öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Temmuz 2021 Perşembe

HAYAL/ET













Adam bir yazardı, kadınsa ressam. Bir kokteylde tanıştırıldılar. Sohbet eden bir grubun içerisinde, ellerinde içkileriyle karşılıklı  durduklarında adam aklından "bu gece bu kadınlayım" diye geçirdi. Kadın ise; adamın hemen arkasında duran ve  arada gözünün takıldığı diğer adamla ilgiliydi. Bizim yazarın yanılgısı da işte burdan kaynaklanıyordu. Diğer adam tam arkasında durduğundan ve kadının gözleri de hafif şehla olduğundan, bakışlarının kendisinde kitlendiğini sanıyordu.

Kadının aklından geçirdiği şeyler, onca senenin boşa geçmişliği, yalnızlığı, bir bedene susamışlığı ile eşitlenebilir hafiflikte değildi. Vahşiliği de barındıran bir cazibeyle bakıyordu, yanlış kişinin kendisine baktığını farketmeden. O, bu gece tam da burda kararını pekiştirecek bir eyleme adım atacaktı. 


Yanakları kızardı düşündüklerinden, bardağını bir tepsiye bıraktı ve tuvalete doğru yürüdü. Musluğu açıp suyun soğumasını bekledi biraz, sonra yüzünde ıslattığı mendili gezdirdi yavaşça. Makyözün özel olarak yüzüne yaptığı makyajın bozulmasını istemiyordu. Çantasından ruj ve göz kalemini çıkartıp, minik dokundurmalar yaptı. Aynada kendine baktığında, son fırça darbesini vurduğu tuvalin önündeymiş gibi hissetti, gülümsedi ve "hazırım" deyip dışarı çıktı. 


Kalabalık biraz hafiflemiş gibiydi. Gözleri hemen bakıştığı adamı aradı ama yoktu. "Belki o da benim gibi bir tazelenme için tuvalete gitmiştir" dedi. Epey dolandı, bakındı, bekledi ama yoktu. Canı sıkıldı. Gitmiş olabilir miydi? "Ama nasıl olur" dedi kendi kendine. Onunla saatlerdir bakışmıyorlar mıydı? Yüzündeki ifadenin hayal kırıklığına dönüştüğünü, dudaklarının büzüşmesinden anladı. Hemen toparladı kendini. Gitmeye karar verdi. Dostlarıyla vedalaştı, vestiyere doğru yürürken kolunda belli belirsiz bir dokunuş hissetti. Dönüp baktığında kokteylin başında tanıştırıldığı yazar olduğunu gördü. Minik bir tebessümle "buyrun?" dedi. 


Yazar, onunla tanışmaktan memnun olduğunu ve bir yerlerde bir şey içerek sohbete devam edip edemeyeceğini soruyordu. Bu akşam burda bakıştığı adamın onda uyandırdığı etkiyle boy ölçüşemezdi bu adam ama kendisini böyle hazırladığı bir geceden eli boş olarak da dönmeyi istemediğini farketti. "Memnuniyetle" dedi ve birlikte çıktılar.


Yazar, gecenin başında kadın için bir hayaletten öte değildi. Ama  o, ısrarla kendi hayal ettiği geceye emin adımlarla yürümüştü işte.












{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: kullanılan fotoğraf Yandexten alıntıdır.





13 Aralık 2019 Cuma

Görünmez Güç 💫








Michelle adında bir adam çölde kaybolmuş. Bir ara arkasını dönmüş ve kendi ayak izlerinin yanında bir çift ayak izi daha görmüş. Ve Michelle, görünmez bir gücün kendisiyle birlikte yürüdüğünü anlamış. Bu cesaretle devam edebilmiş ve yaklaşık on saat yürümüş. 

Artık gece çökmek üzereymiş ve Michelle çok yorulmuş. Bitap düşmüş. Sonra arkasını dönmüş ve ayak izlerinin yok olduğunu görüvermiş. Görünmez güce seslenmiş 

"Neden?" demiş,
"Neden hayatımda sana en çok ihtiyacım olan anda beni terk ediyorsun?" 

Görünmez güç cevap vermiş.. 

"Bir çift ayak izi görmen seni terk ettiğimi değil, seni kollarımda taşıdığımı gösterir."






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: görsel Google' dan alıntıdır.





27 Ekim 2019 Pazar

MELEK 👼








Otobüs mola vererek, tüm yolcuların gecenin karanlığında ihtiyaçlarını gidereceği hafif aydınlık ve oldukça sakin bir lokantaya yanaşmıştı. 

Herkesin ilk önceliği tuvaletlere koşmak oldu. Sonrasında buharları tüten tencere dizisinin başında tepsileriyle sıraya girdiler. Murat sabahtan beri bir şey yemediği için hemen çorba aldı kendisine. Tepsisiyle beraber yanyana koltukta seyahat ettiği adamın olduğu masaya yaklaştı ve "Oturabilir miyim?" dedi. Adam kafasını kaldırıp baktı ve başını salladı. 

Kendini tanıttı Murat ve bir şey yiyip içmek isteyip istemediğini sordu. Adam, "Sağol kardeşim, ben tokum ama bir çay içeriz beraber. Bu arada adım Fatih." dedi.

Murat çorbasını bitirince çaycıya el edip iki çay istedi. Havadan sudan konuştular. Nerden gelip nereye gittikleriyle ilgili bilgi verdiler birbirlerine ve çok yakın mahallelerden ortak tanıdıkları olduğu ortaya çıktı. 

