Dün, her salı olduğu gibi solfej ve şan dersine yetişmek için evden çıkıp, en rahat ve dakik ulaşım yolu olan tren istasyonuna gittim. Bu yaşlarda insan hem sevdiği bir şeyle uğraşmanın verdiği keyifle, hem de yaşın gerektirdiği sorumluluk duygusundan hareketle, derse zamanında hatta zamanından önce gelmeye, verilen ödevleri en iyi şekliyle, noktası virgülünü sektirmeden yapmaya çalışıyor. Sınıfın yaş ortalaması dönem başında çoğunluk gençlerden oluşurken ve çok kalabalıkken, sömestreye geldiğimizde benim yaş grubumdaki kadınların sayesinde sınıf kapanmaktan kurtuldu diyebilirim.
Kayıtların ilk yapıldığı zamanı hatırlıyorum da kıyamet gibiydi ortalık. Listelerin asılmasıyla, ismini listede bulamayanların hayal kırıklığı had safhadaydı. Eğer devam edilmeyecekse, başkasının hakkını gasp etmek niye, diye de düşünmeden edemiyorum.
Neyse esas konumuza geleyim yavaş yavaş. Her zamanki gibi derse girdik. Yarıyıl tatiline gireceğimizden, hoca bir değerlendirme yapmak üzere herkese solfej ve bona okutturdu, notlarını aldı. İkinci derste maalesef 3 kişiydik ve biri hastaydı. İki kişi için özel sayılabilecek bir ders yaptık. Diğer arkadaşın ve benim seslerimizi piyano eşliğinde çalıştırdı ve yaptığımız hataları söyledi. Sesi tam olarak göz, burun, ağız hizasında çıkarttığımızı düşünmemizi istedi. Damağın sürekli bir kavis halinde olması gerektiğini, sesin ancak karın bölgesinden yukarı bu şekilde çekebileceğimizi söyleyip, ayna önünde çalışacağımız ağız şekillerini öğretti ve ders bitti. Yani 2 hafta tatile girmiş olduk. Herkes birbirine veda etti.
Aynı dönüş yolunu kullanacağımdan tren yoluna doğru yürüdüm. Kar geliyor uyarısı boşuna değildi, epey soğuk vardı. Yaptığımız nerdeyse kişiye özel bu çalışmalardan çene kaslarım epey yorulmuştu. Bir an önce tren gelse ve boş yer bulup otursam diye düşündüm. Kuvvetli esen rüzgardan artık bacaklarımı hissetmiyorken tren geliverdi ve yer bulup oturdum.
O rüzgarlı bekleyişten sonra herkes sıcak trenin içinde, sanki buzluktan çözülmesi için çıkartılmış et parçaları gibiydi. Derken trenlerin vazgeçilmez konukları resmi geçit yapmaya başladı. Elinde mucize kabilinden bir aletmiş gibi tornavida satmaya çalışanlar, atölyesinden suni deriden yapılmış, çift dikişli, dışarda 6-7 lira ama birinci elden 3 liraya cüzdanlar, mendil satanlar, her evin ihtiyacı çeşitli iğne ve iplik içeren kutular ve daha bir çok satışı arka arkaya izledik ifadesizce. Arada birilerinin telefonu çalıyor ve karşıdaki insanla sohbetlerini birebir dinlemek durumunda kalıyor tüm kompartıman.
"Hakan abi ben şimdi sana ilaçların ismini yazdırayım. Tamam okuyorum... Rispardel, akineton, (vs vs ) yaaa demek çok ağır ilaçlar -zaten bu ilaç isimlerini duyunca kafası ağır bir hasta dedim kendi kendime- evet abi öyle valla, ona diyorum ki abi bu ilaçları içmezsen noluyo diye sordum, oooo başka bir dünyaya uçuyorum dedi.....tabi tabi abi sabah bir geliyor işe gözler kan çanağı, dayanamıyor zaten öğleyi geçene kadar izin verip gönderiyoruz."
Bu sohbet epey uzuyor ve ben artık uzaklaşıyorum bu sesten. Derken bir satışçının daha sesi duyuluyor.
"Sayın yolcular, sizlere son sistem kemerler getirdim. Beyler artık kurtuldunuz, uzaktan kumanda tek tuş kemerler hizmetinize geldi" deyince, kompartımandaki yorgun yolculardan, hatırı sayılır miktardaki kişi gayri ihtiyari kafasını ona doğru çevirdi, tabii ben de. Ve o devam etti. "Beyler yaşadınız, kilo aldım, kilo verdim, delik deldireyim, yeni bir kemer alayım sıkıntılarına paydos. Bir düğmeye bas istediğin kadar sık gevşet, nerde rahat ettiysen orda bırak, tak diye kilitler kendini, olmuyorsa eğer vay anam !..." dedi ve o dakika itibariyle bu arka arkaya sıralanmış kelimeler dizisinin "vay anam" la biten cümlesi beni gülümsetmeye yetti. Ben gülmeye başlayınca önce karşımdaki, yanımdaki kadınlar da eşlik etmeye başladılar. Bu arada adam yüzdeki tebessümleri görünce daha da fazla konuşmaya, araya saçma cümleleri de eklemeye başladı. Benim kısa gülüşlerim bu arada kendimi tutamayıp kahkahaya dönüştü. Satıcı, benim kahkahamı duyunca o da gülerek cümlelerine devam etti. "Bu kemer sizi mutlu eder, beliniz rahatı bulur, karınızın gözüne güzel, dışardaki millete ezel gibi görünürsünüz. Kaynananız eder baş tacı, elinizden almaz bir daha tv kumandasını, çocuklarınız getirir iyi notları. Güzel yemek yapar, evi temizler, yerleri süpürür, çamaşırı da yıkar derdim ama sayın yolcular, teknoloji gelişirse inşallah bunları da yapacaktır ilerde."
Bu arada kompartımandakiler de bir yandan gülümseyerek bana bakıyor, sonra adama ve sonra onlar da gülmeye başlıyorlardı. Resmen bir arjantin dalgası yaratmıştık kompartımanda. Ama satıcı durmuyordu, artık bu kemerle ilgili daha mizahi, daha uçuk öyküler çıkartıyordu ve arada o da kahkaha atıyordu. Benim halim ise yükselen grafik gibiydi. Hani bazen ortada hiç bir sebep yokken gülme krizi tutar insanı ve bir türlü durduramaz kendini, güler güler güler güler... ben artık o yoldaydım, gülüyor gülüyor gülüyordum. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım, nefes aldım, olayı normalleştirmek için yanımdaki kadınlarla laflamaya çalıştım ki, tren bir istasyona geldi durdu, adam da sustu ve başka kompartımanlara doğru ilerledi. Oh dedim, nihayet bitti. Bir ara camdan dışarı baktım ki benim ineceğim istasyon değil mi?! Sakince oturduğum koltuktan bir fırlayışım vardı ki, kapıların kapanmasına ramak kalmıştı, kendimi dışarı attım.
İndiğim kompartımandakilerin arkamdan "kadın o kadar güldü ki, kendini kaybedip ineceği durağı kaçırıyordu" dediklerini hayal ettim. Ama bana bu kahkahalar o kadar iyi geldi ki, eve kadar yüzümde gülümsemeyle yürüdüm, soğuğu da hiç hissetmedim. Sizin de yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.
not: fotoğraf M©MENT©S arşivindendir.
.