29 Temmuz 2010 Perşembe

mır' haba :)



Tatil bitti... kepenkler kalktı.

Ben yokken neler olduğuna bakacağım elbet ancak benim olduğum yerde neler oldu aktarayım, yoksa yazı başlığında bir yazım hatası yaptığımı düşünüyorsunuz sanırım. O yüzden hemen anlatmaya başlıyorum.

12 Temmuzda Bodrum uçağında yerimi aldım. Gideceğim yer ablam ve ailesinin yaşadığı yer Turgutreis' ti. Bahçeli 2 katlı bir evde yaşıyorlar ve manzarası ömre bedel. Turgutreis' e tepeden bakıyor ve görüş açısı oldukça geniş. Ablam, hayvanların hiç bir türüne yaklaşamaz, uzaktan bakar ve duygularını o şekilde ifade ederdi. Fakat kader ağlarını örmüş ve bir sokak kedisi, ablamların üst katında inşaat halinde olan bir odada doğurduğu bir kaç yavruyu başka bir yere naklederken ya gecikti bu arada ufaklık viyak viyak bağırdı ve bizimkiler de geldikten sonra bir daha yanaşamadı ya da "ben bu kadına en azından kedi türünü sevdireceğim" dedi ve bıraktı gitti..(!)

Bana, ablamın bir kediyi elleriyle seveceğini söyleseler inanmazdım :)) o minnacık kediyi biberonla bir besleyişi, sesine incecik bir ayar çekerek tatlı sözler söyleyişi var ki inanılmazdı... sabahtan başlayan beslenme, oyun oynama, hoplama zıplama seramonileri çok keyifliydi. Tatilimden güzel kareler olarak şimdi görüntü paylaşımı yapacağım sizlere.

Gitmek de güzel ama burda olmak daha güzel :)














{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: kullanılan fotolar M©MENT©S arşivindendir.


12 Temmuz 2010 Pazartesi

ben ve yazılarım...


.. 28 Temmuz' a kadar kapalıyız. 

Tekrar görüşmek üzere !







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: görsel Google'dan alıntıdır.


10 Temmuz 2010 Cumartesi

goodbye



(James Blunt - Goodbye My Lover)
**************************************



Tam kapıdan giriyordu ki, telefonun sesini duydu,  "telesekreter devreye girmeden yetişebilsem" dedi.. birinci düdük çaldı ve voleybolcu olmasının verdiği hisle telefona doğru plonjon atlayışı yaparak parmakları ahizeye yetişti ve canhıraş şekilde bağırdı; "alooo alooo alooo..." karşı tarafta Leo vardı ve kahkayla gülerek "heeyyy bir yere gitmedim.. burdayım, telaş yok güzelim" diyordu. Alora da eşlik etti kahkahasına ve eve şimdi girdiğini, telefona ancak yetiştiğini söyledi. "bak seni niye aradım, antrenmanlardan yorulmuşsundur, bu akşam bizim çocuklar ve bir kaç yeni arkadaşla pubta buluşuyoruz. Bugün cuma !!" dedi sesini melodilendirerek. Alora "tamam ben 20.30 da hazır olurum" dedi. Leo onu gelip alacağını söyledi ve kapattı.