Mola bitip yerlerine geçtiklerinde, gecenin soğuğu uykularını açmış, derin bir sohbetin içinde buldular kendilerini.

Murat, Fatih' in kolundaki dövmeyi görüp, beğendiğini söyledi. Kendisi de dövme yaptırmak istediğini ama cesaret edemediği gibi, uygun bir figür de bulamadığını söyleyince, Fatih hafiften gülümseyerek; "Bazen hayatındaki birinin isteğiyle bir bakmışsın bir şeyler yapmışsın" dedi.

Murat: "Nasıl yani?"

Fatih: "Kolumdaki kızımın ismi. Onu yazdırmamı kızım çok istedi."

Murat: "Melek güzel isim." dedi

Fatih: "Evet, güzel. Hayat garip silsilelerle dolu. Bir isim, iki ayrı hayat."

M. : "Nasıl abi?" diye sordu.

F. : "Yıllar önce çok gençken bir sevgilim oldu. Birbirimizi çok sevdik. 3 yıl boyunca birlikteydik. Evlenmek istedik ama annesi ve abisi karşı çıktılar. Hatta abisi bir keresinde beni bir yerde kıstırdı ve silahını ağzıma sokarak 'kardeşimden ayrılacaksın, yoksa ölürsün' dedi. Orda tamam dedim, beni bıraktı sonra yine buluştum sevgilimle." 

M. : "Sonra abi?"

F. : "Sonra sevgilim dayanamadı, rahat vermeyecekler bize dedi ve içimiz acıyarak ayrılmak zorunda kaldık. Birbirimize söz verdik. İsimlerimizi, bir gün çocuklarımız olursa onlara koyacaktık." Derin nefes aldı. "İşte kızıma koyduğum Melek onun ismi."

M. : "Çok üzücü cidden. Sevenlerin ayrılmak zorunda kalması beni hep üzmüştür."

F. : "Hayat bir sürü duygudan ibaret. O ismi kızımda yaşatmak bir nebze olsun beni mutlu etmiştir hep."

M. : "Peki o da senin adını koyabildi mi acaba?"

F. : "Çevrem epey geniştir. Nüfustan bir şekilde onun kaydını buldum. Evlenmiş ve eşinin görevi nedeniyle Trabzon' a yerleşmişler. Atladım gittim. Tanıdığım bir postacı arkadaşla adrese gittik. Zili çaldık. Kapıyı açınca şok oldu. 'Hoşgeldin' dedi. 'Hoşbuldum' dedim. Kolumdaki dövmeyi gösterdim. 'Kızımın adı' dedim. Çok şaşırdı ama yüzünde hafif bir tebessüm de yakaladım. Ondan aynı şeyi beklemiyordum. Ancak içeriye doğru 'Fatih oğlum gelir misin?' diye seslenince şaşkınlığım iki kat arttı. O da oğluna benim adımı vermiş. İkimiz de verdiğimiz sözü tutmanın huzurunu orda paylaştık. Zaman kısıtlıydı, vedalaştık, ayrıldık."

M. : "Ah be abi, bu ne hazin bir aşk hikayesi! Sonrası yok mu?"

F. : "Evlenmiş başkasının eşi olmuş birinden beklentim olamaz. Ben sadece ona sözümü tuttuğumu göstermek için gitmiştim. Ondan da aynı davranışı görmek mutlu etti. Eski günlerin hatırasına ikimiz de saygı göstermişiz. Bu bile çok değerli."

M. : "....."

F. : "Üzülme. Biz güzel anlar yaşadık ve hatırayı da koruduk. Bundan önemli bir şey yok bence. Şimdi ki aşkları ve kavgaları düşününce hele.."

M. : "Çok haklısın abi. Benimle paylaştığın için çok teşekkür ederim."

Sabahın ilk ışıklarıyla girdikleri şehir, yolculuğun sona erdiğine işaret ediyordu. Biri eski bir hatırayı yad etmenin huzurunu, diğeri ise böyle bir aşk yaşayabilme ihtimalini düşünüyordu.







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-








not: Kullanılan görsel Google' dan alıntıdır.





17 Ağustos 2019 Cumartesi

17 Ağustos Hazin Anısına...









Görevli dolabın kapağını açtı, sürgü rafı dışarıya çektiğinde soğuk buhar, yüzlerine çarptı. Raftaki örtü aralandığında, kadının o ana kadar sımsıkı tuttuğu sinirleri, zembereğinden boşaldı. Morg; bir anda hıçkırık, haykırış ve gözyaşıyla doldu.


Sakinleşmesi için verilen su dolu bardağı iki eliyle tutamayınca, görevli yardımcı oldu. Bir kutu mendili önündeki sehpaya koydu bir başka görevli. Kadın uzun uzun ağladı. Morgtaki görevliler ceset bulunduğunda üstünden çıkanları bir poşete koymuş, kadına vermişlerdi. Bir iki prosedürden sonra ordan ancak çıkabildi. 

Dağılmış halde bindiği taksiden, sahilde bir yerde indi. Dalgalara karşı oturduğu bankta, güneşin battığını farketmedi bile. Akşam, kopkoyu bir yalnızlıkla gelip oturmuştu yanına.

"Benim ruhumun parçalandığı gibi parçalanmış göğüs kafesi... ne acı!" diye mırıldandı. Bacaklarının üstünde avuç açmış gibi duran ellerinde tuttuğu kırmızı kadife kutunun üstüne, bir kaç damla gözyaşı düştü. 


