27 Ağustos 2019 Salı

YİNE MİM / BİR MİM GELİR BİR MİM GİDER!






Yaşasın yeni bir blogdaşımız daha oldu ve o da mimciler kervanına katıldı 😀 
Hem bloğunu tanıyalım, hem de hazırladığı mime göz atalım isterseniz. Zira güzel sorular hazırlamış. Onun hazırladığı mim burada



1- Yaşınız 60-65 geldiğinde yaşamak istediğiniz yer?
  
Sanırım bu sorunun dışında kalıyorum. Zira artık olmak istediğim yer olan Ege' deyim. 2013 ten beri Egede geziniyorum :) Memnunum. Ancak son yurtdışı gezimde kalbim ve ruhum Ohri' de kaldı. Orayı da tercih ederim.

2- Bir hedefiniz var mı? Varsa neler?

Empati yapmayı artık bırakmak istiyorum!

3- Bloggerla nasıl tanıştınız?

2006 da blogcu.com' u keşfettim ve orda yayın hayatına başlamıştım. Ancak o sayfanın hizmetini sevmedim ve blogspot' a geçtim, geçiş o geçiş.

4- Gurur duyduğunuz başarılarınız varsa nelerdir?

Bir sene otistik çocuklara öğretmenlik yaptım ve 2 öğrencimin eğitiminde ilerleme sağladık. Bir diğer gurur duyduğum olay, elemanına mobbing yapan bir müdürü işten kovdurttum.

5- Boş vaktinizde neler yapıyorsunuz?

Kuş seslerini dinliyorum.



Nasılsa bu mimi bir çok blogger yapacak, o yüzden mimleme yapmıyorum. Can Uzunyol' a ve okuduğunuz için sizlere teşekkür ederim.






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-









MOSTAR' DAN ATLAYIŞ









Şu ara, aynen videodaki gibi yavaş çekim bir yerlerden atlayasım var 😜







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






not: video ​M©MENT©S' a aittir.



25 Ağustos 2019 Pazar

📗 KİTAP MİMİ




Sevgili Bloggerlarımızdan İrem Can' ın başlattığı kitap mimine, Bilginin Penceresi katılıp (mimi burdan okuyabilirsiniz), beni de mimleyince bunu devam ettirmem kaçınılmazdı. Aşağıda soru ve cevaplar.


📖


1- Kitap size ne kattı?

Fikirlerimin gelişmesinde, hayata ve insanlara bakışımda önemli rol oynadılar. Düşünce yapım, kitaplar sayesinde oldukça geniş bir açıya vebilgi donanımına sahip oldu. Hayal dünyamın zenginliğini de es geçmemek gerek. Çok önemli bir dost benim için kitaplar.

2- Kitap arkadaş mıdır?

Kesinlikle evet diyorum ve sırdaş diyerek artırıyorum.

3- Neden kitap okuyorsunuz?

1. sorudaki cevaplarım için.

4- Kitabı ne sıklıkla okuyorsunuz?

İhtiyacımın ne zaman hasıl olacağını bilmiyorum ama bu süre bazen üç ayda bir de olsa, bir başka zaman iki günde bir kitap bitirmeme engel bir durum teşkil etmiyor. İhtiyacın zamanı ve kapasitesi belli olmaz.

5- Hangi tür kitapları okuyorsunuz?

Şiir, biyografi, tarih, felsefe ve aşk konulu kitaplar.

6- Kitap yazmayı düşündünüz mü?

Bir adet şiir kitabım var. Ve diğer tüm yazdığım herşey bloğumda. 

7- En sevdiğiniz yazar kim?

Bu soru çok kapsamlı. Dönem dönem çok sevdiğim ve ilgi duyduğum yazarlar, şairler oluyor. Ama hiç bir zaman es geçemediklerim Özdemir Asaf, Behçet Necatigil, Alain De Botton, Oruç Aruoba, Ferit Edgü.

8- Kitapları ciltler misiniz?

Hayır böyle bir alışkanlığım yok.