Hemen elindeki paketleri yerlerine yerleştirdi, ardından carlos' un yemeğini, suyunu kontrol etti. Carlos, sahibini görmenin verdiği mutlulukla bir sürü şey sıralıyordu.. "carloooooossss, oğlum, aşkııım..." ve kendi dilinde gevelemeler.. bu muhteşem hint saksağınıyla yaşadığı için öyle mutluydu ki, hiç bir şeye değişmezdi. Arada sağlam küfürler de ediyordu, maç izlemek üzere eve topladığı arkadaşlarının ağzından kaçan her kelimeyi hafızaya emiyordu adeta Carlos. Her ses tonunu hiç sektirmeden taklit etmesi de cabası. Bir keresinde annesi televizyonda bir şey izlerken çok ses çıkardığı için, bir kaç kez üstüste "suuuussss" diye seslenmişti Carlos' a. Ve hemen hafızasında bu ses ve kelime kilitlenmişti çıkmamacasına. Akşam yalnız olduğunu bildiği bir ortamda birden annesinin sesini duyunca evde kendisinden başka biri mi var korkusuna kapılmasına yetmişti bu durum. Telefon sesi taklidi yapıp bir kaç kez boşa ahize kaldırdıktan sonra da kahkahalarla gülmüştü bu duruma. Carlosla akşam yemekleri de muhteşem oluyordu, kafesinden çıkarınca doğruca tabağının kenarına konup yemeğine gagasını batırıp nasipleniyordu. Vakti olsa belki bir kaç sohbet kelimesi de öğretebilse karşılıklı diyaloglarını  duyanların iki insan sohbeti diye yemin edeceklerine emindi. Onu parmağıyla okşayıp, şefkat seramonisini sunduktan sonra süratle kendisi için dolaptan birşeyler çıkardı, ocağın altını yakıp içeri gitti. Yemekten sonra duş almalıydı. Hemen akşam giyebileceği kıyafetleri yatağın üstüne serdi, parmağı ağzında biraz dolandı, renk kombinini sevmeyip başka bir bluz seçti ve eteğiyle uyum sağladığını düşünerek "bu uygundur işte" dedi ve mutfağa gitti. Tabağını hazırladıktan sonra masada Carlos' a yakın yerde oturup, müziği de açtı ve keyifle yedi. Radyoda yine sevdiği dj vardı, yaptığı bir iki espriye güldü, sorduklarına cevap verdi ve şarkılara eşlik etti. Yemek bitince bulaşıkları kaldırdı ve doğruca banyoya gidip hazırlanma evresini başlattı.

Herşey tamamdı ama saçlarına ne yapması gerektiğini bulamadı. Dalgalı ve uzun saçları vardı, toplasa ya da örse.. yoksa serbest mi bıraksaydı? Tam o esnada kapı çaldı, daha erkendi, Leo gelmiş olamazdı.

Kapıyı açtı, bir mektup ve bir adet gül vardı paspasın üstünde. Şaşkınlık ve korku duygusu geçtikten sonra eğilip aldı ve içeri girdi hemen. Zarfın üzerinde herhangi bir yazı yoktu. Açtı ve içinden çıkan kartta "Seni çok üzdüm biliyorum ama içimdeki sevgi hiç bitmedi. Kalbinde bir zerre duygu varsa bana karşı ve beni dinlemek istersen seni her zaman buluştuğumuz yerde güneşin ilk ışıklarına kadar bekliyor olacağım... sevgiler Rob.."

Şaşkınlık yerini anlamsızlığa bırakıyordu... elindeki notla koltuğa oturdu.Gözünün önünden bir sürü sahne geçmeye başladı. Voleybol takımına seçilişini, antrenörün göz bebeği oluşunu, okulda ve takımda yıldızının nasıl parladığını, profesyonel takımların sık sık kapısını çaldığını, o dönem okula yeni gelen Roberto' yla birbirlerine aşık olduklarını, mezun olurken kral ve kraliçe seçildiklerini, bir süre sonra Roberto' nun kıskançlıklarını ama her seferinde af dilemesini ve her seferinde onu affetmesini, bir gelecek kurmak üzere olduklarını, tüm hazırlıkların tamamlandığını ve herkesin bu iki gence gıpta ile baktığını, nikah günü ortadan kaybolmasını, Roberto' nun bu dünyada hiç varolmamış gibi aniden ortadan yokoluşunu ve hastahanede aylarca tedavi gördüğünü, bir bebek gibi adım adım yeniden hayata tutunduğunu, yakın ilgisiyle kendini toparladığı doktoru Leo' yu bir çırpıda yaşadı.. Geçmişte bıraktığı bu an' ların hepsi şimdi ona, sanki bütün bunları tanımadığı biri yaşamış hissi veriyordu. Ve şimdi kapısına bırakılan bu notta, "kalbinde zerre kadar bir duygu varsa" diye yazıyordu... kaybettiği zamanları düşününce, şu an bile oturup geriye gitmesinin ne kadar gereksiz olduğunu kuvvetle algılıyordu. Kalbini yokladı... Roberto isimli birisine zerre duygusunun kalmadığını farketti.