(beş sene önce)


Arabasıyla büyük şehirden, banliyöye gidiyordu. Bir dostunun şirketinin muhasebe kayıtlarına yardımcı olmak için haftada bir kez bu yolculuğu yapıyordu. Önceleri angarya gelen bu iş artık onun hoşuna gitmeye başlamıştı. Yoğun geçen günlerin ardından, bu küçük yerleşim yeri öyle huzur vermeye başlamıştı ki, "acaba burdan bir ev edinsem mi?" diye düşünmüştü. Bu fikrini, şirketin sahibi dostuyla paylaşınca hemen onun seveceği, tatillerde ve haftasonları kaçabileceği, şirin minik bahçesi olan bir ev buldular ve satın alma işini çarçabuk hallettiler. Böylece kimi zaman şirketin muhasebe  işlerini hafta sonuna denk getirip, dönüşte de kendi evinde kalabilirdi artık. 

Evin dekorasyonu için, çok büyük bir market olan firma ile  görüşmeye gitti. Firmadaki görevliler, uygun dizayn yapabilmek için evin konumu, ışığı, metrekare bilgilerini almak üzere bir mimar görevlendireceklerini, ne zaman uygun olunursa birlikte eve bakmaya gidebileceklerini söyleyip,  onun telefonunu aldılar. Hafta içinde telefonu çaldı, mimar arıyordu. Hemen bir gün saptadılar, adresi verdi ve evde buluştular. 



İlk görüşte ikisi de kalplerine eros' tan gönderilen okla vurulmuş gibi oldular. Beklenmedik bu gelişme, ikisinin de hayatlarının akışını değiştirdi. Ev, mimar tarafından dekore edildi ve her fırsatta bu evde buluştular. İkisinin kalbinden dışarı taşan mutluluk damlaları, hem evi, hem evin bahçesini güzelleştirmeye yetti. Her gelen, o evin yaşam koktuğunu söylüyordu. 

Bir senenin sonunda birbirlerinden ayrı kalmaya dayanamayacaklarını anladılar ve birlikte yaşama kararı aldılar. Şehirde mimarın evindeydiler, haftasonları ve kaçabilecekleri her tatilde de banliyödeki bu evde. İki evde de aynı aurayı solumak mümkündü. Soluksuz bir aşkın içinde büyüyorlardı.

Üç senenin sonunda malum teori kendini göstermeye başladı. İlk fire mimardan geldi. Eve geliş saati uzamaya, geç gelişlerini hep işin uzamasına bağlıyor, gözlerini kaçırıyordu kadından. 

İç organları ağır iş makineleri altında presleniyormuş gibi hissediyordu onun geç gelişlerinde. Konuşmaya çalışıyordu ama mimara göre bütün sorun işteydi. Öyle olmadığını gözünün ucundan, ve artık ona dokunmamasından anlıyordu kadın. Yüreği acıyordu bu uzaklaşmalardan. Zaman ilaç olabilir miydi gerçekten, bilemiyordu ama bekliyordu bıkmadan. 

Bir sene geçti, birbirlerine yabancı, kapkaç dokunuşlarla ve aynı havayı solumamakla. Artık soru sormuyordu kadın, herhangi bir şey söylemesini de beklemiyordu. Sanki ruhunu yitirmiş gibi, bir işlemden geçirip onu makineleştirmişler gibi rutin devam ediyordu hayatına, işine. Ta ki, bir iş çıkışı şehirdeki eve dönemeyecek kadar kendini yorgun hissedip, arabanın rotasını banliyödeki eve çevirinceye kadar.

Kapıdan içeri girdiğinde, antreden itibaren yatak odasına kadar etrafa saçılmış, kadın ve erkek giysilerini görünce gerisin geri çıktı evden. Arabaya bindiğinde donmuş haldeydi ve nereye gideceğini bilmiyordu. Banliyönün sahiline çevirdi arabayı. Sahilde biraz oturdu. Ne düşüneceğini bilemiyordu. "Bütün bunlara ne gerek vardı?" diye sordu içinden. İçinde diplerde bir yerden dalga dalga gelen acıyı hissetti. Kalkmalı ve gitmeliydi her nereye olursa. Aracına bindi ve 8 saat uzaktaki ikinci büyük kente yola koyuldu. 

Bütün gece hiç durmadan araç kullanmıştı. Gözünden bir damla yaş akmasına izin vermemiş, ona ulaşabileceği telefonu da kapatmıştı. Yaz tatillerine giderken konakladıkları bu şehirde, ailesiyle birlikte kaldıkları otele kendini attığında sabah olmuştu. Hemen yatağa girdi ve çok derin bir uykuya daldı.

**************


Öyle uzun süre uyumuştu ki, gözlerini açtığında karanlıktı ortalık. Oda servisini aradı, yiyecek bir şeyler istedi. O arada hemen duşa girdi ve kendini soğuk suyun altına bıraktı. Daha iyi hissediyordu. Biliyordu ki, zaman geçtikçe daha da iyi hissedecekti. Kendini buna inandırınca rahatladı, tam o esnada kapı çalınca gelen oda servisinin, onu girdiği düşünce girdabından çekip çıkarmasına sevindi. 

Balkon kapısını açtı, önce soğuk su, ardından oksijen iyi gelmişti. Evet gitgide daha iyi hissediyordu. İlk aldatılan o değildi, dünya yıkılmayacaktı o bunu yaşadığı için. Sürpriz bir şekilde başlayan bu aşk için teşekkür ediyordu hayata ama yine de bu aşk yıkıntısı altında kalmayacaktı. 

