tren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2012 Cumartesi

sabah macerası









İçine işlemesine izin vermemeye çalıştığı ayazdan kaçarak, istasyona giren trene bindi hemen. Kör adımlarla, bir sürü ayak arasından kendine bir yön bulmaya çalıştı. Bu sefer tren içindeki aşırı sıcaklığı bertaraf etmeye uğraştı. Önce bere, sonra eldivenler, ardından atkıyı çekip çıkardı. Paltosunun düğmelerini açıp, hem kalorifer hem de insan nefesinin bunaltıcı havasından uzaklaştı. Sabah saatlerinin telaşlı yolcularını taşıyan tren tıklım tıklımdı ve her istasyonda biraz daha yolcu alarak sıkışıklığı artırıyordu. 

Çantasındaki su şişesini çıkartıp bir yandan dengede durmaya çalışarak, suyu yudumladı. Uzun zaman olmuştu sabahın erkeninde yollara düşmeyeli. İş hayatından diplomasını yıldızlı belgelerle alarak, saatleri kurma enstitüsüne veda mektubunu göndermişti. 

İnsanların yüzündeki ifadeleri izlemeye başladı. O sırada kenarına tutunduğu oturma yerinin sahibi kalktı, hemen yanında duran genç kız "Buyrun siz oturun" deyince, içinden binlerce teşekkür geçerken dışından bir tanesini söyledi. "Acaba hasta mı gözüküyorum, yoksa yaşlı mı?" diye geçirdi aklından. Ama ne sebeple olursa olsun, kolunu yormayacağı için memnundu. Son duraktan bir öncekinde nerdeyse tüm tren boşaldı. Onlar, deniz yolunu tercih etmeyenlerdi. Son durağa yaklaşırken bir çift gözle karşılaştı aniden. Tanıdığı biri değildi ama çok dikkatli bakıyordu. Önemsemedi, bakışlarını kaçırdı. Son durakta inmeye hazırlanırken tek tek çıkardığı tüm giysileri yeniden giyindi.

Binadan dışarı çıktığında lodos, bereden çıkan saçlarını uçurdu, yüzünü de yalayarak. "Bu yollarda sürekli bir sıcak bir soğuk ortam değişikliğinden, daha beter hasta olmazsam iyidir" diye düşündü. Kıyıya yanaşan motora koşturdu ve bir yer bulup hemen oturdu. Yine soyunma faslı başladı. Kulağında sürekli dinlediği radyonun melodileri, rehavetle denizin üstünde salınmaya bıraktı bedenini. Mendireği geçince açık denizde dalgaların büyüklüğü motoru sallamaya başladı. Hiç bir zaman korkmamıştı bundan, yüzünde hafif tebessümüyle dalgaların kabarıp alçalmasını izledi. Başını soldan sağa çevirirken yine bir çift gözle buluştu gözleri. Oydu, trende gördüğü adam. Şaşırdı ama belli etmedi."Niye heyecanlandım ki şimdi?" dedi kendi kendine.

Koridorun diğer tarafındaki koltukta yer boşaldı, adam  gelip oraya oturdu. O yöne bakmadığı halde, adamın ona baktığını hissediyordu. İneceği iskeleye geldiğinde kalktı, koridorda sıra halinde duran insanların arkasında beklemeye başladı. Tam o esnada önündeki boşluğa o girdi ve durdu. Tam önündeydi. O kadar yakın duruyordu ki, daha fazla heyecanlandı. Adam arada arkasında olup olmadığını kontrol ediyordu. Beraberce ilerlediler. Motordan inince adam arkasında kaldı. "Herhalde aynı otobüse bineceğiz" diye düşündü. Hızlı adımlarla otobüse bindiğinde, hemen hareket etti. Etrafına bakındı, göremedi. Hafif bir hayalkırıklığı yaşadı ama "Kısa bir sabah macerası işte" dedi.