9- Gezi kitaplarını sever misiniz?

Evet, oldukça fazla bilgi almışlığım vardır onlardan.

10- Kitap alırken kapağına göre mi seçersiniz?

Bazen bazı kitaplardaki baskı türü beni çeker. Seçilen kitap ismi ya da arka kapaktaki yazı bende bir yerlere dokunur ve alırım. Ve genellikle de yanılmam.  



Bu mimi yapmak isteyenler parmak kaldırsın lütfen 😁
mimleyeceğim


 












{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



.​

23 Ağustos 2019 Cuma

19 Ağustos 2019 Pazartesi

KISA
















{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






not: görsel google' dan alıntıdır.






17 Ağustos 2019 Cumartesi

17 Ağustos Hazin Anısına...









Görevli dolabın kapağını açtı, sürgü rafı dışarıya çektiğinde soğuk buhar, yüzlerine çarptı. Raftaki örtü aralandığında, kadının o ana kadar sımsıkı tuttuğu sinirleri, zembereğinden boşaldı. Morg; bir anda hıçkırık, haykırış ve gözyaşıyla doldu.


Sakinleşmesi için verilen su dolu bardağı iki eliyle tutamayınca, görevli yardımcı oldu. Bir kutu mendili önündeki sehpaya koydu bir başka görevli. Kadın uzun uzun ağladı. Morgtaki görevliler ceset bulunduğunda üstünden çıkanları bir poşete koymuş, kadına vermişlerdi. Bir iki prosedürden sonra ordan ancak çıkabildi. 

Dağılmış halde bindiği taksiden, sahilde bir yerde indi. Dalgalara karşı oturduğu bankta, güneşin battığını farketmedi bile. Akşam, kopkoyu bir yalnızlıkla gelip oturmuştu yanına.

"Benim ruhumun parçalandığı gibi parçalanmış göğüs kafesi... ne acı!" diye mırıldandı. Bacaklarının üstünde avuç açmış gibi duran ellerinde tuttuğu kırmızı kadife kutunun üstüne, bir kaç damla gözyaşı düştü. 


(beş sene önce)


Arabasıyla büyük şehirden, banliyöye gidiyordu. Bir dostunun şirketinin muhasebe kayıtlarına yardımcı olmak için haftada bir kez bu yolculuğu yapıyordu. Önceleri angarya gelen bu iş artık onun hoşuna gitmeye başlamıştı. Yoğun geçen günlerin ardından, bu küçük yerleşim yeri öyle huzur vermeye başlamıştı ki, "acaba burdan bir ev edinsem mi?" diye düşünmüştü. Bu fikrini, şirketin sahibi dostuyla paylaşınca hemen onun seveceği, tatillerde ve haftasonları kaçabileceği, şirin minik bahçesi olan bir ev buldular ve satın alma işini çarçabuk hallettiler. Böylece kimi zaman şirketin muhasebe  işlerini hafta sonuna denk getirip, dönüşte de kendi evinde kalabilirdi artık. 

Evin dekorasyonu için, çok büyük bir market olan firma ile  görüşmeye gitti. Firmadaki görevliler, uygun dizayn yapabilmek için evin konumu, ışığı, metrekare bilgilerini almak üzere bir mimar görevlendireceklerini, ne zaman uygun olunursa birlikte eve bakmaya gidebileceklerini söyleyip,  onun telefonunu aldılar. Hafta içinde telefonu çaldı, mimar arıyordu. Hemen bir gün saptadılar, adresi verdi ve evde buluştular. 



İlk görüşte ikisi de kalplerine eros' tan gönderilen okla vurulmuş gibi oldular. Beklenmedik bu gelişme, ikisinin de hayatlarının akışını değiştirdi. Ev, mimar tarafından dekore edildi ve her fırsatta bu evde buluştular. İkisinin kalbinden dışarı taşan mutluluk damlaları, hem evi, hem evin bahçesini güzelleştirmeye yetti. Her gelen, o evin yaşam koktuğunu söylüyordu. 