Balkon sehpasına gelen yiyecekleri koydu, gecenin sessizliğini bölsün diye televizyonu açtı. Manzaraya bakarak ağzına ilk lokmayı attı. Epeydir bir şey yememiş gibiydi. Mide çarkları öyle süratli çalışıyordu ki, birden hızlı hızlı yediğini farketti. "Herhalde aşk acısından kendini yemeğe vurmak böyle bir şey" dedi. 

Birden içerdeki televizyondan onu şaşırtan, beyninde soru işaretleri yaratan bir şeyler duydu. Kendini şu anda bulunduğu dünyadan çok uzak hissetti. İçeri gitti, sesini iyice açtı televizyonun. Görüntülerde, yıkıntılarla dolu bir şehir vardı. Gördüğü ve duyduğu şeyleri beyninde örtüştüremiyordu bir türlü. Bugün günlerden neydi? O uyurken yüzyıllar mı geçmişti? 

Resepsiyona telefon açtı hemen, tarihi sordu. Aldığı cevapla kalakaldı. Neredeyse 2 gün olmak üzereydi o uykuya kaçtığından beri. "Nasıl olur?" dedi. Gözlerinden ilk defa yaşlar süzülmeye başladı. Haberde hem yaşadığı büyük şehrin, hem de diğer evin bulunduğu banliyönün derecesi yüksek bir depremle ağır hasar aldığı anlatılıyordu görüntülerle beraber. 

Aklını kaçıracak gibiydi. Telefonu geldi aklına, hemen koşup açtı. Bir kaç çağrı ve mesaj geldi açtıktan sonra. Ailesiyle irtibatı sağladı, herkes iyiydi, biraz rahatladı. Telefonuna gelen arama listesinde mimar da vardı. Deprem olmadan hemen önce aramış, ulaşamayınca da mesaj göndermişti ona.  

"Sevgilim, biliyorum bir süredir sana sıkıntı yaşattım ama tüm bunların ne seninle, ne de bir başkasıyla alakası yok. Bu akşam sana çok önemli bir şey söyleyeceğim ama sana ulaşamıyorum, nerdesin?" 

Numarayı defalarca çevirdi ama yanıt yoktu. Hemen giyindi, araba kullanamazdı bu halde, ailesi de yolların güvenli olmayacağını, uçakla dönmesini söylemişti. Havaalanının yolunu tuttu. 

Uçak inene kadar binbir senaryo üretti. Ona bir şey olmaması yönünde milyon defa dua etti. Onu aramaya nerden başlayacağını bilemiyordu. Uçaktan iner inmez banliyödeki firma sahibi dostunu aradı. Ordaki evi kontrol etmesini rica etti, evde birilerinin olmasından şüphelendiğini ekleyerek. Hemen birlikte yaşadıkları eve koştu. Orası sağlamdı ama evde kimse yoktu. 

Daha sonra banliyödeki dostundan bir telefon geldi. "Ev tamamen çökmüş ve bir kadın, bir erkek iki ceset var" diyordu telefondaki ses. Bayılacak gibi oldu, nefesi kesildi. Cümlenin devamında ise mimarın çok yakın arkadaşı ve tanımadığı bir kadın olduğunu anlıyordu. Öyle bir durumdaydı ki; kendi evinin yıkıntılarından bir ölü çıkıyordu, buna üzülse miydi, yoksa onun mimar olmadığına sevinse miydi? İki duygu ne kadar birbirine yakındı, ilk defa anlıyordu. Hafif bir mide bulantısı geçirdi. Yüzüne su çarpıp, derin nefesler aldı. 

Onu bulmalıydı. Bulmalı ve gözlerine bakarak konuşmalıydı. Mimarın ailesini arayıp, bir haber var mı diye sorsa, onları da telaşa mı vermiş olurdu? Ortalık yıkıntı doluydu ve kimin nerde olduğunu mutlaka öğrenmeliydi. Telefonu çevirdi, mimarın babası çıktı telefona. Sesi titriyordu yaşlı adamın. Kalbi hiç bu kadar ağzına yakın bir yerde atmamıştı. Elinde telefonla yere yığıldı kadın.

*********

Baygınlık, sonrasında krize dönüşünce hastahanede müdahale edilmişti. Ailesi ve arkadaşları koşturdu yanına. Hiç bir şey teselli edemiyordu onu. Sürekli ağlıyordu, ağlamak istemese bile gözyaşları gözünden atlayıp intihar ediyorlardı. Hastahanede daha fazla kalmak istemiyor, bir an önce sevgilisini morgta son kez görmek istiyordu. Kimse ikna edemedi onu, gözleri kararlılığını keskin bakışlarla anlatıyordu.

***************

Mimar, onunla tanıştığı zamanlarda çalıştığı işten bir yanlış anlama sonucu ayrılmak zorunda kalmıştı. Yeni bir iş için  görüşmeler yapmaktaydı. Kadına bu durumu anlatıp, onun da keyfini kaçırmayı, kendisinden başka bir kişinin daha gelecek endişesi taşımasını istemiyordu.  Nitekim akabinde iş buldu, ancak şehirden uzaktaydı. Hem yeni işin getirdiği yük, hem de şehirden uzakta oluşu yüzünden eve epey yorgun ve geç geliyordu. Eski işiyle ilgili de dava açmıştı, kendini aklamak ve düştüğü zor durumun maddi manevi karşılığını almak istiyordu.  Herşey sonuçlandığında tüm bunları kadınla paylaşacak ve onunla ilişkisini bir üst kademeye taşıyacaktı.

