(Luis Bacalov - The Grand Duel(Parte Prima))
*************************
Sene 1962. İlkbaharın ortaları... annemin karnının görüntüsünden kuvvetle muhtemel erkek olduğum izlenimine kapılmış nice aile, ebe, eş ve dostu kandırmak suretiyle, alnımda parıl parıl parlayan mavi bir damarla dünyaya gelmişim.
Ablamdan sonra ikinci bir kız, ilk torunlar olduğumuzdan belki biraz hayal kırıklığına uğratmış olabilir rahmetli dedemi ama yine de "ilk" duygusunu bizde tatmış olmanın rehaveti yüzüne yansımış (görenler anlatıyor). Efenim gel zaman, git zaman yaş biraz kemale erince (yani bu 7-8 yaşlarına tekabül ediyor) dedemle aramızdaki iletişimle birlikte, sevgi bağı bir hayli gelişti.
Dedem, karısı ve sekiz çocuğuyla beraber yaşadığı memleketi Üsküp' ten ünlü lokantasını, evini, bahçesini, yetiştirdiği hayvanlarını, komşularını, tüm hayatını orda bırakarak İstanbul' a göç etmiş biriydi. "Muhacir" kelimesinin sırtında yaptığı ağırlığı, aileyi birarada tutma, dağılmama telaşını ve korkusunu yaşamış bir aile reisi olarak sertliğini tüm aile üzerinde hakimiyet sağlamak üzere kullanmıştı. Onun sertliğinden bahsederken hala titrerdi aile fertleri. Oysa biz torunlara karşı oldukça yumuşak, sevecendi. Yatağının başucunda bir dolabı vardı ve her daim kilitliydi. Anahtar, cepkeninin cebinde dururdu. O dolap bana uçsuz bucaksız bir hangar gibi gelirdi. Bizler dedemleri ziyarete gittiğimizde öpüp koklama faslından sonra, yanımızda dolabı açar ve ordan çıkarttığı çukulata, bazen lokum, bazen akide şekeri, bazen de pişmaniye gibi benzeri sürpriz tatlarla sevindirirdi. O uyurken cebinden anahtarı araklamayı ve dolapla başbaşa saatler geçirmeyi düşlerdim hep. Bu sadece beni heyecanlandıran bir hayal olarak kaldı elbette.
Üsküp' teki lokantasına ve eve alışverişleri daima o yaptığından, İstanbul' da da bu görevi üstlenmişti. Etin, yağın, sütün velhasıl tüm malzemenin iyisini bilir, anlar ve gerekirse pazarlığını da yapardı. Dedem dağ gibiydi bana göre. Onu sokağın başında elinde filelerle gördüğümde hemen koşardım, elinden alıp yardım etmeye çalışırdım. O ise asla izin vermez, "tamam hayde geldik" der ve sokakta ciddiliğini korur, asla gülümsemezdi. Hey gidi günler... Bir eşya dendiğinde ilk aklıma gelen dedem ve dolabı oldu ama beni asıl etkileyen ve hayatıma da damga vuran şey pantolondu.
Dedem; belki beni erkek beklediğinden olsa gerek (kuvvetle muhtemel öyle), biraz da hayatın zorluklarına mızmızlanmadan hazırlanmam için, benim hep pantolon giymem yönünde teşvik ederdi. Ve evin küçük alışverişlerinde hep beni bakkala gönderirdi. Elime tutuşturduğu parayla birlikte, "aldığını kontrol et, yoğurdun kapağını aç, kokla, tazeyse al, ekmek pişkin olsun, yumurta beyaz olsun, sütün tarihine bak, ne kadar tutuyor sor, paranı ver, geri verdiği parayı da iyice say. Tamam mı?" derdi her seferinde. Ben minik pantolonlu çocuk, çekine çekine girdiğim bakkala istediklerimi söyler ve dedemin benden beklediklerini yapmak için bakkalın müşterilerle dolmasını dilerdim. Kalabalıksa eğer yoğurdun kapağını açıp kontrolümü yapabilirdim ama değilse ve bakkalın gözü üstümdeyse eyvah ki eyvah... ve her seferinde de o bakkalla ev arasında mutlaka 3-4 sefer yapardım. Her seferinde bir eksik olurdu, ya da bir yanlış. Bakkal beni görmekten bıkmış vaziyette, en sonunda pes ederek sinirle elimdekileri alır değiştirirdi. O zamanlar "Allahım, dayı ve teyzelerden birileri evlense de onların çocukları alsa benden bu görevi" derdim sıksık. :))
Çok oyun seven bir çocuktum. Özellikle ebecilik, koşma, lastik atlama, seksek, ahhh ille de yakan top ! Kimse tutamazdı beni bu oyunda. Tüm takımlar beni transfer etmek için ölürlerdi. Beni vurmak için atılan topları tutar ve bir sürü can kazanırdım. İşte sokakta oynadığım oyunlarda da mutlaka pantolon giyerdim. Bir keresinde annemin diktiği elbiselerden biriyle oyuna başlamışım sanırım, hemen pencereden evdekiler seslenip çağırmışlardı ve dedemin "pantolon giysin oynarken" uyarısı iletilmişti. İlk başta kızmıştım bu uyarılara, sonra dedemin bana önem verdiğini, beni sevdiğini düşünerek mutlu olmuş ve ben de onu mutlu etmeye gayret etmiştim. Çünkü benden başka kimseye böyle bir uyarısı yoktu.
Sevgili Müge (http://mugesandik.blogspot.com) blogunda "mim" diye bir şeyden bahsedip beni de sobelenenler arasında sıralayınca aklıma ilk gelen "eşya-anı" ilişkisi bu oldu. Sanırım dedemi anlatmak istedim.
Dağ gibi dedemi ve ona olan sevgimi, hasretimi...
Dağ gibi dedemi ve ona olan sevgimi, hasretimi...
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-