Saate takıldı gözü ve süratle kalktı, elindekileri çöpe attı, arkasından banyoya gidip saçlarına Leo' nun hediye ettiği tokaları taktı, parfümünü sıktı, dudaklarına parlatıcıyı sürdü. Herşey tamamdı. 


Banyonun ışığını kapatıp çıkarken kapı çaldı... artık gelenin kim olduğunu biliyordu ve yüzüne bir gülümseme yerleştirerek kapıya yöneldi. Hayatını anlamlandıran adama sıcacık öperek "hoşgeldin" dedi.. arabaya binerken, "hoşçakal Rob" dediğini kimse duymadı.








{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: görsel Google' dan alıntıdır.



8 Temmuz 2010 Perşembe

are you lonesome tonight ?




*******************


"beni özle olur mu ?" dedi.. hafifçe gülümseyerek "ben seni yıllardır özlüyorum zaten" dedim.

******************

"Ne garip, daha önce platonikti, şimdi ise minik bir terfi ile telefonik oldu aşkım" diye düşündü kadın. Tam o esnada telefon çaldı, arayan kız arkadaşıydı, nasıl olduğunu soruyordu. Söylemesine gerek kalmadan sesinden anladı. Son olaydan sonra bu ilişkinin tek taraflı özveriyle yürüyemeyeceğini söylüyordu hep ve şimdi de onu biriyle tanıştırmaktan bahsediyordu. Adamın yaşını, tipini, medeni ve ekonomik durumunu bir çırpıda anlatıvermişti bile. Kadın dinliyordu ve sadece sesleri dalgalanışlarına göre algılıyordu. Bir soru cümlesine gelmişse arkadaşı ona göre cevap veriyordu, ama yüreği o anda bambaşka bir yüreğin yanındaydı. İyi dileklerle telefonu kapattılar.

Kadın, içinde yıllardır sadece kendisinin bildiği büyük birikimini en sonunda olayın öznesiyle paylaşabilmiş ve ona duygularından kocaman bir hesap açmıştı bile. Hesapsız bir hesap !.. Gerçek olamayacak kadar güzel. Ama hiç bir zaman türk filmlerinin baş cümlesi "mutluluğum bitecek diye korkuyorum" demedi. Kendine sunulanı büyük minnetle kabul etti. Fakat onu aşan şeyler vardı... bu oyunda sadece kendisi yoktu elbet. Diğerlerinin çözmesi gereken sorunlar vardı. Ona düşen köşeye çekilmek, yedek kulübesinde kıyafetleriyle hazır, bir düdükle oyuna çağırılmayı beklemekten başka çaresi yoktu.


Sessiz derinlikte beklemeyi kaldıramayan ruhu, mutsuzluğunu maske gibi yüzüne asıyordu her sabah, her gün, her akşam. Renklerine sıkı sıkı sarılsa da, yavaş yavaş soluyordu.


"Tamam" dedi dudaklarından çıkan bir ses... kendi bile şaşırdı. "Tamam, tanışacağım... en azından kendime bir şans vereceğim"  Sonra durdu.. aklına bir iki görüntü geldi, biraz durdu, yüreği acıdı, gözü yaşardı ama görüntüyü, burnuna kötü bir koku gelmiş gibi eliyle silkeledi, toparlandı.

