21 Haziran 2016 Salı

çok romantik öyküler (4) (*)




*******************

Masadaki dosyaları alelacele toparlamaya çalıştı. Aslında yarım gün çalışması gerekiyordu ama tahmininden uzun sürdü dava dosyalarını tamamlamak. Saatine baktı, bir an önce havaalanına doğru yola koyulması gerekiyordu. Üstünü değiştirmek için bile vakti yoktu, çaresiz oldukça resmi iş kıyafetleriyle gidecekti. Hemen sırt çantasını alıp binadan çıktı. Bulduğu ilk taksiye atlayıp "havalimanına lütfen" dedi.

 *********************

(Aslında niye yazıyorum ki bu öyküleri? gerçek olmalarını mı isterdim? Bunlar benim hayalim mi? Yoksa orda burda kulak dolgunluğu bir sürü olayın birbiriyle geçişini sağlayıp düğüm mü yapıyorum? Nedir aslında yapmak istediğim? Bir hikaye anlatıp "ey ahali içindeki bunları duyması gereken insan ! sana anlatıyorum bunları, oku da uygula!" mı demek istediğim? Yoksa tüm bu öyküleri anlata anlata en sonunda 40 kere söylersen dileğin gerçekleşirmiş misali bir durum mu bu? 
Gariptir birden şu avukat olduğunu tahmin ettiğim kişinin son sözünden sonra hissettiğim duygu bana bunları sordurdu. Biraz sıkıldım, aniden, hiç gereği yokken ve sebep de. İçimden nasıl gelirse öyle yazmalıyım dedim kendime. Eğer öykünün tam burasında bu soru geldiyse aklıma, okur-bunu okuyan kişi- da bunu bilmeli dedim. Kapı arkasında -beynimin içinde- neler olup bitiyorsa bilmeli diye düşündüm. Dostum Nessuno geçenlerde oturdum ve çalatuş* yazdım demişti. *çalatuş = çalakalem. Ne güzel bir söz bulmuş değil mi? İşte ben de bu haleti ruh ile, böyle mi çıkıyor yazılar elinden şu anda, tamam, sen nasıl istersen öyle olsun diyecek cesareti gösterdim işte. 

Niye yazıyorum bu öyküleri? sorusuna gelirsek; sanırım yaşamda olabilecek ne kadar çok sahne yaratırsam yazı hafızamda bir sürü odaya sahip olacağımı düşünüyorum. Ve bir öykünün başı, ortası, sonu ne kadar ilginç olursa o kadar kendimi eğlendirmiş olacağım. Kimbilir belki okur -okuyan kişi- da eğlenecektir. Her ne kadar bir sayfanın izleyici sayısı ile yorum yapan kişi sayısı arasında tutarlıklar olmasa da, ben öyle olduğunu düşünüyor olacağım :) 

Her neyse yazdıklarım çoğu zaman yaşadıklarımdandır, çoğu zaman yaşanmasını istediklerimdendir, çoğu zaman yaşanırken şahit olduğum anlardandır, çoğu zaman da BÖÜM. dendir. Yani Beynimin Öykü Üretim Merkezi' ndendir.
Unutulmasın, silinmesin, su olup akıp gitmesin diye yazılmaktadır. Yazıldıkları andan itibaren beni işaretlesin ama benden çıkıp, tüm kainatı dolaşsınlar diyedir. Sadece öykünün burasına burnumu sokmak istedim. Hepsi bu.)

***********************

Koltuğa oturdu ve derin bir nefes aldı. Nihayet 4 günlük kafa iznine ulaşabilmişti. Emniyet kemeri uyarısından sonra uçak havalandı.

***********************

Gözlerini açtığında uçak yere inmiş ve aprona giriyordu. Kendini çok zinde hissetti. Artık yaşadığı şehri geride bırakmış ve keyifli zaman dilimine kocaman bir sıçrama yapmıştı. " İyi ki sırt çantamla gelmişim" diye düşünüp hemen bir taksiye bindi ve kalacağı otele doğru yollandı.


************************

Resepsiyonda kayıt işlemini yapıp anahtarıyla birlikte odasına çıkmak üzere asansöre bindi. Dokuzuncu katta inip hemen eşyalarını dolaba yerleştirdi ve bir duş alıp yatağa uzandı. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu. Ama gözlerini açtığında alacakaranlıktı etraf. Hemen keten pantolonunu ve üstüne bir tişört giyerek restauranta indi. Karnı epey acıkmıştı. Restaurant girişinde bir garson ona masasını gösterdi ve menüyü de vererek uzaklaştı. 

