mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2010 Çarşamba

mektup çeşitlemeleri - 5 (şikayet mektubu)



G. Rossini - Kedi düeti

************************



Efenim ben dünyaya gözümü büyük bir şehrin, orta halli insanlarının yaşadığı bir sokakta açmışım. Babam, bizleri anneme yerleştirdikten sonra ortadan kaybolmuş. Zavallı annem, bize musallat olan çevre apartman ahalisinin çocuklarından, kargalardan, martılardan, köpeklerden ve diğer kedilerden korumakla, aynı zamanda da bizi doyurmakla iştigal etmekteydi. Diğer kardeşlerimle etrafımızda neler olduğundan habersiz, bizi ısıtan güneş altında hoppidi, boppidi oynarken büyüdük. Etrafta bir kaç yardımsever insan vardı da, onların verdiği ev artığı yiyeceklerle de midemiz bayram yapıyordu. 

Ama bir velet vardı ki, onu anlatırken tüylerim diken diken oluyor. Bu 8-9 yaşlarındaki kız çocuğu sevecen davranışlarının altında, içinde büyüttüğü şeytan ruhuyla yaklaşır ve kulaklarımızdan, kuyruk ve bıyıklarımızdan çeker, bize olmadık eziyetler ederdi. En sonunda sokağa taşınan bir veteriner sayesinde bu kıza gereken ders verildi de biraz rahatladık vallahi ergen dönemimizde. Yoksa kardeşlerimle biz de ona hain bir plan hazırlama girişiminin eşiğindeydik.

Bu insanları anlamıyorum ben, göyya bize yemek vererek, ruhlarını temizlemeye çalışıyorlar. Ama yaptıkları eylemin iler tutar tarafı yok. Bu insanlar yiyecekleri bir naylon poşete koyup camlarından dışarı sokağın ortasına atıyorlar. Olacakları düşünebiliyor musunuz? İnsan ya da hayvan farketmez o nesnenin yere hızla düşmesiyle çıkardığı şlopfff sesinden kalp krizi geçirebilir... allah sizi inandırsın kaç tane öyle mefta olmuş arkadaşımızı sıralayabilirim. Ne o, bunun adı yemek yardımı... hay ben *^&?!/~> (kendi kendime sansür uyguladım) ama haksız mıyım allaseniz, elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, insan bir kabın içinde şunu servis etse ölür mü yani?!?!

Ayrıca bizim sokakta bir kadın var, sağolsun bize hep şu kocaman algida dondurma kaplarında (ah canım nasıl da çekiyor ama kim verir bize dondurma pööhh) su koydu kaç kere sokağa. Ama n' oldu biliyor musunuz? Şu yeni türeyen, kendilerine göre bir el arabasına takılmış çuvallara tüm plastik, teneke, kağıt vs şeyleri dolduran insacıklar bizim için bırakılmış kaplara göz diktiler. Her seferinde ortadan yok oldu kaplar. Bizim kaplara uzanan o elleri ısırmayı hep içimizden geçirdik arkadaşlarla ama o insancıklar bizden daha ihtiyaç sahipleri diye bıraktık peşlerini. Yoksa çok arkadaşım koyverdi kokularını onların çuvallarına.

Ah ah saymakla bitmez ki sıkıntılar... hangi birini anlatayım. Şöyle sokakta kendine bir yer bulmuşsundur ve güneşe sırtını verip uzanmış, mayışmışsındır. Aniden birileri hoplar yanında "BÖÖÖÖÖH" diye.  Ne bu şimdi yani??! sorarım, noldu da böh yaptın, ben seni bir korkutucam o zaman görücen anyayı konyayı...

Allahtan trafik yok bizim sokakta, ah bir de o deli şoförlerle, korna sesleriyle uğraşamazdım. Biraraya geldiğimizde arkadaşlar anlatıyor, kaç tane arabanın lastiğinde tanıdıkların iç organlarına rastlamışlar...Onlar koklarken sanki arabalarını yemişler gibi "piissst piistttt" diye bağırmıyorlar mı, bir güzel işeyip öyle terkediyoruz orayı diyorlardı. İyi de yapıyorlarmış. 

