aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Sessiz Aşk







Kahvesini karıştırmaya başladı. Masanın üstüne çantasını, gözlüğünü ve "telefon çalarsa duymayabilirim" düşüncesiyle cep telefonunu koydu. Zaman geçerken, o da düşüncelere daldı. 

O' nu beklemek ne kadar iyileştirici bir eylemdi. Önceki zamanlarda hayat sessizce akıp gidiyordu. Ne can sıkıntısı, ne de coşkulu bir an söz konusuydu. Hissizlik gibi bir duygu yayılmıştı zemine. O zeminden renkli bir şey inşa etmek de mümkün değildi. Sabah kalkmakla, akşam yatağa gitmek arasında yapılacak (tuvalete gitmek, ihtiyaçlarını gidermek, mutfağa yürüyüp çayı ocağa koymak, kahvaltılıkları dolaptan çıkarmak, kahvaltı etmek, bulaşıkları yıkamak, alışveriş yapmak, öğlen yemeği hazırlamak, ardından yemek, bulaşıkları yıkamak, akşam yemeğini hazırlamak, yemek-bulaşık, çamaşırı makineye koymak, asmak, ütülemek, dolaplara yerleştirmek, televizyon seyretmek, yatağa gidip uyumak vs) tüm eylemleri kurulmuş robot gibi sıralamak, yaşamak diye tanımlanabilirdi. Ama içine biraz aşk, biraz tutku, cinsellik katıldı mı, nasıl da başkalaşıyordu hayat. Beğenilme duygusu öne çıkıyordu ilk. Sonra yoğun aşk, özlemek, ilgi sırayı alıyordu. 


Birini gün boyu düşünmek, ne kadar çok vaktini alıyordu insanın. Bir bakış, bir gülüşü hafızada saklamak ve ona renkler, başka mekanlar eklemek işin keyifli yanıydı. Aslında herhangi bir işte çalışsaydı, mesela öğretmen olsaydı işini normal seyrinde devam ettirirken, arada kendi duygularını katıp, öğrencilere aşktan, sevgiden bahsedebilirdi. Bir bankacı olsaydı eğer, müşterilerinin hesap numaralarını farklı farklı boyutlarda ve renkli kalemlerle yazar, hesap defterlerine imza yerine içinden ok geçen bir kalp çizebilirdi. Ülkeyi yöneten biri olsaydı, her hafta sonu her mahallede sokak etkinliği düzenler ve her evin, apartmanın güle oynaya katılmasını sağlardı. Böylece evlerine kapanmış insanları   birbirine yakınlaştırır ve tanışıklıktan doğacak dostlukların muhabbetleri, ülkenin gökkubbesini sevgi rengiyle kaplardı.


Evlerin balkonlarında renk renk saksılarıyla çiçekler, rüzgar gülleri, rüzgar çanları olsa, çocuklar ellerinde köpük balonlar havaya üfleseler, meyva ağaçlarından tatlarıyla insanlara süzülse taneler, nineler dedeler "o, şu, bu" diye ayırmadan herkese hayır dualarını  etseler, bir dükkana, markete, kafeye girildiğinde herkes birbirine gülümsese, iyi dilekler sunsa fena mı olurdu?


İşte böyleydi O' nu düşünmek. İçi kıpır kıpır oluyordu. Sadece kendi mutluluğunu değil, herkesi mutlu görmeyi istiyordu. Öte yandan biliyordu ki hayat, kapının öte yanında yeni sınamalar için bekliyordu. Ama kendini çok güçlü hissediyordu. Bu hissi yaşamak için bir sürü prens etiketli kurbağa ile tanışmış ve vaktini geçirmiş olsa da, hepsinin nihai duyguya, olgunluğa ulaşmak için basamaklar olduğunu kabul ediyordu. 


Birden kalbi huzur ve ışıkla doldu. Başını kaldırıp baktığında, O çoktan gelmiş ve gülümseyerek karşısında duruyordu.


İşaret diliyle onu sevdiğini söyledi ve sarılarak öptü.







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: kullanılan gif googledan alıntıdır.





2 Temmuz 2019 Salı

Nefes alış










Oturduğu koltuktan hızla kalktı ve camı açtı. Dışardaki dehşet soğuğu ancak pencereyi açtığında anladı. Birisine bağıracakmış gibi ağzını açtı ve nefes almaya çalıştı. Oksijen ve soğuk aynı anda içini dolduruyordu. Bir yandan soğuktan titremeye başladı ama aldırmadı. "Ölüyorum Tanrım !" diye geçirdi aklından.

Ölmüyorsun ! Sadece imkânsız aşktan için acıyor.

"Ah işte bu beni öldürüyor !"

Aşk, normal bedende birinin ölüm sebebi olmamıştır hiç.

"Peki neden kalbim, elinde çivi olan biri tarafından çiziliyormuş gibi? Niye nefesim kesiliyor? Niye yüzümün çizgileri aşağı doğru?"

Çünkü istediğin şeye ulaşabilmek için çabalaman gerekeceğini biliyorsun da ondan.

Suçüstü yakalanmış gibi kabullendi ve "Hayat niye zor?" diye sordu.

Hayat, nasıl bakıyorsan öyle olmuştur, yeni bir şey söyle çocuk.

Pencerenin önünden ayrılıp çalışma masasının başına geldi ve klavyede aşk kelimesinin harflerine parmaklarıyla dokunduktan sonra yeniden nefes almaya başladı.










{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan görseller googledan alıntıdır.​





16 Haziran 2019 Pazar

Mucize ✨










"Yüzü pencereye dönüktü. Bahçe göz alabildiğine uzanıyor, yeşil çimenlerin bazı yerleri kelleşmiş, üstünde mevsime uygun sarı, turuncu, kırmızı yapraklar yuvarlanıyordu. Ağaçlar rüzgarın her esişinde hoyratlığa dayanamayıp yapraklarını teker teker bırakıveriyorlardı sonsuzluğa ve yeniden dirime.

