çocukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Celaliye 5









Bir kaç gün sonra Ali nihayet ortaya çıktı. Nerde olduğunu sorduğumu gayet iyi hatırlıyorum fakat Ali' nin ne cevap verdiği net olarak kalmamış hafızamda. Sanırım ailedeki büyüklerden biri ya hastalanmış ya da vefat etmişti. Hepsinin birden topluca gitmesi buna delaletti çünkü. 

Çocukluk işte, ölüm o zamanlar net algıladığımız bir şey değildi ki, insanlar ölebilirdi bunu biliyordum ama onlar hep başkalarıydı sanki. Ölüm; benim aile çemberinin içinden birine elini uzattığında ne olacaktı, bunun bilincinde değildim. Anlık mahzunluk, yerini hemen hayatın  içindeki gerçeğine bırakıyordu bizler için. Ve biz de hemen denize koştuk. Olağan yarışlarımızı yaptıktan sonra, artık Ali' ye sürpriz soruyu soracaktım. 

Tam o esnada derinlerden gelen bir müzik duyduk. İkimiz de çok heyecanlandık. Çünkü bunun ne olduğunu gayet iyi biliyorduk. Hemen evlere koştuk, ailelerimize haber verdik ve yanımıza harçlıklarımızdan bir miktar alarak caddeye çıktık. Bizim sitenin hemen yakınında duruyordu o.


Bahsi geçen şey, gezginci Migros kamyonlarıydı. Haftanın belirli gün ve saatlerinde gelen bu araçların kasalarının yan yüzlerindeki kapalı kanatlar yere paralel gelecek şekilde açıldığında, pratik bir şekilde ilkel görünümlü bir tezgah haline gelirdi. Kasanın açılan kısmından raflar meydana çıkardı. Satış elemanları kanadın arkasındaki bölüme geçerek müşterilere satış yaparlardı. Daha sonra bu kamyonlar yerlerini, arka kapısından girilip, ön kapısındaki kasanın yanıbaşında ödeme yapılarak inilen, içi iki taraflı raflarla donanmış, camsız kavuniçi renkte Migros otobüslerine bıraktılar.

Benim en sevdiğim ürün ise o zamanki çocuksu isteğin ve ülkedeki yokluk veya pahalılıktan dolayı, yurtdışından gelenlerin mutlaka yanlarında getirdiği şey olan çikolatalı ürünlerdi. O zamanlar Nestle gofret pek revaçtaydı. Nasıl tadına vara vara, gıdım gıdım yerdim anlatamam. Belki de o zamanlar başlamıştı, imrendirici ve pek iştah açıcı yemek yeme tarzım.

Ali ile gofretlerimizi minik ısırıklarla kim en geç bitirecek yarışmamız da vardı. Ama eninde sonunda biterdi işte. Bir dahaki sefere kadar biz de denize koşardık.

Artık Ali' ye o muhteşem soruyu soruyordum işte. "Ali?", "Ne var?", "Sen kürek çekmesini biliyor musun?", biraz durdu sanki, "Ehm, şey biliyorum", "O zaman gel hadi çekelim", "Benim eve gitmem lazım", "Ama niyeeee?", "Sonra gelirim". Gitti. Ben öylece kalakaldım. Aslında şaşırdım. Olacak iş değildi, ortada yarışılacak bir durum vardı ve Ali ortadan yok oldu. En sonunda şuna kanaat getirdim, Ali kürek çekmeyi kesinlikle bilmiyordu, benimle yarışsa mutlaka kaybedecekti, bu yüzden de bahane uydurdu. Gözüm parladı bu düşünceyle birden ve gülümsedim. 

Sonraki günlerde de Ali' nin pek tadı yoktu sanki ama yine de hep birlikteydik. Yaz sona eriyordu, okul alışveriş telaşı başlamadan dönmek gerekiyordu. Vedalaştık çaresiz. 

Hala düşünürüm, o yaz Ali olmasaydı ben yüzmeyi, denize iskeleden atlamayı, dalmayı, sandalın altından geçmeyi, uzun süre nefessiz dipte kalmayı, kürek çekmeyi ve bir arkadaşı özlemeyi öğrenebilir miydim...? Kimbilir, o yaz değil belki çok daha sonra öğrenirdim ama o yaz sanki sıkıştırılmış bir paket program gibi oldu tüm bunlar Ali sayesinde. Onun bana, o zaman dilimi için gönderilmiş bir hediye olduğunu biliyorum. Belki o zamanlar söylemedim ama O' na bunu borçluyum.