İneceği durağa geldi, karşıdan karşıya geçip, randevusunun olduğu binaya girdi. Asansöre doğru yürürken önünde bekleyen bir kişi olduğunu gördü. 3 kişilik asansörün önünde hep kalabalık olduğundan şansına sevindi. Kapı açıldı, bindiler ve "Hangi kata?" diye soran adama baktığında, trendeki adam olduğunu şaşkınlık ve heyecanla gördü.




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






26 Ocak 2011 Çarşamba

yaşanmış bir tren hikayesi


Dün, her salı olduğu gibi solfej ve şan dersine yetişmek için evden çıkıp, en rahat ve dakik ulaşım yolu olan tren istasyonuna gittim. Bu yaşlarda insan hem sevdiği bir şeyle uğraşmanın verdiği keyifle, hem de yaşın gerektirdiği sorumluluk duygusundan hareketle, derse zamanında hatta zamanından önce gelmeye, verilen ödevleri en iyi şekliyle, noktası virgülünü sektirmeden yapmaya çalışıyor. Sınıfın yaş ortalaması dönem başında çoğunluk gençlerden oluşurken ve çok kalabalıkken, sömestreye geldiğimizde benim yaş grubumdaki kadınların sayesinde sınıf kapanmaktan kurtuldu diyebilirim. 

Kayıtların ilk yapıldığı zamanı hatırlıyorum da kıyamet gibiydi ortalık. Listelerin asılmasıyla, ismini listede bulamayanların hayal kırıklığı had safhadaydı. Eğer devam edilmeyecekse, başkasının hakkını gasp etmek niye, diye de düşünmeden edemiyorum.

Neyse esas konumuza geleyim yavaş yavaş. Her zamanki gibi derse girdik. Yarıyıl tatiline gireceğimizden, hoca bir değerlendirme yapmak üzere herkese solfej ve bona okutturdu, notlarını aldı. İkinci derste maalesef 3 kişiydik ve biri hastaydı. İki kişi için özel sayılabilecek bir ders yaptık. Diğer arkadaşın ve benim seslerimizi piyano eşliğinde çalıştırdı ve yaptığımız hataları söyledi. Sesi tam olarak göz, burun, ağız hizasında çıkarttığımızı düşünmemizi istedi. Damağın sürekli bir kavis halinde olması gerektiğini, sesin ancak karın bölgesinden yukarı bu şekilde çekebileceğimizi söyleyip, ayna önünde çalışacağımız ağız şekillerini öğretti ve ders bitti. Yani 2 hafta tatile girmiş olduk. Herkes birbirine veda etti.

Aynı dönüş yolunu kullanacağımdan tren yoluna doğru yürüdüm. Kar geliyor uyarısı boşuna değildi, epey soğuk vardı. Yaptığımız nerdeyse kişiye özel bu çalışmalardan çene kaslarım epey yorulmuştu. Bir an önce tren gelse ve boş yer bulup otursam diye düşündüm. Kuvvetli esen rüzgardan artık bacaklarımı hissetmiyorken tren geliverdi ve yer bulup oturdum. 



O rüzgarlı bekleyişten sonra herkes sıcak trenin içinde, sanki buzluktan çözülmesi için çıkartılmış et parçaları gibiydi. Derken trenlerin vazgeçilmez konukları resmi geçit yapmaya başladı. Elinde mucize kabilinden bir aletmiş gibi tornavida satmaya çalışanlar, atölyesinden suni deriden yapılmış, çift dikişli, dışarda 6-7 lira ama birinci elden 3 liraya cüzdanlar, mendil satanlar, her evin ihtiyacı çeşitli iğne ve iplik içeren kutular ve daha bir çok satışı arka arkaya izledik ifadesizce. Arada birilerinin telefonu çalıyor ve karşıdaki insanla sohbetlerini birebir dinlemek durumunda kalıyor tüm kompartıman.