Bu okul üç nesildir ailesine emanetti. Büyükbabası ile ona içinde kaybolacağı dev bir orman gibi gelen okul bahçesinde gezinirlerken, bir gün kendisinin onun yerine geleceği temennileriyle büyümüştü. Dedesi ve babasının ardından aldığı görevde; onlar kadar ses getirebileceğinden kuşku duysa da yeniliklere, zamana ayak uyduran yöntemiyle gençlerin ve aynı zamanda sisteme, gelenekçi tutumu yumuşak bir şekilde yerleştiren yapısıyla da ailelerin gönlüne yerleşmesini bilmişti.

Zaman öyle hızla akıp gitmişti ki, şairin dediği gibi "yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği" aklına gelmezdi. Şiirin devamındaki gibi "sevgileri yarınlara bırakmamıştı" asla. Çok sevmişti hem dünde, hem bugünde, hem yarında. 

Okula yeni ders yılında gelen genç öğretmenlerdendi. İlk görüşte kalbinin, göğüs kafesini yırtarak ona koşmak istediğini bugün gibi hatırladı. Ortak ilgi alanlarını keşfetmek için farkettirmeden etrafında dolaşıp, en ufak bilgiyi bile kaçırmıyordu. Onun üstüne düşmeden  ama ilgisini de belli edecek tekliflerde bulunuyor, her seferinde "ya kabul etmezse"  endişesini yaşıyordu. Ne kadar uzun gelmişti bu yakınlaşma süresi ona. Sonunda ilk yemek   teklifini ettiğinde, o da yanakları pembe pembe gülümseyerek "evet" demişti.  Sonrasında hislerini yavaşça itiraf etmiş ve onun da bu ilgiye cümleleriyle sıcak baktığını görünce aklını kaçıracağını sanmıştı mutluluktan."


********************

Sıkılmıştı. Aynı tarz öyküleri okumaktan fena halde sıkılmıştı. Göz kapaklarını oğuşturdu. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayıp, elindeki dosyanın en son sayfasını açtı:

******************

Bir hayat üzerine yıkıldı adamın. Hem iki gözünden birini, kalbini, ruhunu kaybetmişti, hem de ikisinin mutluluğunun ışığı olan bebeği. O gün; aldığı karardan oldukça emindi ama şimdi tek başına, yaşadığı mutluluğun izlerini fotoğraf karelerinde seyrediyordu. 

Belki hayat, hepimize birşeyleri işaret ediyordu... olanları görmek ve tüm kalbiyle algılamak ise bize kalıyordu."


SON 



*****************
Dosyanın kapağını kapattı. Okuduğu şeyin fazlasıyla duyguları sömürdüğünü düşündü. Yorgundu, dosyayı masaya gelişigüzel bıraktı ve gözlerini oğuşturdu. Merakla sonucu bekliyordu bunu yazan kişi. Artık daha fazla oyalayamayacaktı. Her defasında sekreteriyle muhatap olmaktan sıkılmış bir ses tonuyla konuşmuştu en sonuncusunda. Oysa böyle kaç taslak okuduğunu bilseydi, bu kadar üsteler miydi acaba?

Bu tarz hikayeler çok fazla yazılmıştı. İki aşık, düzgün bir aile yaşantıları var. Herşey tam yolunda gidecekken çiftten biri mutlaka hastalanır ve ölümcüldür durumu. vs vs. Evet anlatımı iyiydi, kelimeleri seçişi, cümleler arasındaki ahenk ama olmazdı işte olmazdı. Yarın ona neler söyleyeceğini düşünmek istedi ama başı çatlayacak kadar ağrıyordu.  Işıkları kapadı ve yatak odasına gidip, kendini uykuya teslim etti.

********************

Geceyarısı diğer odadan gelen sese uyandı. Gözkapakları birbirine yapışmış gibi açılmıyordu sanki. Elleriyle iyice oğuşturdu ve üstüne birşey alarak odaya doğru yürüdü.  Çalışma odasının kapısını kapattığına emindi. İçeri girdi, herşey yerli yerinde gözüküyordu, yolunda olmayan bir şey yok gibiydi. İçinden "beni uyandıran neydi acaba?" diye düşündü, eliyle boşver işareti yaptı ve tam dönüp gidecekken birden masadaki ışıltılı notu farketti. 

Merakla masaya yaklaştı, lambayı yaktı. Yatmadan önce okuduğu dosyanın kabı duruyordu ama içinde kağıtlar yoktu, bomboştu. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı ve üstüne bırakılan notu eline aldı. Bu nesne kağıt gibi de değildi aslında, ipek ve tüy karışımı bir dokusu vardı ve üstünde mürekkep yerine ışıltılar saçan altın tozu kullanılarak yazılmış, uçar gibi duran elyazısı vardı.

***************


"Sayın Bay,
Eşimle yaşadıklarımızı anlamanız için gerçekten aşk duygusunu tüm damar uçlarınızda bir kez hissetmiş olmanız gerekir. Bunu hiç hissetmediğinizi anlamış bulunuyor ve üstünüzde yük olan dosyayı sizden alıyorum."


***************

Senenin sonlarına doğru yayınlanan bu eser, 7 dilde çeviriyle satış rekorları kırdı. 










{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: yazıda kullanılan görsel google' dan alıntıdır.



14 Şubat 2017 Salı

​(ღ˘⌣˘ღ)











Sevgililer günü için en iyi şarkı bence ! 