Ali; sana arkadaşlığın, beni güzel şeylere teşvik ettiğin, aklımda yer edip yıllar sonra bile senden bahsedebildiğim için çok teşekkür ederim !...







(bitti)







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan fotoğraf Yandexten alıntıdır.





9 Ağustos 2021 Pazartesi

Celaliye 4







Arada İstanbul' a eve gidiyordum, yazlık ev çok kalabalık olduğunda. Orda başardıklarımı babama ballandıra ballandıra anlatırken, özlediğimi de farkediyordum. Uzak kaldığım her gün, tüm bu yaptıklarımı unutucağım diye içimi korku kaplıyordu. 

Nihayet tekrar oraya döndüğümde ilk işim, evdekilerle merhabalaşmayı oldukça kısa kesip kumsala inmek oluyordu. O sefer de öyle oldu. Ama ne denizde, ne sahil boyunca Ali' yi göremedim. Olur a, belki yemek yiyordur, belki öğle sonrası uykusuna yatmıştır ya da ailesiyle alışverişe gitmişlerdir diye kendimce fikirler ürettim durdum. 


Ama Ali yoktu, ne o gün, ne de sonraki gün. Denizde yaptığım aktiviteler beni çok meşgul ediyordu ama hep onun eksikliğini hissediyordum. Her an bir yerden karşıma çıkıp, yine beni yarışmaya zorlayan sorularıyla peşimde koşturacak sanıyordum. Ama yoktu. 


O bir kaç günde yüzme, dalış, daha büyük teknelerin altından geçiş, suyun altında uzun süre nefessiz duruş, iskeleden balıklama atlayış dahil tüm çalışmaları yaptım. Kendimi çok iyi hissediyordum. Ama yepyeni bir şey dikkatimi çekti. Kürek çekmeyi bilmiyordum. O kocaman sandala küreklerle hükmedebilir miydim ki? Bunun her şeyden zor olacağını düşündüm. Ve bu konuda bir şeyler öğrenmek için çalışmalara başladım. Site sakinleri ya da bizimkiler sandala bindiklerinde ben de onlarla gidiyordum. Ve kürek çeken kişiyi dört gözle izliyordum. Bir gün sandalla giderken içimdekini çıkardım. "Bana da kürek çekmeyi öğretir misin?", "Çok küçüksün ama..", "Küçüğüm ama çok güçlüyüm, n' olur öğret, lütfen?", gülümseyerek "Peki gel bakalım küçük kız" dedi ve sonrasında kürekleri nasıl kavrayacağımı, sudan çıkarırken yönünün asla değişmemesi gerektiğini, iki küreğinde aynı açıdan ve aynı anda denize girmesini, yoksa sandalın dengesinin ve gidiş yönünün bozulacağını, küreklerin suya yatay değil dik açıyla girmesi gerekliliğini göstererek ve sabırla anlattı.


Elime küreği aldığımda çok heyecanlıydım. Suyun üstündeydik ve bu koskoca sandala nereye gitmesi gerektiğini ben söyleyecektim. Minik ellerime sığmayan kürekleri tuttum ve bana gösterdiklerini uygulamaya başladım. İlk anda dengeyi tutturamadım. Sandal farklı kürek hareketleri nedeniyle olduğu yerde durdu. Tekrar denedim ve bu sefer acele etmeden yavaşça suya batırdım kürekleri ve yavaşça aynı anda çektim. Yaşasın, hareket etti sandal. Bundan sonrasında yavaş ve direktiflerle daha iyi hareket ettirdim. Koca sandalı denizin içinde sağa sonra sola döndürüyor, tam gaz küreklere yüklenip ileri doğru götürüyordum. Bu arada, sandalı çeviremeyeceğimiz denli dar bir alanda isek eğer, geri geri kürek çekerek hareket ettirmeyi de öğrendim. 