Şu dünyaya dört ayaklı geldik diye nedir bu bize reva görülen canım?! Yahu kardeşim yok mu bizim bir sendikamız? Bizi koruyan birileri, ne bileyim kanunlar felan yok mu? aaaaaa fenalık geldi valla bunlardan yahu !! Kendi aramızda yavaş yavaş örgütleniyoruz, ya biz de bir zamanlar "kuşlar" filmindeki gibi bir "kediler" filmi gerçekleştireceğiz ya da toptan buraları terkedeceğiz !

İşte o kadar !

Gereği için saygılarımızla,






{ಠ,ಠ}

|)__) 

-”-”-


25 Kasım 2010 Perşembe

mektup çeşitlemeleri 4 (Müge' ye mektup)




***************************


Sevgili Müge,

Nasılsın? Aslında bu soruyu sorarken aşağı yukarı ruh durumunu yazdıklarından tahmin edebiliyorum. Bir çok duyguyu bir arada yaşadın. Evde bir frenk elman vardı :) ki bu neşeden bizler de nasibimizi aldık. Sizi okurken çok eğlendim, benim sadece şarkı sözlerinden oluşan fransızcama bir şeyler eklemeye çalıştım :) Ah bak bu arada, yukarda bir müzik linki ekledim, inan seçtiğim şarkı sana özel ;) 

Bu kadını pek severim Jean Manson, zamanın iyi şarkıcılarındandı. Offf gördün mü bak şimdi, yaş-maş-yıl herşey ortalığa dökülüverdi. Şimdiki gençler nerden bilecek bu şarkıcıyı. Neyse ben hava durumuna geçeyim hemen (!). Burda yağmurlar başladı Müge. Öyle böyle değil, bu sabah erken saatte bir gök gürledi, Allah seni inandırsın, "haydi yataklaruuuınıuuuzdayyynn kalkuuıııınnnnnn" diye kelimeleri eğip bozarak esip gürleyen yatakhane müdiresi bağırıyor sandım. İyi de benim yatakhane müdireleriyle hiç işim olmadı ki, pardon anlatamadım (ah yanlış oldu yazamadım), demem o ki; ben hiç yatılı okulda ya da benzeri yerde kalmadım ki, nerden geldi sahi aklıma. Teşbih-i beliğ yapmakta bir yere kadar canım. Sen kalk gök gürültüsünü, neymiş efendim yatakhane müdiresinin sesine benzet... tchık tchık tchık (bu ağzımızla çıkarttığımız bir sestir, hani birileri münasebetsiz ve gereksiz bir şeyler yaptığında -hiç oldu mu şimdi bu? tepkisiyle çıkarılır bu ses) Oofffff vallahi şimdi bayılacağım, be kadın bir mektup hevesiyle başladın, nerelere uzandın.... hah ben de tam onu diyecektim, kedi uzanamadığı ciğere mundar mı dermiş, murdar mı? hangisiydi allahaşkına?? :)

Hadi onu da bırakalım bir kenara da sen şimdi sergilenecek bir tiyatro eserinde mi oynayacaksın? Cidden bilmiyordum, aslında birbirini tanımayan bir sürü insan diye bakıyoruz bu topluluklara ama T cetveliyle düzgünce çizilecek ne teğet geçişler vardır hayatlarımız arasında. Geçen gün benim hayatımın içinde bir yere denk gelen bir şeyden bahsetti bir arkadaş blog yazısında, gözlerim kocaman oldu tabii. Hepimizi bir yerde topladığımızı hayal ediyorum, ne muhteşem olurdu değil mi? Herkesin bir görevi olur mutlaka. Birileri iyi kahve yapar mesela, birileri şiir okur, birileri ev maharetlerini oraya buraya serer, kimisi tatlılar, yemekler yapar, bir diğeri de öyküler anlatır ve nihayet bir başkası da bizi gülmekten altımıza işetir. :))