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-

11 Şubat 2017 Cumartesi

metroda ღ (*)








İşten çok yorgun çıkmıştı. Masasını toparlayarak, çantasına evrakları tıkıp, alışveriş poşetleriyle birlikte hemen sokağa atmıştı kendini. Oldukça yorucu bir haftaydı. Suçlularla uğraşıyordu. Hapishaneye girmiş ancak iyi halden dışarı çıkmış suçluların gözetim memuruydu. Her gün belli sürelerde ofisine uğramak, imza atmak, kendilerine verilen işe gitmek ve dürüst bir vatandaş olma yolunda olduğunu ispat etmek durumundalardı bu kişiler. Ayak bileklerindeki elektronik kelepçe de, onlara çizilmiş sınırdan dışarı çıkmamaları gerektiğini, aksi takdirde güvenlik güçlerince yakalanacaklarını ve tekrar hapishaneye döneceklerini biliyorlardı.

Zor işti bu; uyumlu, mülayim insanlar da vardı, çok saldırgan olanları da. Bir keresinde bir suçluyla konuşma esnasında, ona neden işe gitmediğini sorduğunda, üzerine yürümüştü. Konuşmanın normal seyrinde devam etmeyeceğini algıladığından hemen belindeki düğmeye bastı da, görevli arkadaşlar süratle yetiştiler. Korkmamıştı ama bir insanın bu noktalara gelmesindeki etmenleri epey düşünmüştü.

Metro istasyonuna doğru yürüdü. İşi ile evi arasında metro kullanıyordu. Trafik dünyanın her yerinde aynı sıkıntıyı yaşatıyordu insanlara, en iyisi toplu ulaşım araçlarıydı. İki dakika sonra istasyona geldi metro ve bindi. Kendine oturacak bir yer buldu. Elindeki torbaları da ayağının sağına soluna koydu. Bu arada yanındaki boş koltuğa da genç bir adam oturdu. Alyssa, adamın onu rahatsız etmemek için koltuğa yarım oturduğunu farketti, hemen torbalarını biraz daha kendine doğru çekerek, "Rica ederim rahat oturun, yer müsait" dedi. Genç adam "Ben iyiyim, teşekkür ederim" dedi gülümseyerek.
Yol boyunca aralarında harika bir sohbet başladı. Kenny, mimardı, bekardı, ona bir durak uzaklıkta oturmaktaydı. O kısa konuşmada Alyssa' da üstü kapalı işinden bahsetti -toplum içerisinde ilgiyi üstüne çekmekten hoşlanmayan karakterdeydi-, evinde siyam kedisi beslediğinden, haftasonunda keyif aldığı şeylerden, sinemadan, kitaplardan, müzikten ve yemeklerden bahsettiler. Her ne kadar alçak sesle konuşmaya çalışsalar da metroda herkes onların sohbetine dikkat kesilmişti. Bu da rahat sohbet etmelerini engelliyordu aslında. Alyssa' nın aksanı da buna sebep oluyordu. Çünkü onun babası İngiliz, annesi Türk' tü ve uzun yıllar Türkiye' de yaşadıklarından aksanı bir İngilizinki gibi değildi. Bu sohbette Kenny' de ona bunu sorduğunda çok hoş bir anekdot aktarmıştı hemen Alyssa' ya. İngiliz kız arkadaşı bir doğum günü partisinde, Türk bir delikanlı ile tanışmış, aşık olmuş ve evlenmişlerdi.

Bir ara Kenny ona, "Hafta sonu ne yapıyorsun?" diye sordu. Alyssa ise yanlış algılayarak, genelde haftasonları yaptığı şeylerden bahsetti. Daha sonra neden sorduğunu farkedince, herkes onları dinlediğinden lafı çeviremedi de. Derken Kenny bir durak sonra ineceğini söyledi, ona güzel dileklerde bulunarak tanıştığı için memnun olduğunu, güzel sohbet için teşekkürlerini belirtti ve indi.

Eve geldiğinde elindeki paketleri girişe bıraktı ve salondaki kanepeye kendini attı. Siyam kedisi de hemen kucağına atladı. Alyssa kediyi okşarken, bu güzel karşılaşmanın üzerinde bıraktığı hoş duyguları gülümseyerek düşündü. Onun sorusunu doğru algılamadığı ve hafta sonu için belki de çok keyifli olacak bir görüşmeyi de böylelikle kaçırdığı için kendine kızdı. Bir kez karşılaşan, bir çok defa da karşılaşabilirdi. Sonuçta çok yakın oturuyorlardı. Gece boyunca onun insana sakinliği geçiren ses tonunu düşündü. uzun süredir hayatında suçlular ve yalan ilişkilerden başka elle tutulur bir şey yoktu. 

Işıkları kapattı ve yatağına yattı. Elinde kitabı bir iki satır okuyordu ki, birden sıçradı. "Metro gazetesi !" diye bağırdı. Metroda sohbet ederlerken ikisinin de elinde metro gazetesi vardı ve ikisi de bu gazeteyi sevdiklerinden ve bir çok semt haberlerini burdan okuyup faydalandıklarından bahsetmişlerdi. Üstelik bu gazetede, insanların birbirlerine bıraktıkları mesajlar da yayınlanıyordu. Bunu hatırladığına öyle sevindi ki, yataktan kalktı ve cebinden text mesajı gönderdi hemen gazeteye. 

"21 Temmuz günü Morden - Edgware metro hattında Golders Green durağında inen mimar Kenny' e; sohbetinden çok keyif aldım, bir daha görüşmeyi çok isterim. Sevgiler, Brent Cross' da oturan Alyssa :)" mesajı metro gazetesinde yayınlanmıştı.

Kenny, sabah evinden çıkıp, metro istasyonuna yürüdü, büfeden hemen bir metro gazetesi aldı ve seyahat kartını gişeden okutarak, istasyondaki metroya yetişti. Bir koltuğa oturdu ve gazetesini okumaya başladı.