Öğrendiğim her detayı ablamla da paylaştım. İki kardeş sandalı alıp, bizim siteden biraz uzakta olan, Gül Yalı sitesinin iskelesine gidiyorduk. Marketinden bir gofret ya da bisküvi alıp, oraya gidişimizin hava atmak olmadığını gösteriyorduk aklımızca. Hey gidi günler... daha acemi olduğum zamanlarda, ablamla ben yine oraya gitmiş ve yanaşmaya çalışıyorduk. İskelenin altında yosunlar vardı. Ablam, "Sakın beni düşürme, aşağıda yosunlar var, nefret ediyorum yosunlardan" dedi. Sanki bu cümle, olmaması gereken bu durumu çağırmış ve gerçekleşmesini sağlamıştı. Sandalı yanaştırıp, elimle de iskeleyi tutmaya çalışıyordum. Ablam, sağ bacağını iskeleye attı, sol bacağı sandalda iken sandal iskeleden açılmaya başladı. Var gücümle iskeleye çekmeye çalışıyordum sandalı ama gücüm yetmedi. Ablam bacağını çekemedi, sandal daha fazla açıldı iskeleden ve beklenen oldu, ablam denize düştü. Onun "Yosunlar, yosunlaaarrr" diye bağırışını bugün bile hatırlıyor ve ancak bugün -çünkü o an, yolcusunu denize düşüren kaptan moduna girdiğim için suratım düşmüştü- kahkahalarla gülmekten kendimi alamıyorum.


O günlerde o kadar mutlu oldum ki, Ali' den önce bir şeyi iyice öğrenmiştim ve ona bunu yapıp yapamadığını sormak için, dönmesini sabırsızlıkla bekliyordum (!).




(sonrası)



(devam edecek)






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan fotoğraf Yandexten alıntıdır.




3 Ağustos 2021 Salı

Celaliye 3







Akşamları en keyifli zaman dilimiydi. Büyükler balkonlarda çaylarını içerken, çocuklar ve gençler kumsalda halka halinde oturur, çeşitli oyunlar oynardık. Maharetleri olanlar bunları sergilerdi. Yazlık yer olur da gitar çalmayan olur mu hiç? Hep bir ağızdan o devrin şarkılarını söylerdik. Şimdilerde filmlerde kullanılan eski şarkıları biz, o geçmiş zaman tünelinde ilk ağızdan dinleyen nesildik. 






Sesi çok güzel olan bir kaç kişi de gitar eşliğinde şarkı söylerdi. O zamanlar yeni yeni ünlenen Nilüfer' in şarkılarını söylerdik hep bir ağızdan. Gecenin bitmesini istemezdim, zira sabah olunca yine telaş ve heyecanın yanı sıra, beni hep zorlayacak şeylerin başlayacağını biliyordum.

Tahmin edileceği üzere iddia ve enerji küpü Ali, yeni bir şeyle karşıma geçmekte gecikmedi.

Kıyıdan biraz uzakta duran sandalları göstererek, "Sen bu sandalların bir yanından dalıp, öteki yanından çıkabilir misin?" Amanın !! Sandal bana gemi kadar büyük göründü. Küçücük ciğerlerimi düşündüm, bu kadar kocaman bir nefes alabilir miydim? 

Yapmakla yapmamak arasında gidip geliyordum. Ama içimdeki maceracı kız çıkıp, ne o pes mi ediyorsun? eğer bunu bu küçük çocuk yapabiliyorsa sen de yapabilirsin demektir, dedi ve aynı anda benim ağzımdan da "Çok kolay, tabii ki yaparım" cümlesi çıktı. Üstelik bu sefer önce ben dalacaktım. Derin derin nefesler almaya başladım ve bir anda suyun içinde kendimi aşağıya bıraktım. Kollarımla mümkün olduğunca suyu yararak büyük kulaçlar atıyordum ki, sandalın altından çabucak geçebileyim. Bu arada burnumdan kabarcıklar çıkıyordu arada. Orda geçen zaman o kadar uzun geldi ki, sandalın öteki tarafına geçmiş olduğuma şaşırdım. Nefesimi tam ayarlayamadığımdan biraz su yutmuştum, yüzeye çıkınca biraz öksürdüm. Ali ise; yine hayal kırıklığına uğramış halde bana bakıyordu. "Ne duruyorsun, hadi sıra sende" dedim. 





