O gün, konser salonundan en son o çıktı. Gözü gibi sevdiği enstrümanını bile yanına almadı. Konser şaşaasını taşıyan elbisesinden kurtulup, sade giysileriyle kendini dışarı attı. Kapıdaki görevli arabasını getirtebileceğini söylüyordu ki, elini gerek yok der gibi kaldırdı ve hızla çıktı.
Hava, sabaha nazaran oldukça serinlemişti. Yakalarını kaldırdı, içine derince çektiği nefesini bırakırken bir duman çıktı ağzından. "Sigaramın dumanına sarsam....." diye mırıldandı önce, "nefesimin sıcağına sarsam" diye değiştirdi sonra sözcükleri. Nereye kadar gideceğini bilmiyordu ama Harbiye' den Taksim' e giden yol üzerinde buldu bedenini. Bütün gün bu anı beklemişti. Kendiyle kalacağı anı. Aslında artık sadece kendisi yoktu. Bundan sonrasında ne yapacağını iyice düşünmesi gerekiyordu belki.
Belki de hiç bir şey olmamış gibi gidip herşeyi temizlemek, sıfırlamak. Korkuyordu. Günlerdir ne olduğunu anlayamadığı bir yorgunluk içindeydi. Ne kadar çok uyusa, bir o kadar daha uyuyabileceğini farkediyordu. Herkes bir şey öneriyordu, uygulasa da sonuç aynıydı. Şu konserin provalarını nasıl çıkarttığına hala şaşırıyordu. Sırf bir aksilik olmasın diye konser günü, salona yakın oturan bir arkadaşında kalmıştı.
Çok fazla yemeye başlamıştı ayrıca. Bir aşk acısından sonra mutlaka buzdolabı en iyi arkadaşı olurmuş ya insanın, o hesap, o da sürekli dolaptan bir şeyler taşıyordu gömüldüğü koltuğa. Konserden haftalar önce ziyarete gittiği arkadaşı, şaşkınlıkla ağzı açık izlemişti, onun yatana kadar sürekli birşeyler yemesini. "Bak sana söylüyorum, bu gidişle 100 kilo olacaksın, taşımak için enstrümanına değil, sana yardımcı olacaklar, söylemedi deme" demişti işaret parmağını yüzüne doğru sallayarak.
İşte bu da elinde değildi. Tamam farkındaydı ama sürekli dipsiz bir kuyuya atar gibiydi yiyecekleri sanki, fazla değil 15-20 dakika sonra midesinde açlık hissi meydana geliyordu. Tüm bunların bir depresyonu işaret ettiğini düşünüp, konserden sonra bir psikiyatristle görüşmeye karar vermişti zaten. Evet farkındaydı, onca sevdiği enstrümanından bile haz alamadığının, en sevdiği Vivaldi, Schubert eserlerinde bile vücudunun uykuya teslim olduğunun, sabah kalkar kalkmaz ilk iş müzik kutusunu açmak yerine hemen mutfağa koşup ağzına bir şeyler tıkıştırdığının.
Hiç tahmin edemediği bir şey vardı. Bütün bu konser koşturmacaları sırasında aylık periyodunun aksadığını farketmedi. Herşey öyle yoğundu ki; elbise provalarından, konser provalarına koşturması, tüm bunların üstüne sevgilisinin ilişkiyi bir süre dondurmaktan bahsetmesi allak bullak etmişti onu. Konuşmaya bile fırsat bulamadan, gelen bir teklifi değerlendiren sevgilisi, uçağa atladığı gibi uzaklara gitmişti. Ne ağlayacak vakti oldu, ne de kederlenecek, dert yanacak. Tüm bu yaşadıklarını ise bedeninin bir isyanı olarak değerlendirmişti.
Konserden bir gün önce minik ajandasında, gözleri tarihe takıldığında bütün vücudu donup kalmıştı. Herşeyin stresten olabileceğini düşündü ve bu düşünce onu kısa süreli de olsa rahatlattı. Ama bunu kesin öğrenmenin bir kaç yolu vardı. Eczaneye gitmek ya da bir laboratuvara uğramak. Konserde bu düşüncelere odaklanmamak ve net sonuca ulaşmak için laboratuvara gitmeye karar verdi.
Prova arasında telefon ettiğinde sonucu öğrendi. İçinde bir başka canlıyı taşıyordu. Hiç bir şey hissedemedi. "İçimde büyüyen bir canlı var" dedi şaşkınlıkla. Prova boyunca aklı notalarla bu mesaj arasında gidip geldi.