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


(not: fotoğraf Google görsellerden)
(tekrar yayındır)


7 Şubat 2017 Salı

g/astronomi (6) (*)




*****************


Baran, “of off” cümlesinden itibaren yazdığı tüm kağıtları eline aldı ve buruşturup köşede duran çöp kovasına fırlattı. Tam o esnada telefon çaldı. Yayınevinden arıyorlardı. Bu son öykünün geciktiğini, elini çabuk tutmasını söylüyordu ahizenin ucundaki yayınevi sahibi. Konuşmasını bitirdikten sonra ahizeyi sertçe yerine koydu. 

Sipariş öykü yazılırsa böyle olur işte diye düşündü. Bu projeden bahsedildiğinde ilgisini çekmişti aslında. Bir kaç yazar, kendilerine verilmiş başlıktan yola çıkarak birer hikaye yazacak ve bu kitap olarak basılacaktı. Film dünyasında bir çok yönetmenin bir araya gelerek, kendi bakış açılarını sergiledikleri eserler gibi, onlar da bir kitapta bir araya geleceklerdi. 

Ancak rahatsızlığının tam da bu döneme denk geleceğini bilmiyordu. Planlanmayan bir çok şey daha olmuştu. Hayatının orta merkezindeki kadın, bir başkasına aşık olduğunu söyleyerek gitmişti. Verilen konuya odaklanmaya çalışırken, eli ister istemez bir aşk öyküsüne doğru gidiyordu. Öte yandan daha çok taze olan yaralarını, kimseye göstermeden sarmaya çalışıyor, iki aşık  insan arasında oluşması beklenen sahneleri yazarken ise; kalbi isyan ediyor, dünyadaki bütün aşkların gelip geçici olduğunu haykırmak istiyordu. Bu yüzden öykünün içine aniden kendini de katmış olduğunu farketti ve yazdıklarını silip attı. 

Bir aşk; kağıtlar üstünde başlamayı bekliyordu. Başka zaman olsa, bir gastrolog ve astronomi uzmanının aşkını yazmak onun için dünyanın en kolay şeyi olabilirdi. Ancak şimdi, şu anda bir aşk acısı içindeydi ve bir aşk’ ın nasıl filizlendiğini, geliştiğini anlatacak enerjisi kalmamıştı. Öyle üzgündü ki, neredeyse bir ayda on yıl birden yaşlanmıştı.

Üç hafta önce sevdiği kadının gidişinden sonra kalbinde bir ağrı hissetmiş ve aniden olduğu yerde bembeyaz kesilerek bayılmıştı. Acilen hastahaneye kaldırılmış ve arka arkaya bir çok tetkikten geçtikten sonra doktoru “Sizde Ventriküler Septal Defekt var” demiş, daha sonra da kalp karıncığında delik olduğunu ekleyerek anlamasını sağlamıştı. Doktor, daha önce bir rahatsızlığı olup olmadığını sorduğunda aldığı cevabın “hayır” olmasına şaşırmıştı. Genellikle doğumsal bir rahatsızlık olarak tanımlanan bu hastalığın, eğer o yaştan beri varsa Baran’ ı bu yaşa kadar taşıması bir mucizeydi ama çocukluğundan itibaren hiç bir rahatsızlığı olmadığından, bunun yeni gelişen bir durum olması belki de son yaşadığı olaylara bağlanabilirdi. Ameliyat demişti doktor ancak Baran’ ın kan ve vücut değerlerine baktığında bunu hemen yapamayacaklarını anlatmıştı ona. En azından iki hafta iyi beslenecek ve dinlenecekti. Stresten uzak, ameliyata hazırlanmasını tavsiye etti. Haftada bir hastahaneye gelip kontrollerini yaptıracaktı.

Baran o zamandan beri evden dışarı çıkmadı. Hikayeyi yazabilmek için verdiği çaba, onu uykusuz, gıdasız ve bakımsız bırakmıştı. Bunların hiç bir ehemmiyeti yoktu onun için, kalbinin iki karıncığı arasında delik oluştuysa, hayatla arasındaki bağın da kopukluğunu ifade ediyordu bu ve onanmayacak bir kalbi taşımanın da anlamı yoktu. 

Tekrar masanın başına oturdu ve yazmak için en başa, aşçı Ege ile astronom Deniz’ in hikayesine döndü. Artık ikisini birlikte tadacakları limonlu kurabiye ve aşka dalacakları buluşmaya hazırlamak için cümleyi yazacaktı ki, birden kolu uyuşmaya, nefes alamamaya başladı. Bir el sanki kalbini bir yandan sıkıyor, bir yandan bıçaklıyor gibiydi. Herşey bir anda oldu bitti. Sandalyesinden yere yuvarlandı, ağzından “aşk” a benzer bir kelime hırıltıyla çıktı ve o son nefesi oldu.


************

Basılacak kitaba yine de Baran’ ın hikayesini aldılar, devamını diğer yazarlar tamamladı. Geride aşk acısıyla biten hayatına inat, tohumlarını attığı bir aşk hikayesi bıraktı.

Gökyüzünde bir yıldızın kayıp gittiğini görürseniz, onlar Baran’ ın cümleleriyle  kavuşamayan ve onun acısını yaşayan Ege ile Deniz’ in yıldızıdır.






(bitti)




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-







not: fotoğraf ​Google görsellerden alıntıdır.



6 Ocak 2017 Cuma

bir minik bezelye (*)





O gün, konser salonundan en son o çıktı. Gözü gibi sevdiği enstrümanını bile yanına almadı. Konser şaşaasını taşıyan elbisesinden kurtulup, sade giysileriyle kendini dışarı attı. Kapıdaki görevli arabasını getirtebileceğini söylüyordu ki, elini gerek yok der gibi kaldırdı ve hızla çıktı. 

Hava, sabaha nazaran oldukça serinlemişti. Yakalarını kaldırdı, içine derince çektiği nefesini bırakırken bir duman çıktı ağzından. "Sigaramın dumanına sarsam....." diye mırıldandı önce, "nefesimin sıcağına sarsam" diye değiştirdi sonra sözcükleri. Nereye kadar gideceğini bilmiyordu ama Harbiye' den Taksim' e giden yol üzerinde buldu bedenini. Bütün gün bu anı beklemişti. Kendiyle kalacağı anı. Aslında artık sadece kendisi yoktu. Bundan sonrasında ne yapacağını iyice düşünmesi gerekiyordu belki.