Ne hayal ama değil mi? :)Ah neyse saat ilerlemiş, sen şimdi mutfakta yemek hazırlıyorsundur ev ahalisine. Herkese afiyet olsun, ağız tadınız yerinde olsun hep. Sen de yaz, bekletme.
Sağlıklar diliyorum hepinize :)

Sevgiler çokça İzmir' e,

Momentos





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



Not: Bu mektuba verilen yanıtı, aşağıdaki adreste bulabilirsiniz :)

mektup çeşitlemeleri 3 (Tanrı' ya mektup)




********************************

Sevgili Tanrı,

Seninle çok fazla konuşmadım biliyorum. Yemek vakti her sofraya oturuşumda şükretmedim verdiğin nimetlere. Sonra her akşam uyurken sana iyi uykular dilemedim. Yataktan her kalktığımda adımımı atabildiğim için bile belki sana teşekkür etmem gerekirdi. 

Okulda da yanlışlarım oldu, iki kez kopya çekmeye çalıştım, gerçi başaramadım ama sen yine de bunlara kızarmışsın, biliyorum annem söylemişti. Bahçede oynarken de bir arkadaşımın düşmesine sebep olmuştum, sonra ordan kaçtım korkumdan, yardım bile edememiştim. Ama sadece korktuğum için, beni suçlayacaklarını düşündüğüm için. Bir keresinde de annemle misafirliğe gittiğimizde bize ikram edilmediği halde masada duran çikolatadan kimse görmeden yemiştim. 

Senden tüm bunlar için özür diliyorum. Ama biliyor musun, ben bir keresinde yolda bulduğum yaralı minik kediyi, sokağımızdaki veterinere kadar taşıdım. Sonra ona bizim bahçemizde bakmıştım büyüyene kadar. Annem eve istemedi çünkü. Sonra bir keresinde de bir yaşlı amcaya karşıdan karşıya geçerken yardım etmiştim. Belki bilmiyorsundur, o bana teşekkür edip, başımı okşamıştı.

Tüm bunları neden mi söylüyorum? Eğer kızmazsan annem-babam için bir şey isteyecektim. Babam işinden ayrılmak zorundaymış, konuşurlarken duydum. Annem ona üzülmemesini, mutlaka yeni bir iş bulacağını söylüyordu. Hatta babama bir teklif gelmiş ama bizim yaşadığımız şehirden çok uzaktaymış, babam bizi bırakıp nasıl gideceğini söylüyordu anneme. 

N' olur Tanrım, babama bu şehirde bir iş verebilir misin? Eminim senin elinde bir sürü iş vardır. Ben de bundan sonra sana herşey için teşekkür ederim, iyi bir çocuk olurum... Söz veriyorum !


Neal Street' te oturan Chloe Green






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


mektup çeşitlemeleri 2 (baba' ya mektup)




********************************


Baba nasıl yalnızım bir bilsen... şimdi sen olsaydın ve bana yine, beni sakinleştiren nasihatlerinden verseydin. Sana çok ihtiyacım var ve şu aralar öyle çok aklımdan ve yüreğimden geçiyorsun ki.

Hayat çok zor, gün geçtikçe daha da zorlanıyorum. Hiç bir şeyin zamanını tutturamadım. Yapmak istediğim bir çok güzel şey vardı; senin gibi aile reisi olmak, bir kadını mutlu etmek, çocuklarımın gıpta edeceği bir baba olmak isterdim. Ama başaramadım. 


Hep daha fazlasına zorladılar. Zorlandım. Daha iyi eğitim, daha iyi iş, daha çok para, daha iyi bir ev, daha iyi bir semt, daha iyi bir araba.... herşey o kadar uzak ki şu anda bana. Bizim omuzlarımıza niye bu kadar çok şey yükleniyor baba? Seninle konuşmalarımızı hatırlıyorum, bana sakin olmamı ve öğrenecek çok şeyim olduğunu söylerdin. O zaman seni kızdırmıştım hatırlıyorum ama haklısın ! 
Geç oldu ama galiba bu hep böyle oluyor değil mi?