Konser bitiminde, yaşadığı gerilime daha fazla dayanamayarak halsiz düşen bedenini alıp hemen kendini sokaklara attı. İşte şimdi herşeyi biliyordu ve tek başınaydı. Bir bezelye kadar canlıyla birlikte, sokaklarda yürüyordu. Karmakarışık duygular sardı yüreğini. "Sevdiğin birinden ve senden bir parça taşıyorsun" dedi. "İyi ama niye korkuyorum? Her yemek yediğimde onun daha da büyüdüğünü düşünüp, sanki içimde büyüyen bir canavarmış gibi korkuya kapılıyorum?" Gözleri doldu. "Yalnızsın, bu kocaman duyguyu tek başına yaşıyorsun, belki o yüzden" dedi ve gözyaşları akmaya başladı. İçinde onun yediklerini ondan önce tüketen bir canlıyı düşünmek, yalnız olmak, tek başına birinin sorumluluğunu üstlenmek, sürekli yorgun olmak, ona destek verecek, heyecanlarını, ağrılarını, korkularını paylaşacak birinin olmaması bu tabloyu daha da karartıyordu. Yürüdüğü yollarda kaldırımlar gözyaşlarıyla ıslandı.
Taksim meydanında büfelerin önüne geldiğinde midesi kazınıyordu artık. Onu içeri buyur eden garsonun yüzüne neden şaşkınlıkla baktığını anlaması için aynaya bakması yeterli oldu. Gözündeki bütün boyalar akmış ve nerdeyse bir palyaço makyajı havasına bürünmüştü yüzü. Haline gülmeye başladı, eline bir mendil alıp silerken, garsona 3 ıslak hamburger, bir sosisli, bir dönerli-kaşarlı dürümle, bir ayran ve bir limonata siparişini de çoktan vermişti.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: görsel Google'dan alıntıdır.
08.02.2011 de yayınlanmış, tekrar yayındır.
Güzel bir yazı olmuş. Roman okumuş gibi oldum gerçekten..:)
YanıtlaSilMerhaba Hazal'ın Dünyası :) Çok teşekkür ederim yorumunuza.. Sevgiler..
YanıtlaSilKlasik müzikler; hafif batı müziği ve operada sel olup gönlümüze akıyor. Dolup dolup boşalıyoruz. Bir kadın sesiyle naifleşiyor, bir erkek şarkıcının aryasında mitolojik bir iklim içinde kendimize bir koltuk bulabiliyoruz. Bazen sessizlik içinde sessiz bir senfoninin muhatabıyız, bazen de kalabalık, kaos ve metal yorgunluğun içinde varoşları yaşayabiliyoruz. Seçim bizim elimizde; kültür yoğunluğu olan sanatsal eserler karşısında boyun bükerken, bazen de dayatma arabesk müziklerin bizi umutsuzlaştırdığı bir anafora karşı direniyoruz diyebilirim.
YanıtlaSil....
Neyazık ki insanoğlu sağdan soldan darbe alıyor, kamçı yiyor ve ıstırabını artık bir eğlence haline bile getirebiliyor. Düşünsenize "Sağdan soldan estarabim" diyerek gerdan kırabiliyoruz, göbek atabiliyoruz. Oysa "estarabim" tabiri arapça bir kelime olan ıstırap kelimesinden türetilmiştir. Istırap acı demektir. Istırabım türkçe takısıyal birlikte benim acım ve benim çektiğim ıstırap demektir. Estarabim de "Estarebe" mazi fiilin arapça söyleniş şeklidir. Bu kadar ukalalıktan sonra kendi özümüzü, kendi kültürümüzü öğrenelim ki; türk ve dünya klasiklerini anlayabileylim. Evrensel ufuklarda sanata gönül veren yarenlerle buluşabilelim.
.....