Belki de hiç bir şey olmamış gibi gidip herşeyi temizlemek, sıfırlamak. Korkuyordu. Günlerdir ne olduğunu anlayamadığı bir yorgunluk içindeydi. Ne kadar çok uyusa, bir o kadar daha uyuyabileceğini farkediyordu. Herkes bir şey öneriyordu, uygulasa da sonuç aynıydı. Şu konserin provalarını nasıl çıkarttığına hala şaşırıyordu. Sırf bir aksilik olmasın diye konser günü, salona yakın oturan bir arkadaşında kalmıştı. 

Çok fazla yemeye başlamıştı ayrıca. Bir aşk acısından sonra mutlaka buzdolabı en iyi arkadaşı olurmuş ya insanın, o hesap, o da sürekli dolaptan bir şeyler taşıyordu gömüldüğü koltuğa. Konserden haftalar önce ziyarete gittiği arkadaşı, şaşkınlıkla ağzı açık izlemişti, onun yatana kadar sürekli birşeyler yemesini. "Bak sana söylüyorum, bu gidişle 100 kilo olacaksın, taşımak için enstrümanına değil, sana yardımcı olacaklar, söylemedi deme" demişti işaret parmağını yüzüne doğru sallayarak.

İşte bu da elinde değildi. Tamam farkındaydı ama sürekli dipsiz bir kuyuya atar gibiydi yiyecekleri sanki, fazla değil 15-20 dakika sonra midesinde açlık hissi meydana geliyordu. Tüm bunların bir depresyonu işaret ettiğini düşünüp, konserden sonra bir psikiyatristle görüşmeye karar vermişti zaten. Evet farkındaydı, onca sevdiği enstrümanından bile haz alamadığının, en sevdiği Vivaldi, Schubert eserlerinde bile vücudunun uykuya teslim olduğunun, sabah kalkar kalkmaz ilk iş müzik kutusunu açmak yerine hemen mutfağa koşup ağzına bir şeyler tıkıştırdığının.

Hiç tahmin edemediği bir şey vardı. Bütün bu konser koşturmacaları sırasında aylık periyodunun aksadığını farketmedi. Herşey öyle yoğundu ki; elbise provalarından, konser provalarına koşturması, tüm bunların üstüne sevgilisinin ilişkiyi bir süre dondurmaktan bahsetmesi allak bullak etmişti onu. Konuşmaya bile fırsat bulamadan, gelen bir teklifi değerlendiren sevgilisi, uçağa atladığı gibi uzaklara gitmişti. Ne ağlayacak vakti oldu, ne de kederlenecek, dert yanacak. Tüm bu yaşadıklarını ise bedeninin bir isyanı olarak değerlendirmişti.

Konserden bir gün önce minik ajandasında, gözleri tarihe takıldığında bütün vücudu donup kalmıştı. Herşeyin stresten olabileceğini düşündü ve bu düşünce onu kısa süreli de olsa rahatlattı. Ama bunu kesin öğrenmenin bir kaç yolu vardı. Eczaneye gitmek ya da bir laboratuvara uğramak. Konserde bu düşüncelere odaklanmamak ve net sonuca ulaşmak için laboratuvara gitmeye karar verdi. 


bezelye çocuk ile ilgili görsel sonucu

Prova arasında telefon ettiğinde sonucu öğrendi. İçinde bir başka canlıyı taşıyordu. Hiç bir şey hissedemedi. "İçimde büyüyen bir canlı var" dedi şaşkınlıkla. Prova boyunca aklı notalarla bu mesaj arasında gidip geldi.

Konser bitiminde, yaşadığı gerilime daha fazla dayanamayarak halsiz düşen bedenini alıp hemen kendini sokaklara attı. İşte şimdi herşeyi biliyordu ve tek başınaydı. Bir bezelye kadar canlıyla birlikte, sokaklarda yürüyordu. Karmakarışık duygular sardı yüreğini. "Sevdiğin birinden ve senden bir parça taşıyorsun" dedi. "İyi ama niye korkuyorum? Her yemek yediğimde onun daha da büyüdüğünü düşünüp,  sanki içimde büyüyen bir canavarmış gibi korkuya kapılıyorum?" Gözleri doldu. "Yalnızsın, bu kocaman duyguyu tek başına yaşıyorsun, belki o yüzden" dedi ve gözyaşları akmaya başladı. İçinde onun yediklerini ondan önce tüketen bir canlıyı düşünmek, yalnız olmak, tek başına birinin sorumluluğunu üstlenmek, sürekli yorgun olmak, ona destek verecek, heyecanlarını, ağrılarını, korkularını paylaşacak birinin olmaması bu tabloyu daha da karartıyordu. Yürüdüğü yollarda kaldırımlar gözyaşlarıyla ıslandı. 

Taksim meydanında büfelerin önüne geldiğinde midesi kazınıyordu artık. Onu içeri buyur eden garsonun yüzüne neden şaşkınlıkla baktığını anlaması için aynaya bakması yeterli oldu. Gözündeki bütün boyalar akmış ve nerdeyse bir palyaço makyajı havasına bürünmüştü yüzü. Haline gülmeye başladı, eline bir mendil alıp silerken, garsona 3 ıslak hamburger, bir sosisli, bir dönerli-kaşarlı dürümle, bir ayran ve bir limonata siparişini de çoktan vermişti.






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


not: görsel Google'dan alıntıdır.
      08.02.2011 de yayınlanmış, tekrar yayındır.