Güzel bir et yemeği bir kadeh kırmızı şarap sipariş etti. Şaraptan bir yudum aldı, ağzında şöyle bir çevirdi ve tadını sindire sindire yudumladı. "İşte tüm yorgunluğum gitti" dedi. Garson "Efendim anlayamadım" deyince yüksek sesle söylediğini farkedip gülümsedi ve "Şarap muhteşemmiş, onu söylüyordum" dedi. Başkaca bir arzusu olup olmadığı sorulduktan sonra tamamen yalnız kaldı. 

Neden burda ve tek başına olduğunu düşündü. 5 ay öncesine ruhu uçtu gitti.

***********************

Bir iş gezisi ve yine bu oteldeydi. Müşterilerle toplantıları bittikten sonra yemek davetlerini kibarca reddetmiş, akşamı kendine ayırmayı planlıyordu. O akşam otelde çok büyük bir düğün daveti olduğunu duymuştu resepsiyondakilerden. Belki dışarda bir yere gitmek daha iyi olur diye düşündü. Odasında hazırlandı ve kısa beyaz şifon elbisesini giyip asansöre yöneldi. Katta bulunan 2 asansörden birinin tuşuna bastı ve beklemeye başladı. Kapı açıldı ve içeri girdi, tam kapı kapanacakken biri seslendi "Lütfen asansörü bekletirmisiniz?" Hemen bekleme düğmesine bastı ve kapılar geri açıldı. İçeri uzun boylu ve takım elbiseli bir genç adam yüzündeki kocaman gülümsemesiyle girdi. "Çok teşekkür ederim" "Rica ederim önemli değil" dedi kız gülümseyerek. "Düğüne mi geldiniz?" diye sordu adam. "Hayır, iş için burdayım sadece". Lobide ikisi de indiler. Birbirlerine iyi akşamlar deyip ayrı yönlere ilerlediler.

***********************

Otelden ayrılmak istemediğini farketti ve yemek için restauranta yöneldi aniden. Kendisine gösterilen masaya oturup içecek siparişi verdi. Garson elinde bir şişe kırmızı şarapla gelip servis yapmaya başladığında tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken garson, "Hanımefendi, bu şarap beyefendiden size ikramdır" dedi ve gösterdiği yöne baktığında asansördeki genç adamı gördü. Hafif tebessümüyle masaya doğru yaklaşmış ve "Asansörü beklettiğiniz için minik bir teşekkür olarak bakarsanız çok sevineceğim. Üstelik bu, tadabileceğiniz en iyi şaraplardandır. Geri çevirmezseniz, misafir olduğunuz şehrimizde size iyi evsahipliği yaptığımı düşünüp mutlu olacağım." 

Yüzünde kocaman bir gülümsemeyi farkettiğinde kendisi de şaşırdı ancak kadehi hafifçe kaldırarak , "Bu benim de tercih edeceğim şaraptır" dedi. "Şaraptan anlayan bir hanımefendiyle karşılaşmak her zaman nasip olmaz. Eğer müsaade ederseniz ve vaktiniz varsa burdaki en iyi şarap mahzenini gezdirmek için rehberiniz olmak isterim", "Yarın akşam uçağında yerim ayırtılmıştı...", "İsterseniz derhal ilgilenir rezervasyondaki arkadaşlar" diye atıldı genç adam. Genç kadın hayatının son beş dakikasının nasıl bu kadar seri adımlarla geliştiğine hayret ediyor ama reddetme ya da durma konusunda herhangi bir harekette bulunmak istemediğini farkediyordu. Uçuş bilgilerini bir çırpıda verdi ve genç adamın tebessümlü bir şekilde masadan uzaklaşmasını izledi. Anneannesinin sözünü hatırladı; "Hayat, sana minik adımlarla yürür, yeter ki önünü kesme !"