(devam edecek)









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: fotoğraf buradan alıntıdır.​





26 Temmuz 2021 Pazartesi

Celaliye 2







Ama Ali bu, hiç vazgeçer mi iddialarından. Bu sefer ki sorusu, "Sen iskeleden atlayabilir misin?"Allahım ne zaman kurtulacağım bu çocuktan?! "Tabii ki atlarım!".  Bir iskeleye gittik. Tanrım, ne kadar yüksek bu iskele diye düşündüm, küçücük bedenime bakarak. 





Yine her zaman olduğu gibi onu izledim. Bana sıra geldiğinde içimdeki korku ve heyecanı bastırarak, bu minik adama yenilmeyeceğimi tekrarlayarak, parmaklarımla burnumu kapatıp çivileme atladım. 

Denizi yararak içine girmem, neredeyse kumlara değmem ve sonrasında baloncuklar arasında yüzeye nefes nefese çıkışım bugün gibi aklımdadır. Öyle gururlanmıştım ki; keşke annem babam beni görseler diye düşünmüştüm. Ali' nin istekleri yine bitmedi. Bu sefer denize balıklama atlamaktan bahsetti. Bu çivilemeden daha zor olacaktı. İçimi büyük bir korku kaplamıştı. Aklımdan olabilecek tüm  kötü şeyler geçiyordu. Karşımda ise iddiasına yenileceğimi sanan yaşıtım bir velet duruyordu sırıtarak. Yüzümden belki de duygularımı anlamış ve içinden işte şimdi seni yendim kız çocuğu diye geçiriyordu.


Ne olacaksa olacaktı, o daha beni tanımıyordu. Bu iskeleden balıklama da atlayacaktım, işte o kadar !


Yine her zamanki gibi onu izledim. Ve iskelede bedenimi kavis yapacak şekilde eğerek, kollarımı ileri doğru birleştirip, derin bir nefes aldım ve ayak parmaklarımla kendimi ileri doğru ittirdim. Boşluktan denize değdiğim esnada müthiş bir acı hissettim karnımda. Dipten yukarı doğru kendimi zor ittim ve deli gibi nefes almaya acımı hafifletmeye çalıştım. Ali ise bu esnada gülüyordu, "hahahah taş gibi düştün denize" diye söylenerek. Hayır, buna kesinlikle izin vermeyecektim. "Ne taşı ya? ne diyorsun sen? basbayağı atladım işte" dedim. "Bir yerin acımıyor mu şimdi?", "Yoooo" ah ah acıdan öleceğim ama sana belli eder miyim hiç... "İstersen bir daha atlayalım", "Tamam"

Bu sefer Ali' yi öyle iyi izledim ki, aynı hatayı yapmak benim için ölüm olurdu. Vücuduma daha fazla kavis verdim ve ilk önce ellerim denize girecek şekilde kendimi denize fırlattım. Evet, başarmıştım bu sefer hiç bir yerim ağrımamıştı. 


Ali bir iddiada daha bulunsa, sanırım bu vücut artık isyan edecekti.




(sonrası)



(devam edecek)







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






not: kullanılan gif buradan alıntıdır.​




20 Temmuz 2021 Salı

Celaliye 1








Gideniniz, blieniniz var mı bilmem Celaliye' ye ama ben iyi bilirim.

10-11 yaşlarımın haşarı hali, oralarda geçti. Denizi sevdiğimin farkındaydım ama yüzme öğrenmek ayrı bir işti. Hele ki, yüzmeyi sadece kurbağalama olarak uygulayan sülalede şansım ne kadardı bilmiyordum. Her şeyden önce bir öğretmene ihtiyaç vardı herhalde. İlk yaz orada tutulan evde kalabalık olan sülalenin, sırayla kalma işi organize edildi. Hoş; arada daha fazla gelmeye çalışanlar nedeniyle tartışmalar çıkmıyor değildi ama sonunda bunun mutlaka bir düzende yapılması gerekliliğini algılayıp, herkesin yaz' dan keyif alması sağlandı.

İşte o yazlığa ilk gidişimde, çok heyecanlanmıştım. Apartmanın ön kısmı yola bakıyor ve dairenin içine girildiğinde de salonun ve mutfağın önünde, tamamen uçsuz bucaksız görünen kumsal ve denize baktığı görülüyordu. Öyle güzel bir manzaraydı ki; kumlar altın gibi ışıldarken gözlerim kamaşıyor ve bir an önce denize ayaklarımı değdirmek istiyordum. Hemen giyinip, kumlara indim. 