Hayatlarının yıkıntı altında kaldığı gün ise, çok yakın bir arkadaşı ondan banliyödeki evin anahtarını istemiş ve çok özel bir görüşme yapacağını söylemişti. Evde kalmayacağını ama görüşmeyi yapacağı kişiyle başbaşa olacağı çok özel bir yere ihtiyacı olduğunu ve onu kırmamasını rica edince karşı çıkamamış, anahtarı verdikten sonra da iş yoğunluğuna girince, kadını bundan haberdar etmeyi unutmuştu. Bu arada gelen telefonla eski işyerine açtığı davayı kazandığını, epey yüklü bir tazminat ve işe geri dönme garantisini de aldığını öğrenince, işte şimdi tam zamanı diye düşünüp, kuyumcu da bekleyen yüzüğü alıp, eve doğru yola koyulmuştu. Tüm bu süreçte sevgilisine uzak durduğunun farkındaydı ama eros onları bir kez buluşturmuştu ve mimar aşka inanan nadir erkeklerdendi. "Bu akşam herşey bizim için yeni ve yeniden başlıyor olacak" diye geçirdi içinden gülümseyerek. Telefonla aradı kadını, ulaşamadı. Hemen mesaj yazdı.

Tam o esnada gülümsemesi dudaklarında dondu. Ne olduğunu anlamamıştı bile. Deprem onu yolda yakalamıştı. Bir viyadüğün altından geçmesine saniyeler kala, şiddetli sarsıntıyla viyadük çökmüş, hızla gittiği için düşen yol korkulukları aracın kaputundan girmiş ve kalbine saplanmıştı. Her şey o kadar çabuk olmuştu ki, görevliler yüzündeki tebessümü gördüklerinde yaşıyor sanmışlardı önce.

Tüm şehir acılarını sarmakla uğraştı uzun süre. Zaman akıp gitti ve unutuldu kağıttan yapılmış koca şehrin görüntüleri. 

Kadın ise parmağında mimardan kalan yüzük ve yüreğindeki daimi acıyla kendini evine kapattı. Onun için yanlış düşüncelere kapıldığı, gördüklerini değerlendiremediği, kaçtığı için kendini ölene kadar affetmedi.




(acı son)







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not:kullanılan gif google' dan alıntıdır.




16 Temmuz 2019 Salı

Kanat & Kol









"Bir kuş uçurdum bugün hayatımdan" dedi tül perdelerin ardından sokağa bakarken. 

Hem kendini, hem kuşu özgür bırakmıştı ona göre. Bir kafesten çıkıp gelen kuş, onun yanında mutlu gözüküyordu. Zaman geçtikçe birbirlerine alışacaklar ve alışkanlıkla sahiplenmeye doğru yol alacaktı duyguları, bunu hissediyordu. Korkuları vardı; ya bir gün kuş sahibine dönmek isterse, ya sahibi onu arayıp bulup dönmeye ikna ederse, ya da bir gün o kaçmasın diye kendi hayatlarını bir kafese dönüştürürse. Hayatın içinde yanyana durmakla, sahiplenmek arasındaki ince çizgiyi geçmekten oldum olası korkmuştu. Bu kendisine acı vereceği kadar onu da incitirdi. Kocaman bir tepeden gözünü kapatıp yüreğiyle boşluğa atlamak ve uçmak isterdi onunla ama aynı değillerdi. Birinin kanadı vardı, ötekinin kolları. Biri çırpardı kanatları, öteki kollarıyla sarardı. Biri uçardı, öteki yürürdü. 

Hayat nerden baktığınla orantılıydı. Onun baktığı yerden görünen şey, onu tedirgin ediyordu. Tedirgin eden şey, aynı zamanda onu mutsuz da edebilirdi. Eğildi, minik öpücük kondurdu ve avuçlarının içinden bıraktı kuşu. Kollarını, sanki kanatlarıymış gibi yavaşça indirirken, gözden kayboluncaya kadar baktı ardından. 







{ಠ,ಠ}
|)__) 

-”-”-







not: kullanılan fotoğraf​  M©MENT©S​ arşivindendir.​



9 Temmuz 2019 Salı

Yaşam Çizgisi







Acıyla yüzünü buruşturdu, gayri ihtiyari eli koluna gitti. Yokladığında bir ıslaklık hissetti. Eli tamamen kanlanmıştı. Yan koltukta oturan sevgilisine baktı, baygındı. Seslenmeye çalıştı, sesi çıkmadı. Bakışları donuklaştı, göz kapakları yavaş yavaş kapandı.

****************

Bu şehre üç yıl önce bir kadın için gelmişti. Öyle aşıktı ki, hayatının düzenini bir çırpıda değiştiriverdi hiç düşünmeden. Daha önce de aşık olmuş, sevmişti ama hiç birinde şimdi yaşadığı duyguları hissetmemişti ya da öyle sanıyordu. Dostları ona yaptığının yanlış olduğunu, iyice düşünmesi gerektiğini söylediklerinde asabileşmişti. Huysuz ve istediğini elde etme hissiyatındaki çocuklar gibi, kimseyi dinlemedi ve bir çantaya eşyalarını koyup, kalbini takip edip, soluğu bu şehirde aldı.