Bir senenin sonunda birbirlerinden ayrı kalmaya dayanamayacaklarını anladılar ve birlikte yaşama kararı aldılar. Şehirde mimarın evindeydiler, haftasonları ve kaçabilecekleri her tatilde de banliyödeki bu evde. İki evde de aynı aurayı solumak mümkündü. Soluksuz bir aşkın içinde büyüyorlardı.

Üç senenin sonunda malum teori kendini göstermeye başladı. İlk fire mimardan geldi. Eve geliş saati uzamaya, geç gelişlerini hep işin uzamasına bağlıyor, gözlerini kaçırıyordu kadından. 

İç organları ağır iş makineleri altında presleniyormuş gibi hissediyordu onun geç gelişlerinde. Konuşmaya çalışıyordu ama mimara göre bütün sorun işteydi. Öyle olmadığını gözünün ucundan, ve artık ona dokunmamasından anlıyordu kadın. Yüreği acıyordu bu uzaklaşmalardan. Zaman ilaç olabilir miydi gerçekten, bilemiyordu ama bekliyordu bıkmadan. 

Bir sene geçti, birbirlerine yabancı, kapkaç dokunuşlarla ve aynı havayı solumamakla. Artık soru sormuyordu kadın, herhangi bir şey söylemesini de beklemiyordu. Sanki ruhunu yitirmiş gibi, bir işlemden geçirip onu makineleştirmişler gibi rutin devam ediyordu hayatına, işine. Ta ki, bir iş çıkışı şehirdeki eve dönemeyecek kadar kendini yorgun hissedip, arabanın rotasını banliyödeki eve çevirinceye kadar.

Kapıdan içeri girdiğinde, antreden itibaren yatak odasına kadar etrafa saçılmış, kadın ve erkek giysilerini görünce gerisin geri çıktı evden. Arabaya bindiğinde donmuş haldeydi ve nereye gideceğini bilmiyordu. Banliyönün sahiline çevirdi arabayı. Sahilde biraz oturdu. Ne düşüneceğini bilemiyordu. "Bütün bunlara ne gerek vardı?" diye sordu içinden. İçinde diplerde bir yerden dalga dalga gelen acıyı hissetti. Kalkmalı ve gitmeliydi her nereye olursa. Aracına bindi ve 8 saat uzaktaki ikinci büyük kente yola koyuldu. 

Bütün gece hiç durmadan araç kullanmıştı. Gözünden bir damla yaş akmasına izin vermemiş, ona ulaşabileceği telefonu da kapatmıştı. Yaz tatillerine giderken konakladıkları bu şehirde, ailesiyle birlikte kaldıkları otele kendini attığında sabah olmuştu. Hemen yatağa girdi ve çok derin bir uykuya daldı.

**************


Öyle uzun süre uyumuştu ki, gözlerini açtığında karanlıktı ortalık. Oda servisini aradı, yiyecek bir şeyler istedi. O arada hemen duşa girdi ve kendini soğuk suyun altına bıraktı. Daha iyi hissediyordu. Biliyordu ki, zaman geçtikçe daha da iyi hissedecekti. Kendini buna inandırınca rahatladı, tam o esnada kapı çalınca gelen oda servisinin, onu girdiği düşünce girdabından çekip çıkarmasına sevindi. 

Balkon kapısını açtı, önce soğuk su, ardından oksijen iyi gelmişti. Evet gitgide daha iyi hissediyordu. İlk aldatılan o değildi, dünya yıkılmayacaktı o bunu yaşadığı için. Sürpriz bir şekilde başlayan bu aşk için teşekkür ediyordu hayata ama yine de bu aşk yıkıntısı altında kalmayacaktı. 

Balkon sehpasına gelen yiyecekleri koydu, gecenin sessizliğini bölsün diye televizyonu açtı. Manzaraya bakarak ağzına ilk lokmayı attı. Epeydir bir şey yememiş gibiydi. Mide çarkları öyle süratli çalışıyordu ki, birden hızlı hızlı yediğini farketti. "Herhalde aşk acısından kendini yemeğe vurmak böyle bir şey" dedi. 