*******************

Ertesi sabah erkenden kahvaltıya indiğinde genç adamı kahvaltısını bitirmiş ve gazetelere göz atarken bulmuştu. Selamlaştılar ve masaya buyur etti genç adam. Garsonlar siparişleri alıp hemen servis ettiler. "Herhalde otelde yaşıyor ama burdan sorumlu biri de olabilir" diye düşündü genç kadın. O arada kahvaltı bitince hemen kalktılar ve otel dışında bekleyen araca binip yola koyuldular. Yolda genç adam, otelin ailesine ait olduğunu, ayrıca aile geleneği olan şarap üretimini de kendisinin üstlendiğini, yaşadıkları yeri ve kendisine ait herşeyi bir çırpıda anlattı. Genç kadın da kendisiyle ilgili detayları söyledikten sonra büyük bir araziden içeri girdiler. Şarap bağı ve dev bir bina vardı göz alabildiğine alanda. Genç adam yetiştiricilikle ilgili ince detaylar vermesine karşılık, genç kadının bu bilgilere eşlik etmesine, bu konuda kendisiyle yarışacak konumda olmasına hem şaşırdı hem de çok sevindiğini ifade etti. Genç kadın eğitimi nedeniyle İtalya' da bulunduğu sıralarda şarap kültürüyle tanıştığını, Toskana, Piedmont bölgelerini arkadaşlarıyla ziyaret ettiğini anlattı. Aralarında oldukça keyifli bir sohbet oluştu. Yeni tanışan iki kişi olarak bir anda bir kaç yılı atlamış gibi hissettiler. Bahçede hazırlanan bir masada şarap, peynir, üzüm ve cevizli, zeytinli, otlu ekmek çeşitlerini tadıp, bir sürü anılarını paylaşarak vaktin geçtiğini anlamadan akşamı ettiler.

Dönüş yolunda kalplerinde dev adımlar gürültülü sesler çıkarıyordu ikisinin de. Yüzlerinde hiç bırakamadıkları gülümseyişlerle otele geldiler. Ertesi sabah genç kadının uçuşu vardı. Genç adam onunla tekrar ve tekrar görüşmek istediğini, ancak şehirden şu aralar ayrılamayacağını özellikle vurgulayarak aramasını bekleyeceğini söyledi. Genç kadın ona işyeri kartını uzattı ve kendisinin de aynı hislerde olduğunu, görüşmek için istekli olduğunu ifade etti. Tokalaşırken elleri uzun süre ayrılmadı. 

Sabah havaalanına götürmek için kendisini beklediğini görünce kalbi hızla çarptı. "Bu kadar erken zahmet etmeseydiniz keşke", "Gidişinizi görmek beni üzse de, sizi tek başınıza göndermek istemedim" dedi genç adam gülümseyerek. Havaalanında görüşme isteklerini tekrarladı ve daha uzun süreli bir geliş için ikna etmeye çalıştı genç kadını. Yüreği uçakla birlikte havalanan genç kadın, bu şehre bir sonraki ziyaretini planlamaya çalışıyordu heyecanla.

Şehir olanca gürültüsü ve trafiğiyle onu bekliyordu. Ofise girer girmez asık suratlarla karşılaştı. Gelişini bir gün uzatmasına bozulmuştu patronu. Toplantıda da bunu kaba bir dille belirtti. Genç kadın açıklama yapmaya hamle edecek olsa da ses tonu gittikçe keyifsizliğini artıracak dereceye çıkmaya başlamıştı. Geçirdiği güzel günün ardından yaşadığı bu talihsiz an birden herşeyi silivermişti sanki. Odasına bir hışımla gidip bütün eşyalarını toparladı ve istifa dilekçesini patronun sekreterine bırakıp çıktı binadan. Bir taksiyi durdurup bindi ve güzergahı söyledi gözlerinin ıslanmasıyla birlikte. Taksi hareket etti ve herşey bir anda karardı.


*********************


Gözlerini bir hastane odasında açtı. Bindiği taksiye bir araç hızla çarpmış ve taksi yan dönmüş, boynunda bir hasar oluşmuş, tedavisi uzun sürmüştü. Hem işini, hem sağlığını kaybetme aşamasında dibe vurmuş biri gibi hissediyordu. Oysa başka bir şehirde ne kadar mutlu saatler geçirdiğini hatırladıkça, bu yaşadıklarına inanamıyordu. Ev ortamına geçtiğinde onu bir kez aramıştı ama ulaşamadı. Unutulduğundan ve ordayken yaşananların geçici bir mutluluk sahnesi olduğundan emin, o da onu unutmaya çalıştı. 