Aşk; üflediği tatlı esintiyle her yerini sarmıştı artık. Yaşamadan bırakmayacaktı. Aşık olduğu kadınla beraber bir ev tuttular. Her şeyi birlikte yapıyor, sokaklarda elleri ve bedenleri yapışık halde dolaşıyor, en çok da sevginin yatay halinde duruyorlardı. Yaşamlarını sürdürebilmek için ilk zamanlar sadece buna gereksinim duyuyorlardı. Kadın bir reklam ajansında metin yazarlığı yapıyor, iyi de kazanıyordu. Adam geldiği şehirde fotoğraf sanatıyla uğraşıyordu. Küçük bir çevre olduğundan tanınıyor ve yaptığı iş ona iyi bir gelir getiriyordu. Şimdi geldiği bu şehirde, kendine yeni bir çevre edinmek zorunda olduğunu biliyordu ama kadının çevresi sayesinde iyi bir stüdyoda kadroya girmişti bile. 

Hayat sanki yeni başlıyordu. İkisi de birlikte yeni doğmuş bir bebeğin yaşamına adım atmışlardı. Herşeyi birlikte öğreniyor, şehrin sokaklarını yeniden keşfediyor, gün doğumu, gün batımını seyrederken bu mutluluğa dua ediyor, günü adeta yudumlayarak yaşıyorlardı. Herşey şüphelendirecek kadar kusursuz gidiyordu. Bu kadar mutluluğun nazara geleceği inancıyla yetişmiş bir nesilden geliyordu ikisi de. Ve akla gelen düşünce, çağırıldığı yerden gelip onları buldu. 

Dört günlük tatil için bir araba kiralayıp sakin bir yere doğru yol aldılar. Bir kavşakta kuralları hiçe sayan bir tır gelip onlara çarptı. Çarpma anını öyle net hatırlıyordu ki, kolunu kadının önüne doğru siper etmişti, cama çarpmasını önleyebilecekmiş gibi. 

O kavşak bu ilişkinin sonu oldu. Aşk' ın ömrü üç yıldır diyen yazar belki böyle bir bitişi öngörmüyordu ancak hayat kendi çizgisinin dışına çıkmak isteyenlere mutlaka bir kaç şans daha veriyordu. Kimbilir, bir dahaki sefere başka kimliklerle yaşamda yeniden yerlerini alacaklardı.

















{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






 not: fotoğraf google görsellerden alıntıdır.



2 Temmuz 2019 Salı

Nefes alış










Oturduğu koltuktan hızla kalktı ve camı açtı. Dışardaki dehşet soğuğu ancak pencereyi açtığında anladı. Birisine bağıracakmış gibi ağzını açtı ve nefes almaya çalıştı. Oksijen ve soğuk aynı anda içini dolduruyordu. Bir yandan soğuktan titremeye başladı ama aldırmadı. "Ölüyorum Tanrım !" diye geçirdi aklından.

Ölmüyorsun ! Sadece imkânsız aşktan için acıyor.

"Ah işte bu beni öldürüyor !"

Aşk, normal bedende birinin ölüm sebebi olmamıştır hiç.

"Peki neden kalbim, elinde çivi olan biri tarafından çiziliyormuş gibi? Niye nefesim kesiliyor? Niye yüzümün çizgileri aşağı doğru?"

Çünkü istediğin şeye ulaşabilmek için çabalaman gerekeceğini biliyorsun da ondan.

Suçüstü yakalanmış gibi kabullendi ve "Hayat niye zor?" diye sordu.

Hayat, nasıl bakıyorsan öyle olmuştur, yeni bir şey söyle çocuk.

Pencerenin önünden ayrılıp çalışma masasının başına geldi ve klavyede aşk kelimesinin harflerine parmaklarıyla dokunduktan sonra yeniden nefes almaya başladı.










{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan görseller googledan alıntıdır.​





28 Haziran 2019 Cuma

Betler Amirliği


 






Telefon görüşmesi yapma adam

"Aloooo", bir sessizliğin ardından sabırsızlıkla yeniden haykırır. "Aloooooooo !!!"

Karşıdan yanıt geldiğinde hemen toparlanarak, "Beyefendi elektriklerimiz 1 saati aşkın kesik?!" cümlesini, cevabını sabırsızlıkla bekleyen soru halinde söyler. 

"Ne aşkı kardeşim? Elektrikler diyorum, bir saatten fazla oldu kesik diyorum. Doğalgaz da gitti haliyle, bu havada donuyoruz diyorum. Bu kesinti nedir diyorum, ne zaman gelecek diyorum?" cümleleri karşısında, ahizenin ucundaki kişinin, lafı en sonundan (!) anladığı da ayan beyan ortadadır. 

Suratının aldığı ifadeden, doyurucu bir cevap gelmediği belli olan adamcağız, "Hay ben ......." kelimeleriyle bezediği bu anlamsız konuşmayı sonlandırır.

Balkona çıkar, arka arkaya alıp verdiği nefesle beraber etrafı, gösteri sahnesine pompa edilmiş beyaz dumanlara benzer bulutlarla kaplanır. Aklına bir hinlik gelmiş gibi gözleri parlar ve tekrar içeri girer.

Telefonu eline alır, aynı numarayı çevirir. Numara düştüğünde, şimdiye kadar seyrettiği onca film, tiyatro ve dizilerden edindiği tüm karakterlerden birikimle, cümleleri ağzında geveleyerek konuşmaya başlar.

"Aluoww, Pendik Betler Amirliğinden arıyorum, suç mahallinde çatışma olduğundan, derhal Gülibik Mahallesine elektrik verin!" Belli ki karşı taraf tedirgin ve tereddütlü bir cevap verir, buna mukabil hemen "Sen beni duydun mu kardeşim, devletin işiyle uğraşıyoruz biz de, yazışmalar müdürler arasında sonra da yapılır ! Senin kadar ben de emir altındayım. Derhal dedim sana derhal ! Kanun konuşuyor !" diye haykırır.