"Hakan abi ben şimdi sana ilaçların ismini yazdırayım. Tamam okuyorum... Rispardel, akineton, (vs vs ) yaaa demek çok ağır ilaçlar -zaten bu ilaç isimlerini duyunca kafası ağır bir hasta dedim kendi kendime- evet abi öyle valla, ona diyorum ki abi bu ilaçları içmezsen noluyo diye sordum, oooo başka bir dünyaya uçuyorum dedi.....tabi tabi abi sabah bir geliyor işe gözler kan çanağı, dayanamıyor zaten öğleyi geçene kadar izin verip gönderiyoruz."  

Bu sohbet epey uzuyor ve ben artık uzaklaşıyorum bu sesten. Derken bir satışçının daha sesi duyuluyor. 

"Sayın yolcular, sizlere son sistem kemerler getirdim. Beyler artık kurtuldunuz, uzaktan kumanda tek tuş kemerler hizmetinize geldi" deyince, kompartımandaki yorgun yolculardan, hatırı sayılır miktardaki kişi gayri ihtiyari kafasını ona doğru çevirdi, tabii ben de. Ve o devam etti. "Beyler yaşadınız, kilo aldım, kilo verdim, delik deldireyim, yeni bir kemer alayım sıkıntılarına paydos. Bir düğmeye bas istediğin kadar sık gevşet, nerde rahat ettiysen orda bırak, tak diye kilitler kendini, olmuyorsa eğer vay anam !..." dedi ve o dakika itibariyle bu arka arkaya sıralanmış kelimeler dizisinin "vay anam" la biten cümlesi beni gülümsetmeye yetti. Ben gülmeye başlayınca önce karşımdaki, yanımdaki kadınlar da eşlik etmeye başladılar. Bu arada adam yüzdeki tebessümleri görünce daha da fazla konuşmaya, araya saçma cümleleri de eklemeye başladı. Benim kısa gülüşlerim bu arada kendimi tutamayıp kahkahaya dönüştü. Satıcı, benim kahkahamı duyunca o da gülerek cümlelerine devam etti. "Bu kemer sizi mutlu eder, beliniz rahatı bulur, karınızın gözüne güzel, dışardaki millete ezel gibi görünürsünüz. Kaynananız eder baş tacı, elinizden almaz bir daha tv kumandasını, çocuklarınız getirir iyi notları. Güzel yemek yapar, evi temizler, yerleri süpürür, çamaşırı da yıkar derdim ama sayın yolcular, teknoloji gelişirse inşallah bunları da yapacaktır ilerde." 

Bu arada kompartımandakiler de bir yandan gülümseyerek bana bakıyor, sonra adama ve sonra onlar da gülmeye başlıyorlardı. Resmen bir arjantin dalgası yaratmıştık kompartımanda. Ama satıcı durmuyordu, artık bu kemerle ilgili daha mizahi, daha uçuk öyküler çıkartıyordu ve arada o da kahkaha atıyordu. Benim halim ise yükselen grafik gibiydi. Hani bazen ortada hiç bir sebep yokken gülme krizi tutar insanı ve bir türlü durduramaz kendini, güler güler güler güler... ben artık o yoldaydım, gülüyor gülüyor gülüyordum. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım, nefes aldım, olayı normalleştirmek için yanımdaki kadınlarla laflamaya çalıştım ki, tren bir istasyona geldi durdu, adam da sustu ve başka kompartımanlara doğru ilerledi. Oh dedim, nihayet bitti. Bir ara camdan dışarı baktım ki benim ineceğim istasyon değil mi?! Sakince oturduğum koltuktan bir fırlayışım vardı ki, kapıların kapanmasına ramak kalmıştı, kendimi dışarı attım. 

İndiğim kompartımandakilerin arkamdan "kadın o kadar güldü ki, kendini kaybedip ineceği durağı kaçırıyordu" dediklerini hayal ettim. Ama bana bu kahkahalar o kadar iyi geldi ki, eve kadar yüzümde gülümsemeyle yürüdüm, soğuğu da hiç hissetmedim. Sizin de yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: fotoğraf M©MENT©S arşivindendir.


.