Birden içerdeki televizyondan onu şaşırtan, beyninde soru işaretleri yaratan bir şeyler duydu. Kendini şu anda bulunduğu dünyadan çok uzak hissetti. İçeri gitti, sesini iyice açtı televizyonun. Görüntülerde, yıkıntılarla dolu bir şehir vardı. Gördüğü ve duyduğu şeyleri beyninde örtüştüremiyordu bir türlü. Bugün günlerden neydi? O uyurken yüzyıllar mı geçmişti? 

Resepsiyona telefon açtı hemen, tarihi sordu. Aldığı cevapla kalakaldı. Neredeyse 2 gün olmak üzereydi o uykuya kaçtığından beri. "Nasıl olur?" dedi. Gözlerinden ilk defa yaşlar süzülmeye başladı. Haberde hem yaşadığı büyük şehrin, hem de diğer evin bulunduğu banliyönün derecesi yüksek bir depremle ağır hasar aldığı anlatılıyordu görüntülerle beraber. 

Aklını kaçıracak gibiydi. Telefonu geldi aklına, hemen koşup açtı. Bir kaç çağrı ve mesaj geldi açtıktan sonra. Ailesiyle irtibatı sağladı, herkes iyiydi, biraz rahatladı. Telefonuna gelen arama listesinde mimar da vardı. Deprem olmadan hemen önce aramış, ulaşamayınca da mesaj göndermişti ona.  

"Sevgilim, biliyorum bir süredir sana sıkıntı yaşattım ama tüm bunların ne seninle, ne de bir başkasıyla alakası yok. Bu akşam sana çok önemli bir şey söyleyeceğim ama sana ulaşamıyorum, nerdesin?" 

Numarayı defalarca çevirdi ama yanıt yoktu. Hemen giyindi, araba kullanamazdı bu halde, ailesi de yolların güvenli olmayacağını, uçakla dönmesini söylemişti. Havaalanının yolunu tuttu. 

Uçak inene kadar binbir senaryo üretti. Ona bir şey olmaması yönünde milyon defa dua etti. Onu aramaya nerden başlayacağını bilemiyordu. Uçaktan iner inmez banliyödeki firma sahibi dostunu aradı. Ordaki evi kontrol etmesini rica etti, evde birilerinin olmasından şüphelendiğini ekleyerek. Hemen birlikte yaşadıkları eve koştu. Orası sağlamdı ama evde kimse yoktu. 

Daha sonra banliyödeki dostundan bir telefon geldi. "Ev tamamen çökmüş ve bir kadın, bir erkek iki ceset var" diyordu telefondaki ses. Bayılacak gibi oldu, nefesi kesildi. Cümlenin devamında ise mimarın çok yakın arkadaşı ve tanımadığı bir kadın olduğunu anlıyordu. Öyle bir durumdaydı ki; kendi evinin yıkıntılarından bir ölü çıkıyordu, buna üzülse miydi, yoksa onun mimar olmadığına sevinse miydi? İki duygu ne kadar birbirine yakındı, ilk defa anlıyordu. Hafif bir mide bulantısı geçirdi. Yüzüne su çarpıp, derin nefesler aldı. 

Onu bulmalıydı. Bulmalı ve gözlerine bakarak konuşmalıydı. Mimarın ailesini arayıp, bir haber var mı diye sorsa, onları da telaşa mı vermiş olurdu? Ortalık yıkıntı doluydu ve kimin nerde olduğunu mutlaka öğrenmeliydi. Telefonu çevirdi, mimarın babası çıktı telefona. Sesi titriyordu yaşlı adamın. Kalbi hiç bu kadar ağzına yakın bir yerde atmamıştı. Elinde telefonla yere yığıldı kadın.

