Elinde
diş fırçasıyla pencerenin önüne yürüdü. Dişini fırçalarken gayri
ihtiyari yaptığı bir şeydi bu. Bomboş gözlerle dışarıyı kolaçan etti.
Kimi zaman hızlı hızlı, kimi zaman duraksayarak fırçayı ağzının içinde
dolaştırıyordu. Sokakta asfaltın üstünde bir karga ile bir kediyi
çekişirken görünce bütün dikkatini onlara verdi. Uzaktan pek
anlayamadığı bir şeyi çekiştiriyordu ikisi de. Karga gagasına olanca
gücünü aktarmış ve kediye dikleniyordu. Kedi ise bir yandan dişleriyle,
bir yandan pençesiyle iyice asılmış görünüyordu nesneye. Boş bir ana
denk gelse kargayı pençesiyle halledebilecek irilikteydi kedi, öte
yandan karganın gözü pekliği, sokakta nice savaşı kaybetmiş kediye fazla
geliyor, kendini çok da ateşe atmak istemiyordu besbelli.
Çevreden
bir kaç insan da durumu görmüş ve müdahale etmeden galibiyeti kedinin
mi karganın mı alacağı yönünde bahislere tutuşmuşlardı bile. Tam o anda
sokağın köşesinden ambulans sirenlerini çalarak dönünce, konsantrasyonu
bozulan iki hayvan da sıkı sıkı tutundukları şeyi bırakarak,
kaçıştılar. İnsanların ilgisi de ambulansa yöneldi doğal olarak. İki
metre sonra duran ambulanstan inen görevliler hemen karşı binaya
girdiler. Pencerenin önünde hemen karşı binadaki daireleri taradı
gözüyle. Altıncı katta yalnız yaşayan yaşlı bir kadın vardı. Bir kaç kez
sokakta, markette karşılaşmış, bir kaç kez de pencerede o çiçeklerine
su verirken selâmlaşmışlardı. Onun dairesinde bir hareketlilik olduğunu
farketti, "Umarım onu yeniden görebilirim" dedi bir umutla.
Pencerenin
önünden banyoya doğru yürüdüğünde ne sokaktaki karga ve kedinin savaşı,
ne de ambulans vardı aklında. Hazırlandı ve yarım günlük işine doğru
yola koyuldu.
Akşam
eve dönerken marketteki orta yaşlı adamın kendisini çağırdığını gördü.
Yanına gittiğinde adam, "Bayan Sapienza bugün hastahaneye kaldırıldı"
dedi heyecanla. Birden sabaha döndü ve olayları hatırlayarak "Ah evet
işe gitmek için hazırlanıyordum, ambulansı gördüm" dedi. "Ambulansa
bindirilirken yanındaydım, bana dairenin anahtarını size vermemi ve
pencere önündeki çiçeği o gelene kadar evinize almanızı istediğini
söyledi" dedi ve anahtarı uzattı. Şaşırarak, "Bana verilmesini
istediğinden emin misiniz?" diye sordu. Adam olanca ciddiyetiyle
anahtarı bir kez daha uzatarak "Elbette eminim. Sizin de pencerede
çiçeğiniz varmış hatta, -o daha iyi bakar- dedi" Elini uzatıp anahtarı
aldı ve karşı apartmana yürürken yaşlı kadının neden böyle bir şey
söylediğine manâ veremediğini düşündü. Dairenin içi oldukça eski kokan
eşyalarla doluydu. Antika bir büfe, vazolar, likör ve şarap kadehleri,
ince porselen fincanlar, karşılıklı iki berger koltuk ve ortasında
sehpa, üzerinde kapaklı bir şekerlik, gül dallarıyla bezeli perdeler,
tahta ayaklı bir abajur ve sehpaların üstünde siyah beyaz fotoğraflı
çerçeveler.
Yaşlı
kadının gençlik fotoğraflarında yanında hep aynı adam vardı. "Kocası
olmalı" diye düşündü. Salonun camındaki saksıyı alırken, karşıda kendi
penceresine baktı. Camda kendi siluetini görür gibi oldu. İçini tahammül
edilmez bir sıkıntı kapladı aniden ve çiçeği alarak, çıktı evden.