Telefonu kapatıp derin bir nefes aldıktan 2 dakika sonra elektrikler gelir. Pencereye yanaştığında kendi bölgelerinin ışıklandığını farkedince, yüzünde bir aktörden alıntıladığı yamuk gülümsemeyle, yarım kalan filme eşlik edecek kahveyi hazırlamak üzere mutfağa yollanır.











{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not:yazıda kullanılan görsel google' dan alıntıdır.




16 Haziran 2019 Pazar

Mucize ✨










"Yüzü pencereye dönüktü. Bahçe göz alabildiğine uzanıyor, yeşil çimenlerin bazı yerleri kelleşmiş, üstünde mevsime uygun sarı, turuncu, kırmızı yapraklar yuvarlanıyordu. Ağaçlar rüzgarın her esişinde hoyratlığa dayanamayıp yapraklarını teker teker bırakıveriyorlardı sonsuzluğa ve yeniden dirime.

Bu okul üç nesildir ailesine emanetti. Büyükbabası ile ona içinde kaybolacağı dev bir orman gibi gelen okul bahçesinde gezinirlerken, bir gün kendisinin onun yerine geleceği temennileriyle büyümüştü. Dedesi ve babasının ardından aldığı görevde; onlar kadar ses getirebileceğinden kuşku duysa da yeniliklere, zamana ayak uyduran yöntemiyle gençlerin ve aynı zamanda sisteme, gelenekçi tutumu yumuşak bir şekilde yerleştiren yapısıyla da ailelerin gönlüne yerleşmesini bilmişti.

Zaman öyle hızla akıp gitmişti ki, şairin dediği gibi "yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği" aklına gelmezdi. Şiirin devamındaki gibi "sevgileri yarınlara bırakmamıştı" asla. Çok sevmişti hem dünde, hem bugünde, hem yarında. 

Okula yeni ders yılında gelen genç öğretmenlerdendi. İlk görüşte kalbinin, göğüs kafesini yırtarak ona koşmak istediğini bugün gibi hatırladı. Ortak ilgi alanlarını keşfetmek için farkettirmeden etrafında dolaşıp, en ufak bilgiyi bile kaçırmıyordu. Onun üstüne düşmeden  ama ilgisini de belli edecek tekliflerde bulunuyor, her seferinde "ya kabul etmezse"  endişesini yaşıyordu. Ne kadar uzun gelmişti bu yakınlaşma süresi ona. Sonunda ilk yemek   teklifini ettiğinde, o da yanakları pembe pembe gülümseyerek "evet" demişti.  Sonrasında hislerini yavaşça itiraf etmiş ve onun da bu ilgiye cümleleriyle sıcak baktığını görünce aklını kaçıracağını sanmıştı mutluluktan."


********************

Sıkılmıştı. Aynı tarz öyküleri okumaktan fena halde sıkılmıştı. Göz kapaklarını oğuşturdu. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayıp, elindeki dosyanın en son sayfasını açtı:

******************

Bir hayat üzerine yıkıldı adamın. Hem iki gözünden birini, kalbini, ruhunu kaybetmişti, hem de ikisinin mutluluğunun ışığı olan bebeği. O gün; aldığı karardan oldukça emindi ama şimdi tek başına, yaşadığı mutluluğun izlerini fotoğraf karelerinde seyrediyordu. 

Belki hayat, hepimize birşeyleri işaret ediyordu... olanları görmek ve tüm kalbiyle algılamak ise bize kalıyordu."


SON 



*****************
Dosyanın kapağını kapattı. Okuduğu şeyin fazlasıyla duyguları sömürdüğünü düşündü. Yorgundu, dosyayı masaya gelişigüzel bıraktı ve gözlerini oğuşturdu. Merakla sonucu bekliyordu bunu yazan kişi. Artık daha fazla oyalayamayacaktı. Her defasında sekreteriyle muhatap olmaktan sıkılmış bir ses tonuyla konuşmuştu en sonuncusunda. Oysa böyle kaç taslak okuduğunu bilseydi, bu kadar üsteler miydi acaba?

Bu tarz hikayeler çok fazla yazılmıştı. İki aşık, düzgün bir aile yaşantıları var. Herşey tam yolunda gidecekken çiftten biri mutlaka hastalanır ve ölümcüldür durumu. vs vs. Evet anlatımı iyiydi, kelimeleri seçişi, cümleler arasındaki ahenk ama olmazdı işte olmazdı. Yarın ona neler söyleyeceğini düşünmek istedi ama başı çatlayacak kadar ağrıyordu.  Işıkları kapadı ve yatak odasına gidip, kendini uykuya teslim etti.

********************

Geceyarısı diğer odadan gelen sese uyandı. Gözkapakları birbirine yapışmış gibi açılmıyordu sanki. Elleriyle iyice oğuşturdu ve üstüne birşey alarak odaya doğru yürüdü.  Çalışma odasının kapısını kapattığına emindi. İçeri girdi, herşey yerli yerinde gözüküyordu, yolunda olmayan bir şey yok gibiydi. İçinden "beni uyandıran neydi acaba?" diye düşündü, eliyle boşver işareti yaptı ve tam dönüp gidecekken birden masadaki ışıltılı notu farketti. 

Merakla masaya yaklaştı, lambayı yaktı. Yatmadan önce okuduğu dosyanın kabı duruyordu ama içinde kağıtlar yoktu, bomboştu. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı ve üstüne bırakılan notu eline aldı. Bu nesne kağıt gibi de değildi aslında, ipek ve tüy karışımı bir dokusu vardı ve üstünde mürekkep yerine ışıltılar saçan altın tozu kullanılarak yazılmış, uçar gibi duran elyazısı vardı.

