVESICK" olan dizide dinleyip çok beğendim.
İlk bölümü 2014 de yayınlanan dizi 3 sezondan oluşuyor. Umarım 4. sezon da çekilip yayınlanır.
Dizinin ilk bölümünde cinsel yolla bulaşan ve kolay tedavi edilen bir hastalığa maruz kalmış bir gencin, doktorunun da önerisiyle şimdiye kadar birlikte olduğu tüm kadınları arayarak haber vermesi ile başlıyor ve her bölümde de hayatına girmiş kişilerle ilişkisi işleniyor. Bu arada muhteşem ev arkadaşlarını da tanıyoruz.
Hala yazdayız. Eylül ama sıcak dorukta. Yaz; disiplini elden bırakmış bir öğrenci gibi hissettiğim mevsimdir. Yeme-içme, uyku, gezme vs alışkanlıklarının bozulduğu ama bir o kadar da düzeltmek için uğraşılmadığı bir zaman dilimi.
Bu zaman dilimine, biriktirme mevsimi diyorum. Geçenlerde internette bulduğum bir filmi izledim. 2017 Amerika-Kanada yapımı, Rememory.
Rememory, hatıraları seçip tekrar izlemenizi sağlayan devrimsel bir cihaz geliştiren ünlü bilim adamının esrarengiz ölümünü ve bu ölüm sonrasında yaşanan olayları anlatıyor. Bilim kurgu-dram türdeki filmde tanıdık bir yüz olarak Peter Dinklage ve Julia Ormond' u izlemek güzeldi.
"Anılarımızın özetiyiz."
"Taşıdığımız en güçlü hatıralar, sevgi içeren anlardır."
*******
Severek izlediğim bazı bloglar artık yazmıyor, kimisi ise tamamen vazgeçiyor. Sonbaharın yaprak dökümünü anımsatıyor bu durum. Yerine yenileri geliyor elbet ama yine de blogdaş birilerinin eksilmesi, damağımda bir tadın eksilmesi gibi oluyor.
Yayın hayatına yeni başlamış bir blog keşfettim, az ve öz yayınları, araya katıştırdığı müzikleri var. Keyif aldım izlerken, okurken ancak bunu ona iletebileceğim ne bir yorum bölümü, ne de ulaşılacak bir mail adresi var. En iyisi burdan yazmak dedim :) merak ettiyseniz adresi aşağıda; http://gabuzzicafe.blogspot.com.tr
Bazı izleyenleri ben de takip etmek istiyorum ancak onların sayfasını bulamıyorum. Bari onları da burdan yazayım da belki okur ve kendi bloglarını takip ederek, onları bulmama yardımcı olurlar.
Moka, Tuğba Küçük, Arif Öztürk, Murat Cenk, Burcu C, Volchitsa.
Bu filmi bir kaç saat önce seyrettim ve yayınlamak için beklemek istemedim. İngiltere yapımı bir Bryn Higgins filmi.
Başrol oyuncusu Agyness Deyn mükemmel bir performans sergilemiş. Epilepsi hastası genç bir kadının, uzun süredir kayıp olan kardeşini ararken geçirdiği ağır sanrılı zamanlarını, hastalığına bakış açısını, onun gözünden izlemek olağanüstü etkileyiciydi.
En azından bir kere bile olsa, hepimizin bir epilepsi hastasıyla yaşamımızın bir yerinde yolu kesişmiştir. Onları yerde çırpınırken seyretmek, eminim ki hepimizin kalbini acıtmış ve çaresizliği yaşamışızdır.
Bu sefer yaşayan kişinin kriz yaklaşırken hissettikleri, kriz anı, normal yaşamında kaç adet ilaç alması gerektiği, her ilaç değişiminde vücudunda ne gibi değişimler olduğu, hezeyanları vs. gibi hassas noktaları göreceğiz. Filmin bir sahnesinde kriz anı yaklaşırken, aklından geçen cümle şöyleydi:
"Nöbetin gelmesini, ruhumun kendini benden söküp atmasını ve beni yürüyemediğim ama uçabildiğim o ana geri yollamasını beklemek."
Bu cümleyi filmi izlediğinizde daha iyi anlayacaksınız. Seyretmenizi öneririm.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: fotoğraf Google görsellerden, fragman Youtube' dan alıntıdır.