*********************


Yaklaşık 3 ay olmuştu kaza olalı. Ağrıları tedaviden sonra oldukça azalmıştı. İş görüşmelerine başlamıştı ama ailesi ısrarla bir tatil yapmasını öneriyordu. O ise iş yoğunluğunun, bu geçirdiği inişli çıkışlı döneme iyi geleceğini düşünerek bir görüşme yapmış ve bir holdingin avukatlığını almıştı. Bir yandan doktorun önerdiği masaj ve yüzmeyi, diğer yandan dava dosyalarına ve davalara yoğunlaşmış, hayatını sürdürüyordu. Ve sonunda bir tatil aralığı yaratmıştı ve seyahatini 5 ay önce ilginç bir tam gün geçirdiği şehre doğru planlar bulmuştu kendini.


*********************


Yemek boyunca son 5 ayın kareleri gözünün önünden geçti. Kadehindeki son yudumu alıp  masaya  bıraktı. "Hanımefendi bu şarap size ikramımızdır." Garsonun geldiğini farketmemişti bile. Başını kaldırıp bir kadehe, bir garsona baktı ve "Bu kesinlikle bir dejavu olmalı""Anlayamadım efendim?" "Pardon sesli düşündüm... teşekkür ederim" dedi kadehi eline alırken. Tam kadehi dudaklarına götürecekken "Bensiz içmeyecektin umarım?!" dedi bir ses. Arkasını dönüp bakmaya korkuyordu. Genç adam tam karşısına gelmiş ve oturmuştu. Yüzünde aynı anda mutluluğu ve kırgınlığı nasıl taşıyabiliyor diye düşündü. 


********************


Gecenin sonraki bölümünde kumsalda oturup birbirlerine neler olup bittiğini anlattılar. Genç kadın, adama kartını vermişti ve o kartta özel cep telefonunu yazmayı unuttuğu ve ardından da işyerinden istifa ettiği için genç adam ona ulaşamamıştı. Genç kadın, adamın onu unuttuğunu sanıp, şansını sadece bir kez deneyip bırakırken genç adam ona defalarca ulaşmaya çalışmıştı. Hayat, onlara bir adım atmıştı bir kez, isteseler de durmayacaktı. 

Yürekleri aşk diliyordu ve tam o anda gökten bir yıldız kaydı....










{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: Öykü, tekrar yayındır.


19 Haziran 2016 Pazar

çok romantik öyküler (3) (*)






Dolmuş durağına geldiğinde uzun bir kuyruk olduğunu gördü. Oysa hemen eve gitmekti niyeti. Yüzünün çizgileri aşağıya düştü ve hayalkırıklığıyla sıranın sonuna geçti. Güneş, batmak üzereyken bile sıcaklığını koruyordu. Çantasından kağıt mendili çıkartıp, üzerine lavanta kolonyasını püskürttü ve boynuna, yüzüne sürdü. Biraz olsun rahatlamıştı. Önündeki sırada bekleyen genç adam kokunun etkisiyle bir an dönüp baktı. Sanki yüzünde belli belirsiz bir gülümseme farketti.







Lavanta, çocukluğunda tanıştığı bir bitkiydi. Anneannesi oturdukları 4 katlı evin -ki o zamanlar böyle devasa binalar, apartmanlar yoktu mahallelerde, en fazla görülen kat sayısı 5 idi- bahçesinde, kendine küçük bir alan ayırarak lavanta yetiştirme sevdasına tutulmuştu. Lavanta tohumunu ektikten en az 2 sene sonra ürün verdiğinden, uzun süre sokakta lavanta torbacıkları satan kadınlardan aldıklarıyla idare etmişti.Lavanta şurubu bile yapmıştı bir keresinde, çok hoşuna gitmişti ev halkının. Bahçede yetişen ilk ürünü doğruca eczacı dostlarına götürmüş ve o da laboratuarında kolonya yapmıştı onlar için.  Evde tüm dolapların içinde mutlaka minik lavanta torbacıkları bulunurdu. Çarşaflar, havlular, giysiler, hatta ayakkabılar bile lavanta kokardı. Bu koku, onun çocukluk hafızasında epey büyük bir yer tuttuğundan, kendisiyle ilgili tüm bilgiyi kaybetse bile, lavantayı daima hatırlayacağını düşünürdü hep. Şimdi anneannesi yoktu ama her lavanta kokusunda tüm hatıraları, tüm renkleriyle yanıbaşında oluyordu.