Herşey bana sırtını döndü sanki, şansım yok oldu, yüzümdeki ışıltı bile kayboldu. O zamanlar kendime senin gözünle bakabilseydim, eminim farklı birini görürdüm. Ah bu cahillik, bu gençlik... baba elimden gidiyor herşey, tutamıyorum. 

Gözyaşlarımızı bir tek biz görebiliyoruz değil mi? Şeffaf, camdan ama yere düşünce kalbim gibi kırılıyorlar... kırılmak istemiyorum artık baba !

Biliyorum kendimi toplamam ve yeni bir pencereden bakmam gerek. Yapacağım. Artık gitmeliyim baba... 

Seni daima özlüyorum.


Oğlun






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



24 Kasım 2010 Çarşamba

mektup çeşitlemeleri 1 (veda mektubu)




**********************

Söze neresinden başlayacağımı bilemiyorum... ama sana sözle anlatamadıklarımı, yazıyla aktarmaya karar verdim, yazı kalıcıdır ve kelimeleri tüm çıplaklığıyla görürsün karşında. Umuyorum ki beni artık (!) anlarsın.

Daha önceki bir kaç denemeden, yeni bir ilişki denemesine geçtik sanıyordum o gün geldiğinde. Tavrın o gece, burda bir kadından özür diler ve yeniden onun hayatına giriş yapmak ister gibiydi. Hatta 2 şişe şarapla gelişini, çok içersek seni o halde göndermeyeceğimi düşünerek getirdiğin yönünde açıklamıştın. Bağlanmaktan korkuyorsun ama gece boyunca benim gibi bir kadını nasıl bırakıp gittiğini kendi kendine mırıldandın durdun, "aptal adam aptal" diyerek.

Seni her seferinde neden kabul ediyorum biliyor musun... Sözlerinin samimiyetine inanmak istiyorum, yeni-yepyeni bir adamı; sıfır noktasından alıp tanımaya çalışmaktan ve ilk zamanların kırılgan, telaşlı hallerinden sakınıyorum, yoruluyorum. Bu yüzden uzun zamandır tanıdığım (yanlış oldu tanımadığım) adama yine de kapılarımı açıyorum ve seninle sevişmeyi çok seviyorum. Evet bu bir gerçek. Artık kendi gizli noktalarımı öğrenmiş olmak bir konfor sağlıyor. Seninle bazı konularda dalga geçmek, espri yapmak bunların hepsi beni keyiflendiren şeyler.

Ama yeni eklenen bir nokta var ki; beni sarsmaya çalıştığını algılıyorum şimdi.

Beni, ilerde kurmayı düşündüğün hayatına bir şekilde dahil etmenin sözcüklerini kuruyorsun, bana özel olacak bazı şeyler hazırlamaktan... Sonra karşıma geçip benim niyetimi öğrenmeye çalışıyorsun. Bu benim hep istediğim bir şeydi. Yanımda sonsuza dek olmasını isteyeceğim bir adam ve bize özel keyifli bir hayat. Bunları söylerken beni yanında ister bir tavır takınıyorsun hep. Bu beni mutlu ediyor tabii ki, çünkü bu benim de isteğim. Elele seninle birlikte bir yaşam oluşturmak. Çiçekler, sebzeler, bitkiler, ağaçlar ve hayvanlar... böyle anlatıldığında oldukça güzel bir tablo gibi gözüküyor değil mi? bence de...

Ama sen kocaman bir yalansın... o günün sabahında gidip, sonrasında yine ortadan kaybolan kocaman bir yalan. Yalan ağır kaçmış olabilir, kocaman çocukça tavırları olan birisin sen, maymun iştahlı kocaman bir çocuk. "Biz evlenelim, o zaman kaçmam ben" diyecek kadar çocuk !... mutlaka tedavi olması gereken, kendinin derinliklerine inmesi gereken bir çocuk !..