2 Ocak 2017 Pazartesi

coşku (*)




Kapıdan içeri neredeyse hoplaya zıplaya giren arkadaşına baktı ve gülümseyerek, "Yine mi aşık oldun kız?" diye sordu. Yanakları pembe pembe kızaran kadın, "Evet! Ama bu sefer gençlik duygularımı yaşıyorum" dedi. Soran gözlerle karşılaşınca da, anlatmaya devam etti.

Kadın aşık oluşunun tüm öyküsünü müthiş coşkulu anlatırken, arkadaşı onu seyretmeye başladı. 

Belki bu aşk da bitecekti, tıpkı diğerleri gibi. Hem zaten aşka bile bir ömür biçilmemiş miydi? "Üç vakte kadar" denilecek bir zaman diliminde yaşanıp bitecek duygular için hırpalanan insanoğlu ve kızının, en çok başlangıçtaki yükselen duygularını izlemekten keyif alıyordu o. Özellikle bu esnada tutkuyu yaşayan kişilerde zenginleşen kelime haznesini, hayatı müzikale çeviren şarkı söyleme halini, gözlerin sürekli ışıldamasını, her daim yüzdeki mutluluk ifadesini, her ayrıntının farkına varılıp neşeyle tezahürat yapılmasını, tükenmeyen coşkuyu ve saçmalamasını seyretmeyi.

İşte karşısındaki kadın da, tam bu safhadaydı. Anlattığı detaylardan aslında bu adamla bu ilişkinin yürümeyeceğini görüyor fakat kadının çocuksu, saf mutluluğuna ilişmeye kıyamıyordu. Hem biliyordu ki bu durumda söyleyeceği tek olumsuz söz, kadını sadece kısa bir an durduracak, sonra "ama...." larla her lafı geri püskürtecek bir açıklaması olacak, belki de bu süreçte ona kırılıp, biraz uzaklaşacağı bir durum yaratacaktı. Ayrıca yaşanması gerekenler, yaşanmalıydı. Hayattaki tecrübelerin, tek başına yaşanıp özümsenenler olduğuna inancından dolayı, buna müdahale etmesinin çok anlamsız olduğuna karar verdi.

Düşünceleri durdurdu ve duygularını odanın her yerine saçmış arkadaşına, mutluluğunu paylaştığını ifade edercesine sarıldı ve yorulana kadar onu dinledi.



{ಠ,ಠ}
|)__) 

-”-”-









not: Bu yazı tekrar yazıdır. Öncesi için tık.







18 Mayıs 2012 Cuma

aşk








Kahvesini karıştırmaya başladı. Masanın üstüne çantasını, gözlüğünü ve "telefon çalarsa duymayabilirim" düşüncesiyle cep telefonunu koydu. Zaman geçerken, o da düşüncelere daldı. 

O' nu beklemek ne kadar iyileştirici bir eylemdi. Önceki zamanlarda hayat sessizce akıp gidiyordu. Ne can sıkıntısı, ne de coşkulu bir an söz konusuydu. Hissizlik gibi bir duygu yayılmıştı zemine. O zeminden renkli bir şey inşa etmek de mümkün değildi. Sabah kalkmakla, akşam yatağa gitmek arasında yapılacak (tuvalete gitmek, ihtiyaçlarını gidermek, mutfağa yürüyüp çayı ocağa koymak, kahvaltılıkları dolaptan çıkarmak, kahvaltı etmek, bulaşıkları yıkamak, alışveriş yapmak, öğlen yemeği hazırlamak, ardından yemek, bulaşıkları yıkamak, akşam yemeğini hazırlamak, yemek-bulaşık, çamaşırı makineye koymak, asmak, ütülemek, dolaplara yerleştirmek, televizyon seyretmek, yatağa gidip uyumak vs) tüm eylemleri kurulmuş robot gibi sıralamak, yaşamak diye tanımlanabilirdi. Ama içine biraz aşk, biraz tutku, cinsellik katıldı mı, nasıl da başkalaşıyordu hayat. Beğenilme duygusu öne çıkıyordu ilk. Sonra yoğun aşk, özlemek, ilgi sırayı alıyordu. 

Birini gün boyu düşünmek, ne kadar çok vaktini alıyordu insanın. Bir bakış, bir gülüşü hafızada saklamak ve ona renkler, başka mekanlar eklemek işin keyifli yanıydı. Aslında herhangi bir işte çalışsaydı, mesela öğretmen olsaydı işini normal seyrinde devam ettirirken, arada kendi duygularını katıp, öğrencilere aşktan, sevgiden bahsedebilirdi. Bir bankacı olsaydı eğer, müşterilerinin hesap numaralarını farklı farklı boyutlarda ve renkli kalemlerle yazar, hesap defterlerine imza yerine içinden ok geçen bir kalp çizebilirdi. Ülkeyi yöneten biri olsaydı, her hafta sonu her mahallede sokak etkinliği düzenler ve her evin, apartmanın güle oynaya katılmasını sağlardı. Böylece evlerine kapanmış insanları   birbirine yakınlaştırır ve tanışıklıktan doğacak dostlukların muhabbetleri, ülkenin gökkubbesini sevgi rengiyle kaplardı.

Evlerin balkonlarında renk renk saksılarıyla çiçekler, rüzgar gülleri, rüzgar çanları olsa, çocuklar ellerinde köpük balonlar havaya üfleseler, meyva ağaçlarından tatlarıyla insanlara süzülse taneler, nineler dedeler "o, şu, bu" diye ayırmadan herkese hayır dualarını  etseler, bir dükkana, markete, kafeye girildiğinde herkes birbirine gülümsese, iyi dilekler sunsa fena mı olurdu?

İşte böyleydi O' nu düşünmek. İçi kıpır kıpır oluyordu. Sadece kendi mutluluğunu değil, herkesi mutlu görmeyi istiyordu. Öte yandan biliyordu ki, hayat kapının öte yanında yeni sınamalar için bekliyordu. Ama kendini çok güçlü hissediyordu. Bu hissi yaşamak için bir sürü prens etiketli kurbağa ile tanışmış ve vaktini geçirmiş olsa da, hepsinin nihai duyguya, olgunluğa ulaşmak için basamaklar olduğunu kabul ediyordu. 