***********************

Dolmuş kahyasının "küçükhanım, birini mi bekliyorsunuz?" sorusuyla lavanta kokulu düşüncelerinden hızla sıyrıldı. "pardon dalmışım" dedi. Mahçup bir gülümsemeyle dolmuşa bindi. Araç hareket etti. Çantasından bozukluk bakındı, bulamayınca kağıt parayı uzatmak istedi ve yerinden kalkıp şoföre uzattığında araç çok dik yokuşu çıkmaktaydı. Şoför parayı alırken aniden yokuşta önüne çıkan aracı son anda farketti. Çarpışmamak için sağa doğru kırarken vitesi de küçültmeye çalıştı. Bütün bunlar olurken araç silkelendi, tam o esnada ayakta parayı uzatmış olan genç kadın dengesini koruyamayıp koltuktaki yolcunun kucağına oturuverdi. Bütün bunlar o kadar hızla olmuştu ki, genç kadın şaşkınlıktan bir süre kalkamadı. Yokuş bittiğinde yüzü kıpkırmızı bir halde binlerce kez özür dileyerek yolcuya döndüğünde kuyrukta önündeki genç adamın olduğunu gördü. O da önemli olmadığını, allahtan düşmediğini söylüyordu. 

İneceği yerde şoföre seslendi ve kapıya yönelip hemen kendini dışarı attı. Arkasından birinin daha indiğini görünce dönüp baktı ve ikisi de kahkahalarla gülmeye başladılar. Tam bir sinir boşalması yaşanıyordu. Yanyana kaldırım kenarına oturarak gözlerinden yaş gelinceye kadar güldüler.

Bir süre sonra rahatladıklarında genç adam "aslında bu tamamen bir kader" dedi. "Nasıl?" "Sırada beklerken o lavanta kokusu beni o kadar etkiledi ki, çok eskilere gittim bir anda ve keşke bana da ikram etse kolonyadan diye düşündüm" "Yoksa sen de mi seversin lavantayı?" "Evet, küçükken eczacı dedemin laboratuarında bir arkadaşının getirdiği lavantaları kolonyaya dönüştürmesini izlerdim, bazen yardım etmeme izin de verirdi" "İnanamıyorum, bu hikaye bana çok tanıdık geldi" "?" "Anneannem lavanta sevdasıyla evimizin bahçesinde yetiştirdiği ürünleri eczacı bir dostuna götürürdü ve kolonya yapılırdı onlardan.. yoksa sen?" 


Hayatın onlara tatlı bir sürpriziydi bu buluşma ve devamı da kaçınılmazdı.







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: Öykü, tekrar yayındır.

17 Haziran 2016 Cuma

çok romantik öyküler (2) (*)





Hava çok sıcaktı. Kadıköy' e vardığında "eve hangi araçla gitmeliyim?" diye düşündü. Klimalı otobüsleri tercih etse bu saatte oldukça kalabalıktı, üstelik yorgundu, "ayakta o kadar yolu gidemem" dedi içinden. En iyisi minibüse binmekti.

Son anda kalkmak üzere olan minibüse baktı, bir kişilik yer vardı en arkada. Aslında oturmak için iyi bir yer sayılmazdı ama diğer minibüsün yolcuyla dolup kalkmasını beklemek işine gelmiyordu. Çaresiz "nasılsa birileri iner, yer değiştiririm" düşüncesiyle bindi ve oturdu. 

Bir süre yol alınca birden hiç rüzgar esmediğini farketti. Bayılacak gibi oldu. Aracın tavan penceresi açıktı sadece. Diğer pencereler sanki çivilenmiş gibiydi. Ağzını açıp bir şey söyleyecek oldu ama halsizdi, sustu. 

Zaten şoför de kapı açık gittiğinden yeteri kadar rüzgar gelmeye başlamıştı, ferahladı biraz. Bu yaz çok zorlanmıştı. Belki de her yaz böyleydi de, sıcağı sevmediği için her yıl bir öncekini unutup, o anı yaşıyor ve mutlaka o senenin daha bunaltıcı olduğunu düşünüyordu. Aslında soğuk ülkede yaşamalıydı. Bunu her seferinde söylüyordu, yeteri kadar söylerse sanki gerçekleşecekmiş gibi.