İyi ki dostlarımız var da birazcık olsun yüreğimize bir esenlik geliyor. Böyle güzel anlamlı yazılarla sürprizler yaşayabiliyoruz. Seviyorsanız eğer, ondan bir değer daşıyorsunuz demektir. Bir gülüş, bir öpüş ve bir dokunuş. Hele bir canlıysa eğer onun zerre kadar bıraktığı değer, yalnız olmadığındır. Ayrılık veya yalnızlık erkeğe hüzün, kadına ağlamaktır. Makyajın, boyaların yüzünden aksa da, birbirine karışsa da asıl ruhundan ve yüreğinden akan aşktır, muhabbettir ve arkadaşlıktır. (Sürçi lisan ettiysem affola)
Devamını merak ettim, umarım hayattan keyif almaya başlamıştır bezelyesiyle birlikte kahramanımız :)) Kalemine sağlık :))
YanıtlaSilSevgili Profösör,
YanıtlaSilNasıl güzel bir yorum yazmışsınız ki; ben buna yorum bile diyemem.. bir tespit, bir anekdot, bir roman girişi gibi.. :) Ellerinize sağlık.. Sevgi bizi yaşatacak, yüceltecek, onaracak, kurtaracak bir duygu..
Umarım hep yanıbaşımızda olur.. hele şu günlerde.. çok teşekkürler.
Hoşgeldiniz Kağıt Salıncak :)
YanıtlaSilKimbilir.. hikayenin sonunu okura bıraktım.. her şey mümkün. Çok teşekkür ederim yorumunuza.. sağlıcakla kalın.
Duygulandıran, düşündüren bir yazı. Hayatın içinden, insan'a dair.
YanıtlaSilMaria Callas bir zamanların ünlü sopranosu. Çalkantılı bir hayat yaşadı.
Resim harika, dünyaya ayak basacak her yeni bebek sevgiyi, umudu güzellikleri de beraberinde getirsin.
Sevgiler...
Sevgili Makbule Abalı, çok haklısınız, hayata dair bir öykü. Bu öykünün devamı da bir başka öyküyü başlatırdı aslında. Ama sonunu da okura bırakarak burda kesmeyi uygun gördüm :) Hayata nasıl bakarsak, onun getirilerini yaşarız. İyimser bakmak bana da hep iyi gelir. Teşekkür ederim güzel yorumunuza :)
YanıtlaSilGüzel bir yazı olmuş devamını bekliyoruz :D
YanıtlaSilIslak hamburger ve Taksim meydanındaki dönerci :)birini deyince öbürü gelir biz istanbul'luların di mi ;) kadın oradan ağlamaklı geçerken ati ile ben muhtemelen kervan hotelin önünde gitar çalıyorduk ve muhtemel amor'u söylüyorduk :) sevgiler...
YanıtlaSilÜff gene gitmedi galiba :/
YanıtlaSilIslak hamburger ve Taksim meydanındaki dönerci :)birini deyince öteki gelir akla biz istanbul'luların di mi ;) kadın oradan ağlamaklı geçerken ati ile ben muhtemelen sıraselvilerde kervan hotelin önünde gitar çalıyorduk ve muhtemelen amor'u söylüyorduk :) sevgiler...
Hoşgeldiniz Hamdi Çetin, beğenmenize sevindim. Teşekkürler yorumunuz için...
YanıtlaSilBalthus şu acele etme huyun olmasa 😊 bak iki yorumu da yayınladım. İnan sadece Belli şeyleri özlüyorum, bu saydıkların da içinde.
YanıtlaSilO civarda sokakta konser verenleri izlemiş ve destekçileri olmuşumdur. 👍 istek kabul ediyor musunuz? 😊
Gitmiş be ama ikincisi daha eli yüzü düzgün olmuş. Özlemek? Istanbul'dan ayrıldın demek bunu çıkarıyorum.97-2004 arası bizden başka çalan yoktu. İzlemiş ve kılıfa üç beş kuruş atmışsındır.hani beklediğimiz tek destek buydu 😁
YanıtlaSilEvvelden İstanbulu yaşamak güzeldi.. şimdilerde ise sadece özlemek. Eski haliyle tabii. İzmir'in ilçelerini dolaştım sonrasında kuzey egede bir köye yerleştim.
YanıtlaSilKesinlikle o kılıfa benden bir şeyler düşmüştür 😉
Bu gecelik bu kadar okuyabildim. Görsel ne kadar güzeldi. Bezelye benzetmesi hoştu. Kim bilir kaçlarca kadın buna benzer haller yaşamıştır. Kaleminize sağlık. Arkadaşlarımı gördüm burada, sizi tanıyorlar, ne güzel... Kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilMerhaba Ece Evren.. teşekkür ederim değerli yorumunuza. Yazı, müzik, görsel bunların hepsinin bütünleşmesi benim için çok önemli. Farketmeniz beni daha da teşvik etti 😊 2017 de daha fazla yazmak niyetim inşallah. . Sizi de tanıdığıma çok sevindim.
YanıtlaSil