Baran, “of off” cümlesinden itibaren yazdığı tüm kağıtları eline aldı ve buruşturup köşede duran çöp kovasına fırlattı. Tam o esnada telefon çaldı. Yayınevinden arıyorlardı. Bu son öykünün geciktiğini, elini çabuk tutmasını söylüyordu ahizenin ucundaki yayınevi sahibi. Konuşmasını bitirdikten sonra ahizeyi sertçe yerine koydu.
Sipariş öykü yazılırsa böyle olur işte diye düşündü. Bu projeden bahsedildiğinde ilgisini çekmişti aslında. Bir kaç yazar, kendilerine verilmiş başlıktan yola çıkarak birer hikaye yazacak ve bu kitap olarak basılacaktı. Film dünyasında bir çok yönetmenin bir araya gelerek, kendi bakış açılarını sergiledikleri eserler gibi, onlar da bir kitapta bir araya geleceklerdi.
Ancak rahatsızlığının tam da bu döneme denk geleceğini bilmiyordu. Planlanmayan bir çok şey daha olmuştu. Hayatının orta merkezindeki kadın, bir başkasına aşık olduğunu söyleyerek gitmişti. Verilen konuya odaklanmaya çalışırken, eli ister istemez bir aşk öyküsüne doğru gidiyordu. Öte yandan daha çok taze olan yaralarını, kimseye göstermeden sarmaya çalışıyor, iki aşıkinsan arasında oluşması beklenen sahneleri yazarken ise; kalbi isyan ediyor, dünyadaki bütün aşkların gelip geçici olduğunu haykırmak istiyordu. Bu yüzden öykünün içine aniden kendini de katmış olduğunu farketti ve yazdıklarını silip attı.
Bir aşk; kağıtlar üstünde başlamayı bekliyordu. Başka zaman olsa, bir gastrolog ve astronomi uzmanının aşkını yazmak onun için dünyanın en kolay şeyi olabilirdi. Ancak şimdi, şu anda bir aşk acısı içindeydi ve bir aşk’ ın nasıl filizlendiğini, geliştiğini anlatacak enerjisi kalmamıştı. Öyle üzgündü ki, neredeyse bir ayda on yıl birden yaşlanmıştı.
Üç hafta önce sevdiği kadının gidişinden sonra kalbinde bir ağrı hissetmiş ve aniden olduğu yerde bembeyaz kesilerek bayılmıştı. Acilen hastahaneye kaldırılmış ve arka arkaya bir çok tetkikten geçtikten sonra doktoru “Sizde Ventriküler Septal Defekt var” demiş, daha sonra da kalp karıncığında delik olduğunu ekleyerek anlamasını sağlamıştı. Doktor, daha önce bir rahatsızlığı olup olmadığını sorduğunda aldığı cevabın “hayır” olmasına şaşırmıştı. Genellikle doğumsal bir rahatsızlık olarak tanımlanan bu hastalığın, eğer o yaştan beri varsa Baran’ ı bu yaşa kadar taşıması bir mucizeydi ama çocukluğundan itibaren hiç bir rahatsızlığı olmadığından, bunun yeni gelişen bir durum olması belki de son yaşadığı olaylara bağlanabilirdi. Ameliyat demişti doktor ancak Baran’ ın kan ve vücut değerlerine baktığında bunu hemen yapamayacaklarını anlatmıştı ona. En azından iki hafta iyi beslenecek ve dinlenecekti. Stresten uzak, ameliyata hazırlanmasını tavsiye etti. Haftada bir hastahaneye gelip kontrollerini yaptıracaktı.
Baran o zamandan beri evden dışarı çıkmadı. Hikayeyi yazabilmek için verdiği çaba, onu uykusuz, gıdasız ve bakımsız bırakmıştı. Bunların hiç bir ehemmiyeti yoktu onun için, kalbinin iki karıncığı arasında delik oluştuysa, hayatla arasındaki bağın da kopukluğunu ifade ediyordu bu ve onanmayacak bir kalbi taşımanın da anlamı yoktu.
Tekrar masanın başına oturdu ve yazmak için en başa, aşçı Ege ile astronom Deniz’ in hikayesine döndü. Artık ikisini birlikte tadacakları limonlu kurabiye ve aşka dalacakları buluşmaya hazırlamak için cümleyi yazacaktı ki, birden kolu uyuşmaya, nefes alamamaya başladı. Bir el sanki kalbini bir yandan sıkıyor, bir yandan bıçaklıyor gibiydi. Herşey bir anda oldu bitti. Sandalyesinden yere yuvarlandı, ağzından “aşk” a benzer bir kelime hırıltıyla çıktı ve o son nefesi oldu.