Deniz durgundu, kıyıya yakın yerde siteye ait kayıklar nazlı nazlı salınıyorlardı. Etrafıma baktım ve öğrenecek ne kadar çok şey olduğunu farkettim. Öte yandan acaba kendi yaşıtım arkadaşlar da var mıydı diye merak ediyordum. Yerleşme ve öğle telaşını atlattıktan sonra akşam üzeri deniz ve güneş banyosu için evdekiler de indiler. Komşularla tanışma faslı sonrasında, yaşıtım bazı çocuklarla tanıştırıldım. 

İçlerinden sadece bir tanesi herşeye kafa tutar gibiydi. Adını maalesef hatırlamıyorum ama biz ona Ali diyelim. Ali, biraz hırçın bir çocuktu. Her fırsatta meydan okuyan tavırla yanıma gelip, "sen yüzme biliyor musun?" diye sorardı. Önceleri bu soruyu geçiştiriyordum ama dişine göre birini bulduğunu farketmiş olacak ki, soruları hakkında daha da baskın çıkıyor ve açıkça bilgisiyle beni ezmeye çalışıyordu. Kesin rol model aldığı biri vardı ailesinde böyle davranan. O yaşta çocuğun ruhsal durumunu çözümleyebilecek durumum yoktu haliyle ve restlerine, ben de restle karşılık vermeye başladım. Ali, benim içimdeki anarşist, dizginlenmez, ateşli yanımı ortaya çıkartmıştı.

Genellikle denizin kıyısında debelenip duruyordum, zira annemden tembihliydim. Bu yüzden kıyıya paralel yüzerken sığ yerde olduğumdan ellerim denizin içine girdiğinde, kumlardan kuvvet alarak vücudumu ileri ittiriyordum, sonra öteki kulaç, sonra öteki, derken dışardan bakan biri için basbayağı yüzüyor görünümündeydim. Ben en azından kendi başıma yüzme alıştırmalarını yapar ve sonrası için büyük adımlara hazırlanırken, Ali yine yanımda bitiverdi ve meşhur soruyu sordu. "Sen yüzme biliyor musun?", "Görmüyor musun, yüzüyorum işte", "Var mısın yarışa?"Ah kışkırtma beni Ali, kışkırmaya hazırım "Varım !", "Tamam o zaman", "Tamam ama kıyıya paralel yüzeceğiz annem izin vermez yoksa...", "İyi". 

Kendimi hemen kıyıya yakın tarafa alıp onu dış kısma koyuyordum. Her seferinde buna itiraz edecek oldu ama bir şekilde onu alt ettim. Yarışlarda hep başabaş geliyorduk. Zordu çünkü ellerimle kendimi ileri ittirmek. Bir keresinde sanırım farkeder gibi oldu ve itiraz etti. Ben de çirkefe yattığını, basbayağı da yüzdüğümü söyledim. Sonraki günlerde ilginç bir şey oldu. Ben günümün çoğunu denizde geçiriyor ve sürekli ellerimi ayaklarımı çırpar pozisyonda çalışıyordum. Ellerimin ve ayaklarımın yerden kesildiğinin farkına varmadığım bir gün suyun üstünde kalabildiğimi görmek inanılmaz mutlu etmişti beni. Artık daha beter kafa tutuyordum Ali' ye. O da, iddialarını çeşitlendirmeye başladı.





"Sen denize dalabiliyor musun?" Eyvaah, tabii ki bilmiyorum.. "Dalıyorum!", "İyi o zaman yarışalım". Birden ellerini önünde uzatarak birleştirdi ve nefes alıp denize daldı. Çok fazla başarılı değildi ama bunu hiç yapmamış olan o yaştaki ben için zorlu bir mücadele olacaktı. Onun yaptıklarının aynısını yaptım ama çabuk çıktım yüzeye ve o hemen itiraz etti. "Ohhooo, dalamadın işte", "Sanki sen çok iyi daldın.", "E tamam bir daha o zaman". İşte o bir dahalar sonunda denize her dalışımda gözlerim açık etrafa bakarken, denizin dibinin ne kadar zengin bir dünya olduğunu keşfetmiştim. Enteresandır bu konuda da günler sonra onu geçtim. Denize daldığım yerden epey ilerde çıkıyordum yüzeye ve böbürlenme sırası bana gelmişti.