Evet her seferinde kalbim acıdı... seninle olmanın keyfini yaşadıktan bir adım sonrasında hep ortadan kaybolmalarını yaşadım ve ne olup bittiğini anlamadım, içim çok acıdı. Kendimi her defasında ayakta tutmayı başardım, senden sonra başkalarını soktum hayatıma ama onlar beni senin kadar acıtmadı. Her seferinde öyle büyük bir samimiyetle geçtin ki karşıma, seni yeniden kucaklamak istedim.. biliyorum, şimdi içinden diyorsun ki; "salak kucaklamasaydın, o senin zayıflığın"... haklısın... ama biliyorsun ki herşeyin bir sonu vardır. Bu defa bu sonu hissediyorum. Senin gözünde "salaklığımı" artık sonlandıracağım. Biraz önce seni aradım, cep telefonun kapalıydı, konuşabilseydik sözcüklerimden bir kaçını seninle paylaşacaktım ve belki de son kez görüşelim ve bu konuşma artık son olsun diyecektim. Olmadı... O iç acısıyla oturup bunları yazdım, rahatladım mı? hayır ama biliyorum ki bu akşamdan sonra herşey benim için daha kolay olacak. Hissediyorum...

Sana beddua etmiyorum, sadece artık söyleyecek hiç bir lafım kalmadı.

......




{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-


27 Ağustos 2010 Cuma

çok romantik öyküler (1)




*****************



Eylül ortalarıydı. Otobüs terminalinde yolcuların otobüse binmesi için anons yapıldı. Bir grup insan otobüse bindi, bir diğer grup aşağıda kaldı. Arkadaşının yanındaki koltuğa neşe içinde oturan kız camdan dışarı baktığında, tanımadığı orta yaşlı birinin kendisine bakarak el salladığını ve dudaklarının hareketinden "iyi yolculuklar" dediğini farketti. Önce şaşırdı, hatta boş bulunup o da el salladı ama daha sonra arkasındaki koltuktakilere el salladığını varsayarak önemsemedi. 



**********************


İki arkadaş sarı kızıl renklerin hakim olduğu tabiatın içine doğru yolculuğa çıkıyorlardı. Ne zamandır gitmek görmek istedikleri Selçuk, Şirince, Efes harabeleri ve Meryem Ana' nın evini ziyaret edeceklerdi. Çok heyecanlıydılar. Bu gezi için fikir veren ve kalacak yeri öneren kişi ise aslında Naz' ın internette mektup arkadaşlığı yaptığı ve hiç tanışmadığı Haluk idi. Haluk, Naz' dan yaşça epey büyük ama görmüş geçirmiş, zamanın, mekanın, gıdanın kalitesini  yaşamış, tatmış biriydi. Naz ile yolları internette kesişti. İkisi de edebi anlamda yazılardan keyif alıyorlardı ve birbirlerine her gün bir mektup yazıyorlardı. Günlük olayları, o olaylar esnasındaki duygularını, kalp sıkışıklıklarını, bazen bir filmi, tiyatroyu ya da hoş manzaralı bir restoranı birbirleriyle paylaşıyorlardı. 

En son Naz, bu geziden bahsedince Haluk ona Selçuk' ta tanıdığı bir dostu olduğunu, onların pansiyonunda kalabilmeleri için telefon edeceğini, hatta onları bu eski dostuna emanet edeceğini yazmıştı. Gerçekten de gidilecek tarihte pansiyonun aslında kapatılmış olacağını ama sırf bu eski dostun tanıdıkları için bir odalarını hazırlayacaklarını, ancak bir rahatsızlıkları nedeniyle kahvaltı ve yemek servisi veremeyeceklerini belirttiler. Etrafta bir çok lokanta, kafe açık olduğundan yemek işi sorun olmazdı. Hemen yolculuk için biletler ayarlandı, pansiyon adresi alındı ve Haluk' a binlerce teşekkür etti Naz. 

Birbirlerini görmemişlerdi, sadece bir kez Naz ona bir fotoğraf göndermişti, hepsi o. Ama sayfalarca mektuplar bir görüşme ihtiyacını tetiklese de, hiç bir taraf bir diğerine görüşme isteği için bir cümle sarfetmiyordu. Bazen hatlardaki kesintilerden elektronik postalarda gecikme olduğunda, her ikisi de sanki önemli bir hayat kaynağını yitirmiş gibi hissediyordu.