*********

Baygınlık, sonrasında krize dönüşünce hastahanede müdahale edilmişti. Ailesi ve arkadaşları koşturdu yanına. Hiç bir şey teselli edemiyordu onu. Sürekli ağlıyordu, ağlamak istemese bile gözyaşları gözünden atlayıp intihar ediyorlardı. Hastahanede daha fazla kalmak istemiyor, bir an önce sevgilisini morgta son kez görmek istiyordu. Kimse ikna edemedi onu, gözleri kararlılığını keskin bakışlarla anlatıyordu.

***************

Mimar, onunla tanıştığı zamanlarda çalıştığı işten bir yanlış anlama sonucu ayrılmak zorunda kalmıştı. Yeni bir iş için  görüşmeler yapmaktaydı. Kadına bu durumu anlatıp, onun da keyfini kaçırmayı, kendisinden başka bir kişinin daha gelecek endişesi taşımasını istemiyordu.  Nitekim akabinde iş buldu, ancak şehirden uzaktaydı. Hem yeni işin getirdiği yük, hem de şehirden uzakta oluşu yüzünden eve epey yorgun ve geç geliyordu. Eski işiyle ilgili de dava açmıştı, kendini aklamak ve düştüğü zor durumun maddi manevi karşılığını almak istiyordu.  Herşey sonuçlandığında tüm bunları kadınla paylaşacak ve onunla ilişkisini bir üst kademeye taşıyacaktı.

Hayatlarının yıkıntı altında kaldığı gün ise, çok yakın bir arkadaşı ondan banliyödeki evin anahtarını istemiş ve çok özel bir görüşme yapacağını söylemişti. Evde kalmayacağını ama görüşmeyi yapacağı kişiyle başbaşa olacağı çok özel bir yere ihtiyacı olduğunu ve onu kırmamasını rica edince karşı çıkamamış, anahtarı verdikten sonra da iş yoğunluğuna girince, kadını bundan haberdar etmeyi unutmuştu. Bu arada gelen telefonla eski işyerine açtığı davayı kazandığını, epey yüklü bir tazminat ve işe geri dönme garantisini de aldığını öğrenince, işte şimdi tam zamanı diye düşünüp, kuyumcu da bekleyen yüzüğü alıp, eve doğru yola koyulmuştu. Tüm bu süreçte sevgilisine uzak durduğunun farkındaydı ama eros onları bir kez buluşturmuştu ve mimar aşka inanan nadir erkeklerdendi. "Bu akşam herşey bizim için yeni ve yeniden başlıyor olacak" diye geçirdi içinden gülümseyerek. Telefonla aradı kadını, ulaşamadı. Hemen mesaj yazdı.

Tam o esnada gülümsemesi dudaklarında dondu. Ne olduğunu anlamamıştı bile. Deprem onu yolda yakalamıştı. Bir viyadüğün altından geçmesine saniyeler kala, şiddetli sarsıntıyla viyadük çökmüş, hızla gittiği için düşen yol korkulukları aracın kaputundan girmiş ve kalbine saplanmıştı. Her şey o kadar çabuk olmuştu ki, görevliler yüzündeki tebessümü gördüklerinde yaşıyor sanmışlardı önce.

Tüm şehir acılarını sarmakla uğraştı uzun süre. Zaman akıp gitti ve unutuldu kağıttan yapılmış koca şehrin görüntüleri. 

Kadın ise parmağında mimardan kalan yüzük ve yüreğindeki daimi acıyla kendini evine kapattı. Onun için yanlış düşüncelere kapıldığı, gördüklerini değerlendiremediği, kaçtığı için kendini ölene kadar affetmedi.




(acı son)







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not:kullanılan gif google' dan alıntıdır.




15 Ağustos 2019 Perşembe

MİM







Yeni blogdaşlarımızdan Edischar bir mim başlatmış. (Okumak isterseniz buraya tıklayın) Kendi hayatıyla ilgili almak istediği kararlara ışık tutacak soruları, hem kendine, hem de katılımımızla bizlere de sorarak güzel bir paylaşımda bulunmuş. Kimbilir bu sorular sadece ona değil, cevaplamak ya da sadece okumak isteyenlere de fayda sağlar.