  
(devam edecek)









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan foto buradan alıntıdır.





19 Eylül 2011 Pazartesi

çocuk olmak











Anlatıcı: Küçükken oldukça yaramaz, afacan bir çocuktum. Ablam, benim yüzümden epey azar işitmiştir. O zamanlar ayırdında olmadığım bu olayın acısını sonraları hissettim. 


Dinleyici: Neden peki?

Anlatıcı: Çünkü ben gönlümce hoplar zıplarken onun, çocukluğunu benim kadar doyasıya yaşamadığını biliyorum. 

Dinleyici:  Buna sebep olarak neyi görüyorsunuz?

Anlatıcı: Ebeveynlerin davranış yanlışlığını söyleyebilirim.  Onların da henüz birer çocuk olduğu unutulur ve "Sen ablasın/ağabeysin, kardeşine örnek olacaksın!" denilerek omuzlarına kocaman bir ağırlık bırakılır. Hiç düşünülmez, o abla ya da ağabeyin sırf bu yüzden kardeşine diş bileyebileceği, onu kardeşi değil de bir başkası gibi görebileceği ya da sırf bu yüzden kıskanç ve zalim biri olabileceği. Üstelik kardeşlerden küçüğü diğerine göre baskın karakterde ise, işler daha da zorlaşır. Çocukluğunu yaşamadan, lafını dinletme telaşına girer büyük çocuk. Küçük olan ise, bindiği çocukluk arabasında sonuna kadar gaza basmaktadır. 

Dinleyici: Evet ben de bu tür sözler işittim hep. Kardeşine mukayyet ol, yaramazlık yapmasına engel ol türünden sözler. 

Anlatıcı: Buna emindim zaten! Üstelik tam bu esnada abla/ağabey çocukluktan çıkarılıp, kendisine yapıştırılan etikete sığınır. O, artık büyüktür. Madem büyüktür, o halde küçüğünden saygı görmelidir. Bu sefer bir de bunun atışması yapılır evde. Bakkala, manava kim gidecek sıkıntısı baş gösterir. "Sen küçüksün, tabii ki sen gideceksin!" denince, evin küçüğü çileden çıkar her seferinde kendisinin gönderilmesinden. Sesler yükselir, araya anne veya orda ise baba girer. Orta yol bulunur bir sonraki olaya kadar. 

Dinleyici: Son bir sözünüz var mı peki bu konuda? 

Anlatıcı: Var tabii. Çocuk olmak zor zanaat ey ebeveyn!.. Onları zoraki büyütmeyin, tüm damağı kaplayan şarabın tadı gibi geçsin zaman. 

Belki o zaman öyle ya da böyle artık kimse kayıp çocukluğuna ağıt yakmaz!...




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





Not: Fotoğraf google görsellerden alıntıdır.





12 Ağustos 2011 Cuma

kaleidoskop *






Çocukluğumuzda fazla oyuncak çeşidimiz yoktu, ablamla benim. Hatırladığım kadarıyla ablamın, yanından ille de ayırmadığı bezden yapılmış, uzun kuyruklu çok sevimli bir şempanzesi vardı. Ama kendimle ilgili "ille de" diye tutturduğum bir oyuncak hatırlayamıyorum. Her ne olursa kabulümdü sanırım. Hem zaten Aksaray' daki bahçeli evde benim bir kuzum vardı (ne yazık ki kurban edilene kadar)  sözümü dinleyen, beni görünce hoplaya zıplaya yanıma gelen, o yüzden sanırım hayal dünyamda her şey benim oyun arkadaşım olabiliyordu.

Hem bizim zamanların çocukları, kendi oyuncaklarının birer küçük mucitiydiler. Tellerden, kibrit kutularından, deterjan ve su karışımından, rulmanlardan, limon sandıklarından, yapraklardan, tespih böceği vs. den neler neler yaratmıştır zamanım veletleri. 