Biraz rahatladıktan sonra çantasından kitabını çıkardı. Bu uzun yol başka türlü bitmezdi. Hem okuduğu kitap da gittikçe sürükleyici bir hal alıyordu. Orta yaşı geçmiş dışişleri bakanı olan bir adam, yolları uzun zaman sonra yeniden kesişen, bir büyükelçinin karısına aşık oluyordu. Üstelik karşılıksız değildi bu aşk. Ama ümitsizdi. İkisi de evliydi ve çaresizce çırpınıyorlardı. Her fırsatı yurt dışında kaçamaklarla değerlendiriyorlar, adam özellikle kadın nereye giderse gitsin onu buluyor ve romantik anlar yaşatıyordu. 






Kitaptaki satırların ona ne getireceğini bilmeden heyecanla devam ediyordu okumaya. Arada başını kaldırıp nereye geldiklerini, ne kadar yol katettiklerini görünce, iyi ki kitabı yanıma almışım diye düşündü. 


Bir ara ön koltuktaki iki kişi inmek üzere ayağa kalkınca hemen fırsatı değerlendirdi ve cam kenarına geçti. Hemen elini camı açmak üzere mandalına götürdü, ne kadar uğraşırsa uğraşsın açılmıyordu bir türlü. "Camlar açılmıyor mu şoför bey?" diye seslendi. "Açılması lazım ama kuvvetlice çekmek gerek" diye seslendi şoför. Kadın gücü yettiğince itmeye çalıştı ama başaramadı. Hemen bir ön koltuktan genç bir adam kalkıp iki hamleden sonra camı açmayı başardı. Kadın "erkek kuvveti bu olsa gerek" diye düşündü. Adam çoktan öndeki koltuğa oturmuştu. Kadın, onun omuzuna dokunarak "teşekkür ederim" dedi. Adamsa hafifçe yan dönerek "rica ederim önemli değil".



Açılan camdan olanca gücüyle hava giriyordu içeri. Başını kaldırıp derin derin soludu havayı. İyi geldi. Sonra yine satırlara gömüldü. Heyecanla ve merakla koşuyordu satırlarda gözleri. Bir insanın tüm uzuvlarıyla yaşadığı aşka tanıklık ediyordu. Öyle ki; 1950-1960 dönemlerinde geçen bu öykünün, o dönemin düşünce yapısı akla geldiğinde, bu öykü kahramanlarının ne kadar cesur olduğu ve yaşadıklarını sahiplenme duygusu daha da öne çıkıyordu. 



O esnada öndeki genç adam inmek üzere ayağa kalktı, şoföre seslendi. Kadının hemen önünde tutunduğu demirden elini çekerken bir kağıt parçası kadının üzerine doğru düşmek üzereydi ki; minibüsün hızla kalkması sonucu camdan ve kapıdan gelen rüzgarla kağıt uçup ön koltukların altına doğru sürüklendi. Öyle ani olmuştu ki herşey, kadın bir kaç düşünce arasında gitti geldi. Acaba genç adam bir kağıda bir şeyler yazdı ve o kağıdı da inerken kadının kucağına mı bırakacaktı? Yoksa cam ve kapının açık olmasıyla yerden havalanan anlamsız bir kağıt parçası mıydı bu? 



"Okuduğum kitabın romantik öyküsü beni bu düşünceye itti sanırım", deyip minik gülümsemeyle kendini toparladı. Bir kaç durak sonra da indi, evine doğru yol alırken bu olayı da çoktan unutup gitti.


**************************

Minibüs son seferini tamamlamış, durağa girmişti. En son uyuklayan yolcuyu da indirdikten sonra şoför, aracın içini ertesi güne hazırlamak için bütün koltukları dolaştı, herhangi unutulan bir şey var mı diye. Boş su şişeleri -şu günlerde en çok tüketilen ve araçların içinde bırakılan şey buydu-, okunmuş dergi ve gazeteler dışında pek birşey olmazdı genellikle. Bir de ayakta bozuk para çıkartırken dengeyi sağlamaya çalışma esnasında düşen 10-25 kuruş gibi küçük paralar. Elinde minik süpürgeyle koltuk altlarını ve orta alanı süpürmeye başladı. Süpürgenin önüne katıp getirdiği düzgünce katlanmış kağıtta büyük harflerle birşey yazıyordu. İlgisini çekti, açtı baktı. 

"Hanımefendi, minibüs içinde sizi rahatsız etmeden nasıl yaklaşacağımı bilemediğimden bu notu yazmaya yeltendim, beni affediniz. Rica ederim beni yanlış anlamayın, ancak bu başıma ilk defa geliyor. Sizin beni tanımadığınız gerçeğinin farkındayım ancak size bu notu yazma cesaretini başıma ilk defa gelen bu duygudan alıyorum. Lütfen beni arayınız. Sizi tanımak bu dünyada isteyeceğim en önemli şey. Saygılarımla, Ali Ertem 0532.............."