************
Basılacak kitaba yine de Baran’ ın hikayesini aldılar, devamını diğer yazarlar tamamladı. Geride aşk acısıyla biten hayatına inat, tohumlarını attığı bir aşk hikayesi bıraktı.
Gökyüzünde bir yıldızın kayıp gittiğini görürseniz, onlar Baran’ ın cümleleriyle kavuşamayan ve onun acısını yaşayan Ege ile Deniz’ in yıldızıdır.
“Bazı değişimler farkediyorum kendimde, ilişkimizde. Sürekli kendini tekrar eden bir sahne gibi hayatımız.”
“Böyle hissettiğini bilmiyordum...”
“Ben bile bilmiyordum ama ilişkideki başkalaşımı ve benliğimi terketme yolunda olduğumu farkedeli beri bunu seninle mutlaka paylaşmam gerektiğini biliyordum.”
“Biraz şaşkınım açıkçası... ben seni dinleyeyim en iyisi.”
“Buraya oturduğumuzda bana bir şey söyledin hatırlıyor musun? Sen benim çok önemli bir parçam oldun daima dedin. Bu cümle bile aramızdaki ilişkiyi açıklıyor. Beni bir birey olarak değil de senin bir parçan olarak görmen, beni ortadan kaldırıyor. Çünkü öyle bir zaman geliyor ki; eğer ben senin parçan olarak senin menfaatine olacak bir şeyi doğru hissedip uygulamazsam buna şaşırabiliyorsun. Mesela evde yaşadığın olayda senin nerde rahatlayacağını düşünüp sana söylemem ve konforun için öneriler sunmam gerekiyor daima. Bundan yüksünmedim hiç bir zaman biliyorsun ama bu konudaki farkındalığın her geçen gün azaldı ve yok oldu. Daima seni senden bir adım önce düşünmemi bekler oldun. Bu beni yoruyor, yordu.”
“Desene bencilin teki olup çıkmışım ben.”
“Bunda benim de hatam var kesinlikle. Ama başka hayatları derinine inceleyen, davranış ve duygu dünyasını didikleyen biri elbet kendi ilişkisine de bakar diyordum hep. Üzgünüm bu konuda uyarıda bulunmalıydım. Bundan besleniyordun, senin ihtiyaçlarını kollayan biri vardı, doğal olarak ben görüş alanından çıktım.”
“İlişkide gizemini tamamen yitiren taraf oldun yani. Haklısın. Senin düşüncelerin benim için önemliydi ama ancak ihtiyaç doğrultusunda sana danışıyordum. Geri kalan zamanların çoğunu sana evin kahyası gibi davranarak geçirmişim...”
“Bu kadar acımasız olma kendine. Bu zaman zarfında senin yanında olmanın keyfini yaşadım ve yazmakta olduğun herhangi bir kitap için fikirlerimi alman beni onore ediyordu. Sadece seni ilk tanıdığım zamanki gibi olmanı, kitaplarında çözümlediğin karakterler için harcadığın zaman ve çabayı, bizim için de göstermeni bekledim.”
“Özgün ve kuvvetli bir karakterdin sen daima. Bunun zerresinin kalmadığını söylemeyeceksin herhalde?!”
“Kendim gibi olmaktan vazgeçtim sadece. Hata bende. Ama artık bunu düzeltmek istiyorum.”
“Nasıl?”
“Boşanmak istiyorum.”
“Neeeeee?”
“Ben aşk’ ın kurtulmasını ve bir ilişkide olması gereken gizemi yaratmak istiyorum yeniden. Diğer insanlardan daha iyi anlaman gerek beni. Sıkıştık kaldık girdabın içinde. Yenilenmemiz gerek.”
“Aşkın gizemiyle ilgili bir çok şey yazdım evet ama senin isteğin benim için beklenmedik bir şey farkındasın değil mi?”
“Ben farkındayım ama senin farkedemediğin şeyler yüzünden artık dişlerimi gıcırdatmak istemiyorum uykumda. Seni sevmeye, hatta aşık olmaya devam etmek istiyorum. Bunun tek yolu senden boşanmam, kendimi yeniden bulmam ve bir zaman sonra bir araya geldiğimizde gerçek duygularımızı belirleyip, ona göre hayatımızı şekillendirmemiz.”