Birden kalbi huzur ve ışıkla doldu. Başını kaldırıp baktığında, O çoktan gelmiş ve gülümseyerek karşısında duruyordu.

İşaret diliyle onu sevdiğini söyledi ve sarılarak öptü.









not: fotoğraf cinemagraphs  sitesinden alıntıdır.



27 Şubat 2012 Pazartesi

karşılık bulmak









Aşk zorluklar getirir, o doğru, fakat onun iyi tarafı, enerji verdiğidir.

V. Van Gogh






Vücudu soğuktan kaskatı kesilmiş halde uyandı. Nerde olduğunu algılamaya çalıştı. Bakışlarını sol tarafa çevirdiğinde onu gördü, yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Soğuktan büzülmüş halde yan tarafta uyuyordu. Elini uzatıp, solgun yanağını okşadı. Bu dokunuş adamı uyandırdı.

Doğrulmaya çalıştığında, elleriyle belini tutmaya çalışarak "Of her yanım tutulmuş, ağrıyor!" dedi adam yüzünü buruşturarak. Kadınsa, dışarda fırtına ve kar yağışının olduğu günde, bir arabanın içinde yanyana koltuklarda uyanmanın romantik düşüncesiyle, yüzünde hülyalı bir tebessüm "Biliyor musun, bu bizim için ilkti" dedi. Adam hala vücudunun yumuşak ve rahat bir yataktan  kalkmamasından muzdarip, orasını burasını oğuşturarak, kadının cümlesinin havada asılı kalmasına aldırmadı.

Kadın yineledi cümlesini, "Bu bizim birlikte uyuduğumuz ilk akşam ve uyandığımız ilk sabah".

İşte bu kadar basitti yaşama ve olaylara bakış ya da bu kadar karmaşık ve abartılı. Kimin hangisini, neyi seçeceği belli olmuyordu. Bazen duyarsız taraf bir diğeri oluyordu, bazen de öteki. 

Peki, ya her ikisinin de aynı anda çarpıştığı olmaz mıydı hiç?

Olurdu elbet!.. Oluyordu...





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


13 Ekim 2011 Perşembe

atıl aşklar (3)







Hırpani kılıklı adam, kendi hayatından oldukça uzak olan tüm bu kavramlarla beraber, kalbinde yeniden bir şeyler hissetmeye başladı. Çok uzun zamandır en diplere gömdüğü hissiyatla birlikte, yaşadığı hayattan çıkıp bambaşka bir hayatın kapısından içeriye girmişti. Yeniden hissetmemekte kararlıydı. Silkelendi ve gecenin soğuğuna aldırmadan, önündeki yığına rasgele elini daldırdı.

1970 li yılların sonuna doğruydu. Bir aile, şehre yakın sayfiye yerinde yazlık ev kiralamış, ailecek yazın keyfini çıkarmaktaydılar. Ailenin küçük kızı, her fırsatta mendirekten denize girmeye gidiyordu. Sevimli ve gelişmekte olan bir kızdı. Yüzünde masumiyet, yüreğinde ve davranışlarında samimiyet vardı. Çabucak kendine yeni arkadaşlar edindi. İki sene sonra üniversite sınavına girecekti, büyük hayalleri vardı. 

Karşı apartmandan bir arkadaşı onu epey kalabalık bir grupla tanıştırdı. Hemen kaynaştı onlarla. O yaz tavlayı öğrendi ve bu konudaki başarılarını sergilemeye başladı. Bu arkadaş grubunun içinde, üniversitede okuyan biri ilgisini çekmişti. Onu her gördüğünde heyecanlandığını farketti. Bir gün genç adam, kızla sohbet edip, ona sorular sordu. Neler yaptığı, hangi okulda okuduğu, üniversitede ne okumak istediğiyle ilgili bir sürü sorular. Kızın kalbi, ağzından çıkacak gibiydi ve her soruya cevap vermeye çalışıyordu. 

Ona bazı yazarların kitaplarını tavsiye etti. Kız o kitap listesini özenle sakladı. Ve şehre gittiği ilk fırsatta o kitapların hepsini edindi. Farketti ki, kalbi ona aşık. Oysa onun bundan haberi bile yoktu. Genç adamın ailevi sorunları vardı. Anne babası ayrıydı ve çocukluğundan beri tatsız zamanlar geçirmiş, gençliğine de sinirli bir hal olarak yansımıştı bu durum. Çok fazla konuşkan biri olmamasına rağmen genç adamın o gün nasıl olup da onunla sohbet ettiğini yıllar sonra bile düşünmüştü kız. 

Bir gün topluca diskoya gitmeye karar verdiler. Ailesi kızı yalnız göndermeyecekleri için yanına ablası ve onun nişanlısı da katıldı. Sitenin önünde epey kalabalık bir grup toplanıp, 4 km uzaktaki diskoya gitmek üzere araçlara bindiler. Kız, müziğin ve dansın onları yakınlaştıracağını hayal ediyordu. Gece boyunca çok eğlendiler ama o, hep onun gelip kendisini dansa kaldırmasını bekledi ve nihayet beklenen oldu. İnanamıyordu kız, yüreği vücuduna sığmıyor, nefes almakta zorlanıyordu. 

Ne zamandır beklediği andı bu. Onun kollarındaydı, arada gözlerine bakmaya çalışıyor ama çarçabuk kaçırıyordu, yüzünden bütün duygularını anlamasın diye. Dans ettikleri parçayı hafızasına kazıdı. "Nights in white satin". Kendini şarkıdaki gibi beyaz saten gecede hissetti, onun kollarında uçuyor gibiydi. 