Yüzünde gülümseme ile içinden şöyle geçirdi; "ben direksiyon sallarken ne aşklar başlayıp bitiyor kimbilir...."









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: Öykü, tekrar yayındır.

15 Haziran 2016 Çarşamba

çok romantik öyküler (1) (*)


****************

Eylül ortalarıydı. Otobüs terminalinde yolcuların otobüse binmesi için anons yapıldı. Bir grup insan otobüse bindi, bir diğer grup aşağıda kaldı. Arkadaşının yanındaki koltuğa neşe içinde oturan kız camdan dışarı baktığında, tanımadığı orta yaşlı birinin kendisine bakarak el salladığını ve dudaklarının hareketinden "iyi yolculuklar" dediğini farketti. Önce şaşırdı, hatta boş bulunup o da el salladı ama daha sonra arkasındaki koltuktakilere el salladığını varsayarak önemsemedi. 


**********************


İki arkadaş sarı kızıl renklerin hakim olduğu tabiatın içine doğru yolculuğa çıkıyorlardı. Ne zamandır gitmek görmek istedikleri Selçuk, Şirince, Efes harabeleri ve Meryem Ana' nın evini ziyaret edeceklerdi. Çok heyecanlıydılar. Bu gezi için fikir veren ve kalacak yeri öneren kişi ise aslında Naz' ın internette mektup arkadaşlığı yaptığı ve hiç tanışmadığı Haluk idi. Haluk, Naz' dan yaşça epey büyük ama görmüş geçirmiş, zamanın, mekanın, gıdanın kalitesini  yaşamış, tatmış biriydi. Naz ile yolları internette kesişti. İkisi de edebi anlamda yazılardan keyif alıyorlardı ve birbirlerine her gün bir mektup yazıyorlardı. Günlük olayları, o olaylar esnasındaki duygularını, kalp sıkışıklıklarını, bazen bir filmi, tiyatroyu ya da hoş manzaralı bir restoranı birbirleriyle paylaşıyorlardı. 


En son Naz, bu geziden bahsedince Haluk ona Selçuk' ta tanıdığı bir dostu olduğunu, onların pansiyonunda kalabilmeleri için telefon edeceğini, hatta onları bu eski dostuna emanet edeceğini yazmıştı. Gerçekten de gidilecek tarihte pansiyonun aslında kapatılmış olacağını ama sırf bu eski dostun tanıdıkları için bir odalarını hazırlayacaklarını, ancak bir rahatsızlıkları nedeniyle kahvaltı ve yemek servisi veremeyeceklerini belirttiler. Etrafta bir çok lokanta, kafe açık olduğundan yemek işi sorun olmazdı. Hemen yolculuk için biletler ayarlandı, pansiyon adresi alındı ve Haluk' a binlerce teşekkür etti Naz. 



Birbirlerini görmemişlerdi, sadece bir kez Naz ona bir fotoğraf göndermişti, hepsi o. Ama sayfalarca mektuplar bir görüşme ihtiyacını tetiklese de, hiç bir taraf bir diğerine görüşme isteği için bir cümle sarfetmiyordu. Bazen hatlardaki kesintilerden elektronik postalarda gecikme olduğunda, her ikisi de sanki önemli bir hayat kaynağını yitirmiş gibi hissediyordu.



Naz, seyahatin tüm ayrıntılarını, nerden hangi seyahat şirketi ile gideceklerine dair tüm bilgiyi Haluk' a iletti onun soruları neticesinde. Hatta Naz, şakayla karışık soru işaretli bir cümlede "yolculamaya mı geleceksin yoksa?" diye sorma cesaretini bulmuştu. Herhangi bir evet ya da hayır cevabı olmamakla beraber Haluk, tam da o akşam bir toplantısının olacağından bahsedince, gizli beklentisini de kırmıştı Naz' ın.