Sorulara geçelim: 


1- Boş vakitte neler yaparsınız?


Arka arkaya film seyretmekten alıkoyamıyorum kendimi. 


2-  Gününüzü nasıl planlıyorsunuz?


Bir gün önceden aklıma yazarım yapacaklarımı. Ama kesin bunu unuturum dediğim şeyi cep telefonuma not alırım ve hatırlatma yaparım. Artık keyfimin kahyası modunda olduğum için :) o an ne istiyorsam onu yapar durumdayım.  


3- Hedefleriniz var mı? Varsa neler?


Denize yakın bir yere taşınmayı hedefliyorum ve 2 ay içinde bunu gerçekleştireceğim. Ayrıca taşınacağım yerde hayatımı daha planlı hale getireceğime kendime söz verdim. 


4- İngilizce nasıl geliştirilir?


Öncelikle kulak dolgunluğu olması açısından bol bol ingilizce film izlemeli. Yeni kelimeleri mutlaka bir deftere not alıp, cümle içinde kullanmayı denemeli.

Bu arada ben herhangi bir yabancı dili bir çocuktan öğrenmek gerektiğini düşünüyorum artık. Çünkü biz çocukken fiil çekimi ve zamanları öğrenmiyoruz ki, bu nedenle ilk cümlelerin basit olması, sonradan gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Düşünsenize ortaokul, lisede sürekli şahıslara göre fiil çekimlerini ve zamanları ezberlemekle geçti. Bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum nacizane.


Kendimce yanıtladığım bu mimi ben de bir kaç arkadaşa pas edeyim:

Kiremithanem, Ephendy, Ebem Kuşağı, Ece Evren, Deli Kızın Bohçası, Blog Tecrübem, Öneri Makinesi,Film Gündemi, ReHiTu ve yapmak isteyen diğer blogdaşları mimlemiş olayım.








{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






14 Ağustos 2019 Çarşamba

Sarı Yaz, Yaşam, Yeni Bloggerlar









Ağustos, sıcaklık derecesi olarak en yüksek ay oldu sanırım ve hareket etmeyi en az istediğim ay. Daha önceki yazlardan biliyoruz, elbet geçiyor, sonbahar tüm güzelliğiyle doldurmaya başlıyor her yeri. Bir iki ay içinde bir taşınma gerçekleşecek sanırım. Her ne kadar taşınmanın zorluklarını biliyor olsam da, bu sefer ki yepyeni bir şeyin başlangıcını temsil ettiğinden içim rahat.

İnsan yaşamında ne kadar çok şey deneyimliyor, düşündüm de. Her seferinde bitecek sanıyorsun ama öğreti hep devam ediyor. Artık bir şeyler bittiğinde, arkasından yeni ne gelecek diye bekliyorum. Yaşam öğrenmek için güzel bir yer.

Bu arada yeni blogger arkadaşlarımız olmuş. Bir zamanlar ne üzülürdük bloglar teker teker  kapanıyor ve sessizliğe bürünüyor buralar diye. Eminim çoğunuz zaten tanımaya başlamışsınızdır. Zira çok keyifli bloglar. Ben de onlara hoşgeldin demek istedim. 



Dönüşü Olmayan Orman -  https://forestofnoreturn.blogspot.com

Bloğunda film, dizi, kitap, belgesel, çizgi roman incelemeleri yayınlıyor. 2018 de yayına başlamış. Tavsiye ederim.




"Merhaba, ben Can. Çoğunlukla okur, bazen yazarım. Burayı kafa defteri olarak kullanıyorum. Burada kitap incelemeleri, alıntıları; ilgimi çeken konular ve karalamalarımı paylaşıyorum." diye yazmış. Çok keyifli bir playlist yayınlamış, dinlemenizi öneririm.
Merhaba, ben Can. Çoğunlukla okur, bazen yazarım. Burayı kafa defteri olarak kullanıyorum. Burada kitap incelemeleri, alıntıları; ilgimi çeken konular ve karalamalarımı paylaşıyorum. Yazının Devamı Ve Daha Fazlası İçin : https://www.kafadefterim.com/



Taha, bloğunda ilgi duyduğu konuları yazmakta. Bloğunda Endüstri, Müzik, Kitap, Sinema, Spor, Yaşam bölümleri var. Henüz çok yeni olmasına rağmen çok detaylı ve iyi incelediği konular var. Beğenirsiniz.