“Ayla, başkası mı var kalbinde? Bunu benimle paylaşabilirsin”
“Bu soru, sana bakış açımı değiştiriyor. Etrafında pervane olan birinin, kendi hayatının beş dakikasını bile kendine ayırmadığının farkında bile değilsin. Sanırım gerçekten gitme zamanı artık. Ben alacaklarımı alıp, giderim. Sen düzenini bozma.”
Sahilde sürekli gittikleri bankta oturdular. Tatlı bir serinlik vardı güneşin yanısıra. Bank, iki kocaman ağacın gölgesine sığınmış, mavi,yeşil ve sarının tonların birbirine karıştığı huzurlu bir yerdeydi. Ayla iki bardak çıkartıp içine, evde hazırladığı limon kabuklu, nane yapraklı şekeri tam kıvamında limonatayı servis etti ve adama uzattı. Adam bardaktan bir yudum içtikten sonra, derin bir nefes aldı. “Haklısın, deniz bana daima iyi geliyor” dedi.
“Uzun zaman önce keşfettim bunu, ne zaman deniz kenarında yürüyüş yapıp gelsen ya da balığa çıksan, dönüşünde zihnin dinlenmiş ve içindeki kelimeleri boşaltmaya hazır hale geliyorsun. Hatırlasana; bundan önceki 2 kitabında da aynı tıkanmaları yaşamıştın.”
“Ah evet haklısın, sanırım ben herşey bittikten sonra hafızamdan siliyorum o anları.”“Maalesef bu benim için mümkün olmuyor canım” dedi Ayla gülerek. Adamın gözleri doldu ve eliyle Ayla’ nın ellerini tuttu. “Sen benim çok önemli bir parçam oldun daima.”
“Sanırım büyük yazarımızın en romantik anı şu an (!)” dedi Ayla ve “Konuşmak ister misin ?” diye sordu.
“İki apayrı dünya; biri mutfaktan, biri uzay boşluğundan. Onları çarpan aşk’ ın büyüsü ile sarmaşık dallarına dolanacaklar. Öteki yarısını bulduğunu sanmanın sarhoşluğu geçtiğinde, bir yanılsama onları bekliyor olacak.”
“Sevmek, bir tek olmaktır ama sorun hangisi olduğudur demiş bir yazar.”
“Yani?”
“Çok açık. Biri olduğu gibi kalır, diğeri onu yaşar, onu hisseder. Ayrıca, aşk ilişkilerinde bir yanlış anlama var. Kadın bir birey, bir insan arar, erkekse cinsel gücünü gösterecek dişiliği-cinselliği arar.”
“Ne zamandır bu düşünceye sahipsin?”
“Tecrübeler, gözlemler...” dedi gülümseyerek.
“Bu sözlerin, gerçekten anlatmak istediğin şeyin gölgeleri... daha açık olmanı istesem ?!”
“Off ! of of of !!!..” diye bağırdı. Penceresi yemyeşil bahçeye bakan odada çalışma masasında, elinde parmaklarının arasında sıkıştırdığı kalemle öfkeden titriyordu. Odanın kapısından telaşla içeri karısı girdi.
“Canım n’ oldu?”
“Olmuyor Ayla, yazamıyorum !” dedi öfkeyle.
Ayla fonda çalan müziği kapattı ve hemen sıcak, şefkatli elleriyle ona sarıldı. Parmaklarından sanki onun bedenine sakinlik zerkediyordu.
“Bu tıkanıklığı kaç kez yaşadık bitanem... dert edecek birşey yok eminim. Çok üstüne düştün bu hikayenin, bence çıkalım deniz kenarına gidelim biraz. Sana iyi geliyor daima. Ne dersin? Hem bir kaç sandviç de hazırlarım, sevdiğin limonatayı da termosa koyduk mu, tamam” diyerek soran gözlerle ona bakarken, bir yandan elleriyle omuzlarını ovuyor, sırtını kaşımakla okşamak arası bir dokunuşu da sürdürüyordu. Sakinleşmişti, ağzından biraz önce fırtınalar çıkan adam değil, minik bir çocuk vardı şimdi.
“Tamam” dedi. Ayla sevinerek, “Peki, sen giyin ama şapkanı da mutlaka al, ben de hazırlanıyorum” dedi ve koşturarak mutfağa yollandı.