***************************





Harika bir gezi olmuştu. Selçuk' ta nefis bir sonbahar yaşadılar, sokaklarda neredeyse diz boyuna gelen sarı turuncu, kırmızı yapraklar içinde uçuyormuş gibi yürüdüler. Şirince' nin daracık taş sokaklarında, sobalardan çıkan gri dumanlar ve doğanın renk değiştirmesiyle meydana gelen görüntüye hayran hayran bakarak gezdiler. Her meyvadan yapılmış şaraplarından tadarak, tatlı bir sarhoşluk yaşadılar. Pansiyon sahibi, onlarla çok iyi ilgilenmiş ve bir zamanlar kurucusu olduğu müzeyi, Efes' i ve Meryem Ana' yı her santimetrekaresini hiç üşenmeden gezdirerek, detayları hakkında bilgi vermişti. 

Dönüş yolculuğu bu tatlı gezinin görsel hafızalarında bıraktığı renklerle, yüreklerinde onları ağırlayan evsahiplerininsevgi dolu bakışlarıyla İstanbul' a kadar sürdü. Hem yeni-eski şehirler görmüşler, hem de yürekleri sevgi dolu insan kazanmışlardı. 



**************************

Tatil dönüşü hemen internet başına geçmişti Naz ve büyük bir açlıkla ondan gelen mektupları okudu yüreği heyecanla çarparak. Ardından da tatilin tüm detaylarını yazdı bir çırpıda. Hatta mektubun sonunda otobüse bindiklerinde bir adamın ona bakarak el salladığını sandığını ve sonra bu hissine güldüğünü bile anlattı. 

Haluk' tan gelen cevapta ise sadece bir tek satıra odaklandı, yüreği ağzında.

"Evet, o akşam gerçekten oraya seni yolculamak için geldim, o el sallayan bendim"









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: Bu yayın "tekrar" yayındır.

14 Haziran 2016 Salı

hayat çok acımasız (*)




*********************



Telefonda ağlayarak diyor ki, "Hayat çok acımasız.. insanlar neden bu kadar kötü?" Kalakalıyorum.. söyleyecek öyle çok şeyim var ki.. sadece "Bu bir süreç.. her insanın burda deneyimlemesi gereken şeyler var. Biri açlığı ve sonuçlarını deneyimler, öbürü ihaneti, diğeri hainliği, acizliği, parayı, parasızlığı, aşkı, aşksızlığı.. ama herkesin bir kapısı var, açılması ya da tamamen kapanması da onun elinde olan." dyebiliyorum.

"Biliyorum haklısın ama artık bu hayat omuzlarıma çok ağır geliyor, bu naiflikle taşıyamıyorum be canım!" cümlesi, öğretmenin tahtada tebeşirle yazarken kör bir noktaya gelmesiyle çıkan ses gibi çiziyor içimi.

Telefon ahizesinden geçip, yakın tarihte belli zaman dilimlerine gidiyorum. Haksızlık nedir? Haksızlık; yapanın içinde bulunduğu durumu tamamen pozitife çıkartabilecek bir pozisyon olabileceği gibi, yapılanın da kendisine hak görülen bu durumu kendi mağduriyeti olarak açıklayabileceği bir olgu sadece. Bulunduğun "taraf" ile ilgili bakış açısı. Kimse "ben haksızlık yaptım" demez, "haklıyım" der. Ama sıkça şu cümleyi duyarız "bana haksızlık yapıyorsun"

Yaklaşık beş senedir "hak" konusunda çok hassasım. "Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" sözü yol rehberim olarak seçtiğim bir cümledir. İnsanlık dürtüleriyle bazen şaşsam da kısayoldan dönüşü bulma çabalarım, ruhumu rahatlatır daima. Hayatım bazen önüme sürpriz şeyler çıkarır diyebilirdim çok önceleri ama o "sürpriz" diye nitelenen şeyleri aslında benim çağırdığımı farkettim. Farkettiğimden beri de kendimi rahat bırakıp, içindeki öğretinin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum ve yaşıyorum.

Belki bana da haksızlıklar yapılmıştır ama benim o olaylarda nasıl bir tutum sergilediğim daha önemli. Telefonun ucundaki ses, telefon açtığı kişiye hayatın acımasızlığından bahsederken, kendisiyle ilgili herhangi bir davranışı süzgeçten geçirmiş miydi acaba? Ya da telefon açtığı kişinin, kendisiyle ilgili ruh, duygu durumunu gözden geçirmiş miydi? Elbette hayır... sadece o an' ki yaşadığı duygu bulanıklığını paylaşmak istemişti.

Hayat çok acımasız !...




********************








{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: Bu yayın daha önce ŞU tarihte yayınlanmıştır.