Arkadaşını aradı ve kararını bildirdi.  Cd çalara en sevdiği şarkıyı koydu. Odasına gidip, kendisini yeni bir sayfaya hazırlamaya başladı.









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




3 Temmuz 2010 Cumartesi

notalarda ölmek




**************************************



Eğer birileri bana yaşamda olmak istediğim şeyi sorsalardı; müzisyen derdim. 

Şiir yazabilen, resim yapabilen biri olarak en çok müzikten etkilenirim. Notaların cazibesi ruhumun derinliklerinde öyle bir yeri titretir ki, orda olmaktan ürkerim bazen... Çok yüksek bir yerden düşerken hiç bir korkunun  olmaması gibi bir duygudur bu. Çılgınca, dalgalar gibi çoğalan ve yükselen...

Ses ilahi bir olgudur benim için. İster vokal olsun, ister enstrüman. Notanın yerleştiği her yer kabulüm. Gönül tellerimi titreten, duyguyu anlatamayacak yerde ise ağlatan bir olgu müzik.

Tanrım; hayat ve gönül kırıklarını tamir için müziğini esirgeme bizden !..







{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-




not: görsel Google'dan alıntıdır.



hayat çok acımasız




********************







Telefonda ağlayarak diyor ki, "Hayat çok acımasız.. insanlar neden bu kadar kötü?" Kalakalıyorum.. söyleyecek öyle çok şeyim var ki.. sadece "Bu bir süreç.. her insanın burda deneyimlemesi gereken şeyler var. Biri açlığı ve sonuçlarını deneyimler, öbürü ihaneti, diğeri hainliği, acizliği, parayı, parasızlığı, aşkı, aşksızlığı.. ama herkesin bir kapısı var, açılması ya da tamamen kapanması da onun elinde olan." dyebiliyorum.

"Biliyorum haklısın ama artık bu hayat omuzlarıma çok ağır geliyor, bu naiflikle taşıyamıyorum be canım!" cümlesi, öğretmenin tahtada tebeşirle yazarken kör bir noktaya gelmesiyle çıkan ses gibi çiziyor içimi.

Telefon ahizesinden geçip, yakın tarihte belli zaman dilimlerine gidiyorum.

Haksızlık nedir? Haksızlık; yapanın içinde bulunduğu durumu tamamen pozitife çıkartabilecek bir pozisyon olabileceği gibi, yapılanın da kendisine hak görülen bu durumu kendi mağduriyeti olarak açıklayabileceği bir olgu sadece. Bulunduğun "taraf" ile ilgili bakış açısı. Kimse "ben haksızlık yaptım" demez, "haklıyım" der. Ama sıkça şu cümleyi duyarız "bana haksızlık yapıyorsun"

Yaklaşık beş senedir "hak" konusunda çok hassasım. "Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" sözü yol rehberim olarak seçtiğim bir cümledir. İnsanlık dürtüleriyle bazen şaşsam da kısayoldan dönüşü bulma çabalarım, ruhumu rahatlatır daima. Hayatım bazen önüme sürpriz şeyler çıkarır diyebilirdim çok önceleri ama o "sürpriz" diye nitelenen şeyleri aslında benim çağırdığımı farkettim. Farkettiğimden beri de kendimi rahat bırakıp, içindeki öğretinin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum ve yaşıyorum.

Belki bana da haksızlıklar yapılmıştır ama benim o olaylarda nasıl bir tutum sergilediğim daha önemli. Telefonun ucundaki ses, telefon açtığı kişiye hayatın acımasızlığından bahsederken, kendisiyle ilgili herhangi bir davranışı süzgeçten geçirmiş miydi acaba? Ya da telefon açtığı kişinin, kendisiyle ilgili ruh, duygu durumunu gözden geçirmiş miydi? Elbette hayır... sadece o an' ki yaşadığı duygu bulanıklığını paylaşmak istemişti.

Hayat çok acımasız !...







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: görsel Google'dan alıntıdır.