Anahtarı tekrar marketteki adama bıraktı. Ancak eve geldiğinde saksıyı
pencere kenarına koyarken farketti saksının kenarında bir not vardı.
"Sevgili
komşum, evime dönüp dönmeyeceğimi bilmiyorum ama artık sevgili eşimin
beni çağırdığını hissediyorum. Bu çiçek yalnızlar için iyi bir
arkadaştır. Canın çok sıkkın olduğunda saksıda boy veren çiçeklerden
birini eline alıp camın önünde üflediğinde, yaprakların uçuşması gibi,
tüm tasanın dağılıp gittiğini göreceksin. Biliyorum çılgınlık gibi
gelecek ama çiçeğe su verirken benim daireme de bakıp arada selâm ver.
Hayat sürprizlerle doludur, unutma."
Elinde
notla bir müddet kalakaldı. Bu bir deli saçmasından ibaret olamaz diye
geçirdi içinden ama derinlemesine düşünüp, anlamlandırmak için oldukça
yorgundu. Saksıya su verdi ve geceye bıraktı kendini.
Ondan
sonraki günlerde yaşlı kadın uzun süre evine dönemedi. Düşüp kalçasını
kırdığından, yaşı nedeniyle de iyileşmesi zaman alıyordu. Pencere önüne
her geldiğinde saksıyı hatırlıyor ve o zaman ilgilenebiliyordu. Bir
akşam eve çok yorgun ve sinirli gelmişti. İçindeki hırsı nasıl atacağını
bilemeden pencere önünde buldu kendini. Camı açtı, biraz esinti iyi
gelmişti. O esnada gözü saksıya takıldı. Bir kaç tane çiçeği görünce çok
şaşırdı. Sadece rutin hareketlerle suyunu verdiğinden gelişimini
farkedememişti. Yaşlı kadının yazdığı notu hatırladı. Bir sap çiçeği
dikkatlice kopardı ve dudaklarına yaklaştırıp olanca gücüyle pencereden
dışarı üfledi. çiçeği oluşturan bir sürü ince sap dağılıp, uçuşmaya
başladı. Bu görünüm çok hoşuna gitti, hatta pencere önüne gelmeden
önceki ruh halini unutmuştu bile.
Gözleri
karşı apartmana, yaşlı kadının dairesine takıldı. Pencere önünde biri
vardı sanki. Alacakaranlıkta birinin el salladığını gördüğüne yemin
edebilirdi. "Fazlasıyla sakinleştim galiba" dedi ve gülümseyerek
pencereyi kapatıp içeri girdi.
Ertesi
sabah her zamanki ritüeli diş fırçalama için pencere önündeydi.
Gelişigüzel etrafı seyrederken, birinin el salladığını farketti. Karşı
binada yaşlı kadının dairesinde genç bir adam ona el sallıyordu.
Pencereden uzanıp sağa sola bakındı, kendine olup olmadığından emin
olmak için. Penceredeki adam hem gülüyor, hem de "sen, sen" dercesine
onu işaret ediyordu. O da belli belirsiz el sallamakla geçiştirdi ve
içeriye girdi.
İşe
gitmek için, binadan çıkarken karşı kaldırımdan koşarak biri geldi.
Yaşlı kadının dairesindeki adamdı bu. "Merhaba, sizi şaşırttığımın
farkındayım. Halam Sapienza sizden bahsetti, çok sevdiği çiçeğini de
size emanet etmiş. İlgilendiğiniz için çok teşekkürler" dedi.
Şaşkınlıkla karışık "Rica ederim, halanıza geçmiş olsun. Umarım daha
iyidir" diye yanıtladığında, genç adam "Biraz vaktiniz varsa bir kahve
içip sohbet edebilir miyiz?" diye sordu.
(Okuyucuya
not; evet kahve içtiler, bayan Sapienza' dan konuştular ve sonra özel
bir sohbete geçtiler. Nasıl olduğunu kendileri dahil kimse anlamadı ama
artık birlikteler ve çok mutlular. Bayan Sapienza' nın çiçeğinin
parmağı olabilir derseniz, mümkündür derim. Hem zaten hayat sürprizlerle
dolu değil midir?) :)