Edischar, bloğunda kendini tanımlarken şöyle yazmış:  "Bu blogun bir amacı var. İç disiplinimizi arttırma. Tembelliğimden sıkıldığım bir günün sonunda içsel motivasyonumu kendi içimde bulup fişeklemeye yeltendim.İyi ki de yeltenmişim.Deneyimlerimi, hedeflerimi, günümü sizinle paylaşıyorum ve hayal kuran arkadaşları benimle beraber ilerlemeye davet ediyorum...." Devamını bloğundan okursunuz, hem sade bir şıklığı var bloğunun, eminim seveceksiniz.




Kedi Mırıltısı nickiyle bloğunda yazan Zeynep, hakkında bölümünde şunları yazmış: "Benim adım Zeynep. 1997 doğumluyum. Egeliyim. Küçüklüğümden beri yabancı dillere karşı hep ilgim olmuştur, özellikle de ingilizceye. Lise hayatımın son iki senesinde de edebiyata olan ilgim oldukça arttı. Bolca kitap okumaya ve denemeler yazmaya başladım..." Bloğunda gezi yazıları, müzik, kitap, özel zevklerine dair yazılar paylaşmakta.








Merhaba, ben Can. Çoğunlukla okur, bazen yazarım. Burayı kafa defteri olarak kullanıyorum. Burada kitap incelemeleri, alıntıları; ilgimi çeken konular ve karalamalarımı paylaşıyorum. Yazının Devamı Ve Daha Fazlası İçin : https://www.kafadefterim.com/


{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: fotoğraf ​M©MENT©S​' a aittir.


 

11 Ağustos 2019 Pazar

Baştanbaşa Balkanlar Gezisi 5





Videodaki şarkıda "Manastır doğum yerim, sende doğdum sensin benim cennetim" diyor. Şarkının sahibi, 1927 de Manastır' da (şehrin diğer adı Bittola) doğan ve 1954 de İzmir' e göç eden, 2009 da da  Karşıyaka' daki evinde ölen Hayri Demirovski. Burada marş gibi her yerde, herkesin söylediği bu şarkıyı, Elveda Rumeli dizisinden de hatırlayacaksınız. 

Sabah kahvaltı sonrası Ohrid' den yola çıkarak Resne-Manastır-Kalkandelen ve Üsküp yolculuğumuza başladık. (280 km) İlk varış yeri Resne idi. Burda İttihat ve Terakki' nin en ünlü 3 simasından biri ve Türk Yunan savaşındaki faydaları nedeni ile ünlenen Resne' li Niyazi' nin Sarayını ziyaret ettik. 

Rehberimizin anlattığına göre 1823 doğumlu, hayatını hürriyet ve ihtilal uğruna silah başında geçiren, bu uğra kellesini koyup dağa çıkan Niyazi bey iktidar için ilk kez geldiği İstanbul'da vapurdan iner inmez yankesici tarafından öldürülür. "Ne şehittir ne gazi, bok yoluna gitti Niyazi" lafının bu olay üzerine söylendiğini öğrendik. 