Gece bitti ama genç adam alkolü fazla kaçırmıştı ve davranışları biraz daha kontrolsüzleşmişti. Dönüş için araçlara bindiler. Genç adam, kızın oturduğu koltuğun hemen arkasına yerleşti. Onun orda olduğunu bilmek kızı daha da heyecanlandırdı. Bir ara saçlarında gezinen bir el hissetti ama hiç ses etmedi. "Onun da kalbi benim için atıyor mu acaba?" diye düşündü o gece sabaha kadar kız. Ertesi gün onu göremedi ama diğer arkadaşlardan alkol yüzünden zor bir gece geçirdiğini öğrendi. 

Sonraki günlerde onu görebilmek için çırpındı. Yaz bitiyordu. Herkes yavaş yavaş yazlık evleri kapatıp dönme telaşına girmişti. Onu son bir kez daha gördü kız ama oldukça ilgisiz davrandı, o gece hiç yaşanmamış gibiydi. Kendisinin hissettiği duyguların birazını hissetseydi, şehire dönmeden ona yakınlığını belli ederdi diye düşündü kız. O geceye ait yaşadıklarının, sadece alkol zafiyeti olduğunu anlaması için hayatında bir kaç tecrübe edinmesi gerekecekti. 

Yaz bitti, herkes normal yaşantısına döndü. Kız ise bu platonik aşkı 2 sene daha içinde burgu gibi taşıdı.



{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


(Kullanılan görsel google' dan alıntıdır.)



11 Ekim 2011 Salı

atıl aşklar (2)







Adam bağdaş kurduğu kaldırımda iç geçirdi ve elini yeniden önündeki yığına uzattı. Bu sefer 1990 lı yıllardan yaşanmamış bir öykü geçti eline. Adamla kadın aynı şirkette çalışmaktadır. İkisi de evlidir. Kadının evliliği bir çocuktan sonra kopma raddesine gelmiştir. Aralarında hiç bir sevgi kırıntısı olmadan, yıllardır aynı evde yaşamayı sürdürmektedirler mecburiyetten. Adam ise yeni evlenmiştir ama evlilik öncesinde aileler arasında, son derece yıpratıcı ilişkiler yaşanmıştır. Gizli bir kızgınlığı sürdürmektedirler birbirlerine farkında olmadan.

Tam bu esnada kadınla adam, şirket için çok önemli bir projede birlikte çalışacaklardır. Daha önce birbirlerini tanıdıkları halde, ilk yanyana gelişlerinde müthiş bir elektriklenme hissederler. Gittikçe birbirlerine duygularını hissettirerek yakınlaşırlar. Çalışma saatlerini mesai dışına çıkartarak daha fazla birlikte zaman geçirmeye, sohbet etmeye başlarlar. 
Kadın uzun zamandır biriyle bu kadar sıcak bir sohbeti paylaşmadığını farkeder. Adam da, bir kadının ilgisini ne kadar özlediğini. Akşamları ne kadar geç gidiyorlarsa, sabah da o kadar erken çıkmaya başlarlar evlerinden. Heyecanları yaptıkları işe de yansır ve proje müthiş başarı sağlar. Şirket onları ödüllendirmek için haftasonu tatili verir aileleriyle birlikte. İkisi de hafta sonu tatilini birlikte geçirmek istemekte ama birbirlerine itiraf edememektedir. 

Kadın, bu aşamada evlilik bağının kalbini bağlayamadığını görmekte ama adama bir adım attığında yükü taşıyıp taşımayacağının muhasebesini yapmaktadır. Adam ise bunca zamandır birlikte olduğu kişiyle bir imza atarak, ilişkiyi bu denli yıpratmasının hayal kırıklığı içinde, yorulan ruhunun sevgiye ne denli muhtaç olduğunu düşünmektedir. Yapılacak tek şey vardır, hayatlarının tatsız gittiği şu günlerde, kendilerine bu ödülü vermek kaçınılmazdır. 

İşyerinde öğlen yemeğindeyken, ailelerinin bu tatile gelemeyeceğini söylediklerinde, artık kendilerini neyin beklediğinin farkındadırlar. 

Hafta sonu geldiğinde yüreklerindeki çarpıntı artmıştır. Kaldıkları otel, onların farklı bir bedene, farklı bir sevgiye uzanışlarının başlangıcı olacaktır. Tek kelime etmeden   birbirlerine gözleriyle aşkı vaad ederler. Yemek arasında,  bedenlerini dans müziğine bırakıp, yakınlaşırlar. Adam kadının kulağına yaklaştırdığı dudaklarından sıcak nefesini üfleyerek, "Bu anı hayal ettim uzun zamandır" der. Kadın iç geçirir ve "Tıpkı benim gibi" diyerek, adamın gözlerine mühürler bakışlarını. Herşey içiçe geçmiştir artık ve hazırdır tek bedende yanmaya bu iki yürek.

O esnada garson yanlarına yaklaşır ve "Hanımefendi telefonunuz var" deyip bir rüyayı sonlandırır. Zorla uyandırılmış gibi şaşkınlıkla bakar kadın. Garson ona yol göstermektedir. Beraberce telefonun yanına giderler. 

Telefon evden gelmektedir. Çocuğun gece boyunca ateşi düşürülememiş ve hastahaneye kaldırılmıştır. Kendisini dişi bir kadın hissettiği rüyanın içindeyken, aniden annelik vasfıyla yüzleşince dengesini kaybeden kadın, hemen dönmek için eşyalarını toplar ve yola çıkarlar. Yolculuk boyunca hiç konuşmazlar. İkisi de yaşanan bu olayın, kendilerini girecekleri yanlış yoldan döndürmek için bir uyarı olduğuna çoktan inandırmışlardır. 

O akşam orda veda ederler ve ondan sonra aynı şirkette olmalarına rağmen karşılaşmamaya özen gösterirler.



{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


(fotoğraf google görsellerden)