Sülalede bir kaç kişi yurtdışı seyahati yaptığında -ki bu kişilere sanki Ay' a gitmiş gibi davranılıp, ne getirdiğiyle ilgilenilirdi, en azından çocuklar için durum buydu- ellerindeki çantalardan çıkan ilk şey çikolata ve nescafe olurdu genellikle. Bazen çay getiren de olurdu ama ben en çok çocuk dilinden anlayıp da, envai çeşit şeker getirenlerden hoşlanırdım. İlginç kutularda ya da oyuncakların içindeki şekerlemeler ve minik drajeler en bayıldıklarımdı bu yüzden. Hatırlıyorum da bir keresinde teyzem çok ilginç bir şeker getirdiğini söyledi. Elimize aldığımızda vasat görünen o şeker ağzımızda ıslandığında patlamaya başlayınca önce korkmuş sonra kahkahalarla gülmeye başlamıştık. Bu yurtdışı ne menem bir yerdi acaba? Orda şekerden, çikolatadan evler de var mıydı Hansel-Gretel masalında olduğu gibi? Çeşmelerinden gazozlar, limonatalar mı akıyordu acaba? Aklımda hep öyle yerler hayal ederdim, çocukluk işte. Bir keresinde utana sıkıla bir bebek istemiştik giden birinden. Işıl ışıl ve ipeksi kahverengi saçlarıyla, gözünü açıp kapayan mavi gözlü, yeşil deri elbiseli bir bebeğimiz olunca havalara uçmuştuk. Hatırı sayılır bir zaman geçmesine rağmen bizim bebeğimiz hala aynı şeklini koruyor, zira annemizden herhangi bir oyuncağımızı bozmayacağımız yönünde sıkı (!) tembihliydik. Hatta annem saçımızı örer, mum gibi giydirir ve bahçeye çıkmamıza izin verdiğinde bile üstümüzü kirletmememiz ve saçımızdan bir tutam dahi uçuşmayacak şekilde oynamamızı söylerdi, eh sıkıysa gel de oyna :)

Yine bir seyahat sonrası bir tanıdığımız bir hediye getirdi ablamla bana. Görünümü aşağıda fotoğraftaki gibi, uzun ve kalınca bir silindirin en tepesinde bir delik vardı. Alt kısmında da  sağa ya da sola çevrilen bir hazne.




Bir gözümüzü kısıp, diğeriyle o minik delikten içeriye bakıp, alttaki hazneyi de çevirince bir sürü renk ve şekil içiçe giriyor, birbirini kesiyor, bölüyor, ahenkle dans ediyordu. 


Bir sürü çiçek görüntüsü varken, minik kıpırdatmayla bambaşka bir şekile bürünüyor ve gözümüzü bu şölenden alıkoyamıyorduk.



O zamanlar adını bilmediğim, Kaleidoskop denilen bu oyuncak  her baktığımda farklı renk ve şekil düzeneğiyle mutlu bir çocukluğa ait anı olarak belleğimde kaldı. Oyuncağı soracak olursanız, maalesef ortada yok. Umarım, bizden başka çocukların gözlerinde de havai fişekler patlatmıştır uzun süre.




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



(*) Kaleidoskop: Bir ucu buzlucamla kapatılan, metal ya da mukavvadan bir boru içine yerleştirilmiş aynaların aracılığıyla, boru içine konmuş renkli küçük cisimlerin ve görüntülerinin oluşturduğu çeşitli şekilleri gösteren araç, çiçek dürbünü.
Not: Fotoğraflar, Google görsellerden alıntıdır.




9 Şubat 2011 Çarşamba

heidi







Hangi çizgi film karakteri olmak isterdiniz diye bir mim dolaşır dururmuş ortalıkta, bilmiyordum. Taaa ki; sevgili Giz beni mimleyene kadar. Aslında "mim" i uzaktan izlemek hoşuma gidiyor, içine girmek istemiyorum, -dum. Yani böylesine sevimli ve çocukluğumuza (belki de) dayalı bir mim uzantısı ilgimi çekti ve bir kez daha yanıtlamak istedim.


 

Evet ben bir Heidi delisiydim, hala da öyle. Bu yazıyı hazırlarken, ona ait görselleri bulmak için dolandığımda, onun boğazının derinliklerine kadar görüntü verdiği gülüşüyle, minicik kömür parçası gözleriyle, yanında hep "DAĞ" gibi duran dedesiyle görünce yüzüm genişledi. (Gülümsedim demek oluyor bu) Ona benzetirdim kendimi. Tek fark, o dağ kasabasında yaşıyordu, bense şehrin deli kızıydım. Hey gidi günler...

Belki sevenleriniz vardır diye meşhur görüntüyle birlikte müziğini de ekledim.

Teşekkürler sevgili Giz :)







.