Müze olarak kullanılan sarayda, o esnada Türk sanatçıların da aralarında olduğu bir grupla birlikte sergileri olduğunu öğrenince bir kaç kare çektim. Ardından Manastır' da oldukça duygulu anlar yaşadığımız Askeri İdadi binasına geldik. Atatürk' ün eşyaları ve fotoğraflarının olduğu müzeyi gezdik. Anı defterine duygularımızı yazdık.
Üsküp' e geldiğimizde Müze binasını, Rahibe Teresa' nın evini ve onun adına yaptırılan ve henüz bitmemiş parkı gördük. Yunanıitan ile aralarında tartışma yaratan İskender heykellerini, çeşmeleri, havuzları, köprü ve üstünde bir kaç metre arayla edebiyatçıların, ressamların heykellerini izledik. 
Osmanlı eserlerinin, bedestenlerin ve eski çarşının olduğu kısım biraz bakımsız. Yerel halk, Arnavut belediye başkanının bu kadar çok heykel yaptırıp, kendi yaşadıkları bölgeye hizmet getirmemesini eleştiriyorlarmış. Haklı olabilirler, ancak bedeni olarak yapılacak işlerden bile imtina etmiş orda yaşayanlar, bunu doğru bulmadım. Gezdiğimiz bir medresenin bahçesi resmen çöplük içindeydi ve hemen yanında da cafe hizmeti veren yerler. Hizmet beklemek en doğal hakları ancak en azından kendi aralarında birlik olup temizliklerini sağlayabilirlerdi diye düşündük. 

Çarşıda alışveriş ve atıştırma için dolaştık. Üsküp' ün meşhur böreklerinden tadabileceğimizi düşündük ama oraya varış saatimizde hiç börek kalmamıştı. İyi ki Manastır' da yemeyi akıl etmişiz diye düşündük. Aslında Üsküp' ü yarım güne sıkıştırmayı içime sindiremedim. Doya doya gezip görmek istediğim yerler vardı. Akşam otele gidip ertesi gün uçuş için hazırlanırken, görmediğim diğer yerler ve Kosova için planlarımı şimdiden yapmaya başlamıştım.

Sana elveda diyemem Rumeli! 
Artık MERHABA 💓

Resne' li Niyazi Sarayı





Resne' li Niyazi avlanırken yaralı geyik bulup onu iyileştirip evcilleştirmiş.

Sarayın onarım görmeden önceki hali
Seramik sergisinden örnekler







Manastır saat kulesi

Saat Kulesi

"Manastırın ortasında, var bir çeşme.." diye bildiğimiz şarkıdaki ünlü çeşme

İshak Çelebi Camii


Manastır Çarşı




Manastır çarşısı
Mustafa Kemal Atatürk' ün ilk askeri eğitimini aldığı Manastır Askeri İdadisi





Öğrenciliği esnasında giydiği askeri kıyafetler



Ata' mıza olan duygularımızı dile getiren tur arkadaşlarımız
Manastır' dan Kalkandelen' e doğru giderken yol kenarlarında mezarlıklar gördük.

Savaştan arta kalan sadece mezar taşları maalesef.

Kalkandelen' de meşhur Alaca Camiyi ziyaret ettik.

1438 yılında Makedonya' da bulunan Osmanlı-Türk dini eserlerinden.






Bahçesindeki çeşmeden suyumuzu içtik.


Üsküp Müze binasındaki saat, 1963 teki deprem saatinde durmuş.

Mother Teresa Park

 yapımı hala devam etmekte

Rahibe Teresa evi

Rahibe Teresa

İskender
İskender heykeli




Makedonya Zafer kapısı



Arkeoloji Müzesi

Vardar nehri



İskender' in babası 2.Filip



Üsküp çarşısı

KapanHanı (medrese)

Kapan Hanı





Bir turda onlarca kişiyi memnun etmenin ne kadar zor olduğunu, turizm işinde çalışmış olanlar bilir. Gerçi aşağı yukarı herkes tarafından tahmin edilebilir. 
Herkesin mutlaka en az bir konuda şikayeti olur. 
Tüm bu hafta boyunca bizlerin herşeyi ile yakından ilgilenen, dağarcığındaki bilgileri bize yorulmadan aktaran, her soruya -tekrar sorulsa da- sabırla cevap veren sevgili rehberimiz Ramo Bibiç' e burdan da teşekkür etmek istedim. Veda şarkısı onun için :)




bitti






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






not: fotoğraflar ​M©MENT©S' a aittir.