"Bir yönetmen, Güney Afrika'da yosun ormanında yaşayan bir ahtapot ile
sıra dışı bir dostluk kurar ve kendi dünyasının gizemlerini paylaşan bu
hayvandan çok şey öğrenir. "
Evet belgeselin konusu yukardaki gibi bir iki cümlede özetlenir ancak denizin altındaki dünyada yaşayan tüm canlıların hayatlarını izlemek, gizemli bir kapının aralanması gibi geldi bana. Bizler KaptanJacques Cousteau zamanının çocuklarıyız. Onun denizler altına yaptığı seyahatleri heyecanla, merakla ve hayranlıkla izlerdik.
Ama burda daha farklı bir şey var. Yönetmenin kendi iç sıkıntılarıyla, kendini attığı bir deniz dibi ve orda kendine yakın bulduğu bir deniz canlısı.
Öyle tatlı bir arkadaşlık kuruluyor ki, sabah olsa da yeniden gidip arkadaşımı görsem diye sabırsızlanan bir adamla beraber, izleyen de sabırsızlanıyor.
Köpekbalıkları geldiğinde onun için endişelenip, telaşlanıyor.
Hele bir sahne var ki, aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibi ilk defa çok yakınlaşıyorlar. Ahtapot, yönetmene sarılıyor. Bu sahne ve sonrası içimi dağladı.
Hayat hep "yeniden, yeniden" dediğimiz bir döngüden ibaret.
Işık ve renk zenginlinliği görsellerle dolu bu belgeseli izlemeniz inatla tavsiye edilir.
(Bana tavsiye eden sevgili blogger arkadaşım Balthus' a da