***************


"Sayın Bay,
Eşimle yaşadıklarımızı anlamanız için gerçekten aşk duygusunu tüm damar uçlarınızda bir kez hissetmiş olmanız gerekir. Bunu hiç hissetmediğinizi anlamış bulunuyor ve üstünüzde yük olan dosyayı sizden alıyorum."


***************

Senenin sonlarına doğru yayınlanan bu eser, 7 dilde çeviriyle satış rekorları kırdı. 










{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: yazıda kullanılan görsel google' dan alıntıdır.



1 Haziran 2019 Cumartesi

Celaliye 5







Bir kaç gün sonra Ali nihayet ortaya çıktı. Nerde olduğunu sorduğumu gayet iyi hatırlıyorum fakat Ali' nin ne cevap verdiği net olarak kalmamış hafızamda. Sanırım ailedeki büyüklerden biri ya hastalanmış ya da vefat etmişti. Hepsinin birden topluca gitmesi buna delaletti çünkü. 

Çocukluk işte, ölüm o zamanlar net algıladığımız bir şey değildi ki, insanlar ölebilirdi bunu biliyordum ama onlar hep başkalarıydı sanki. Ölüm; çemberin içinden birine elini uzattığında ne olacaktı, bunun bilincinde değildim. Anlık mahzunluk, yerini hemen hayatın an içindeki gerçeğine bırakıyordu bizler için. Ve biz de hemen denize koştuk. Olağan yarışlarımızı yaptıktan sonra, artık Ali' ye sürpriz soruyu soracaktım. 

Tam o esnada derinlerden gelen bir müzik duyduk. İkimiz de çok heyecanlandık. Çünkü bunun ne olduğunu gayet iyi biliyorduk. Hemen evlere koştuk, ailelerimize haber verdik ve yanımıza harçlıklarımızdan bir miktar alarak caddeye çıktık. Bizim sitenin hemen yakınında duruyordu o.


Bahsi geçen şey, gezginci Migros kamyonlarıydı. Haftanın belirli gün ve saatlerinde gelen bu araçların kasalarının yan yüzlerindeki kapalı kanatlar yere paralel gelecek şekilde açıldığında, pratik bir şekilde ilkel görünümlü bir tezgah haline gelirdi. Kasanın açılan kısmından raflar meydana çıkardı. Satış elemanları kanadın arkasındaki bölüme geçerek müşterilere satış yaparlardı. Daha sonra bu kamyonlar yerlerini, arka kapısından girilip, ön kapısındaki kasanın yanıbaşında ödeme yapılarak inilen, içi iki taraflı raflarla donanmış, camsız kavuniçi renkte Migros otobüslerine bıraktılar.

Benim en sevdiğim ürün ise o zamanki çocuksu isteğin ve ülkedeki yokluk veya pahalılıktan dolayı, yurtdışından gelenlerin mutlaka yanlarında getirdiği şey olan çikolatalı ürünlerdi. O zamanlar Nestle gofret pek revaçtaydı. Nasıl tadına vara vara, gıdım gıdım yerdim anlatamam. Belki de o zamanlar başlamıştı, imrendirici ve pek iştah açıcı yemek yeme tarzım.

Ali ile gofretlerimizi minik ısırıklarla kim en geç bitirecek yarışmamız da vardı. Ama eninde sonunda biterdi işte. Bir dahaki sefere kadar biz de denize koşardık.

Artık Ali' ye o muhteşem soruyu soruyordum işte. "Ali?", "Ne var?", "Sen kürek çekmesini biliyor musun?", biraz durdu sanki, "Ehm, şey biliyorum", "O zaman gel hadi çekelim", "Benim eve gitmem lazım", "Ama niyeeee?", "Sonra gelirim". Gitti. Ben öylece kalakaldım. Aslında şaşırdım. Olacak iş değildi, ortada yarışılacak bir durum vardı ve Ali ortadan yok oldu. En sonunda şuna kanaat getirdim, Ali kürek çekmeyi kesinlikle bilmiyordu, benimle yarışsa mutlaka kaybedecekti, bu yüzden de bahane uydurdu. Gözüm parladı bu düşünceyle birden ve gülümsedim. 

Sonraki günlerde de Ali' nin pek tadı yoktu sanki ama yine de hep birlikteydik. Yaz sona eriyordu, okul alışveriş telaşı başlamadan dönmek gerekiyordu. Vedalaştık çaresiz. 

Hala düşünürüm, o yaz Ali olmasaydı ben yüzmeyi, denize iskeleden atlamayı, dalmayı, sandalın altından geçmeyi, uzun süre nefessiz dipte kalmayı, kürek çekmeyi ve bir arkadaşı özlemeyi öğrenebilir miydim... Kimbilir, o yaz değil belki çok daha sonra öğrenirdim ama o yaz sanki sıkıştırılmış bir paket program gibi oldu tüm bunlar Ali sayesinde. Onun bana, o zaman dilimi için gönderilmiş bir hediye olduğunu biliyorum. Belki o zamanlar söylemedim ama O' na bunu borçluyum.

Ali; sana arkadaşlığın, beni güzel şeylere teşvik ettiğin, aklımda yer edip yıllar sonra bile senden bahsedebildiğim için çok teşekkür ederim !...







(bitti)











{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




(not:  Fotoğraf Google görsellerden -wowturkey- den alıntıdır.)