Naz, seyahatin tüm ayrıntılarını, nerden hangi seyahat şirketi ile gideceklerine dair tüm bilgiyi Haluk' a iletti onun soruları neticesinde. Hatta Naz, şakayla karışık soru işaretli bir cümlede "yolculamaya mı geleceksin yoksa?" diye sorma cesaretini bulmuştu. Herhangi bir evet ya da hayır cevabı olmamakla beraber Haluk, tam da o akşam bir toplantısının olacağından bahsedince, gizli beklentisini de kırmıştı Naz' ın.



***************************





Harika bir gezi olmuştu. Selçuk' ta nefis bir sonbahar yaşadılar, sokaklarda neredeyse diz boyuna gelen sarı turuncu, kırmızı yapraklar içinde uçuyormuş gibi yürüdüler. Şirince' nin daracık taş sokaklarında, sobalardan çıkan gri dumanlar ve doğanın renk değiştirmesiyle meydana gelen görüntüye hayran hayran bakarak gezdiler. Her meyvadan yapılmış şaraplarından tadarak, tatlı bir sarhoşluk yaşadılar. Pansiyon sahibi, onlarla çok iyi ilgilenmiş ve bir zamanlar kurucusu olduğu müzeyi, Efes' i ve Meryem Ana' yı her santimetrekaresini hiç üşenmeden gezdirerek, detayları hakkında bilgi vermişti. 

Dönüş yolculuğu bu tatlı gezinin görsel hafızalarında bıraktığı renklerle, yüreklerinde onları ağırlayan evsahiplerininsevgi dolu bakışlarıyla İstanbul' a kadar sürdü. Hem yeni-eski şehirler görmüşler, hem de yürekleri sevgi dolu insan kazanmışlardı. 


**************************

Tatil dönüşü hemen internet başına geçmişti Naz ve büyük bir açlıkla ondan gelen mektupları okudu yüreği heyecanla çarparak. Ardından da tatilin tüm detaylarını yazdı bir çırpıda. Hatta mektubun sonunda otobüse bindiklerinde bir adamın ona bakarak el salladığını sandığını ve sonra bu hissine güldüğünü bile anlattı. 

Haluk' tan gelen cevapta ise sadece bir tek satıra odaklandı, yüreği ağzında.

"Evet, o akşam gerçekten oraya seni yolculamak için geldim, o el sallayan bendim"






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not:  kullanılan görsel M©MENT©S arşivindendir.




30 Haziran 2010 Çarşamba

mektup denemeleri

 

Canım merhaba, nasılsın? 

Kapalı, gök gürültülü ve az güneşli günler nedeniyle hepimiz biraz hareketsiziz. Benim de pek keyifli olduğum söylenemez. O gün sen gittikten sonra, sana karşı kaba davrandığımı düşündüm. İçim rahat etmedi. (eğer öyleyse cidden özür dilerim) Ama kendi içimdeki kelimeler, duygular; öyle değişken ve hareketli bir fay hattındaymış gibiler ki, ben kendimi durduramıyorum... Tam kendimi rahat hissettiğim bir duygudayım diye düşünürken, bir bakıyorum tamamen terse yatmışım. Ruh dünyamla pek alakadar olamıyorum, derinlerine inemiyorum, derinlerdeki mağmada yanacağım gibi bir hissim var. O yüzden sadece fiziki halime ilgi ve şefkat gösteriyorum. Mesela, deli gibi spor yapıyorum. Yok; bu pek olmadı.. deli gibi değil.. ibadet eder gibi hergün bıkmadan, sıkılmadan 1 saat 10 dakikamı spora ayırmak, beni şu günlerde tek kurtaran şey. Ayrıca ayak tırnağıma da söylediğin gibi ilgi gösteriyorum. Önce eczaneye gidip ilacın adını sordum ve fiyatını. Aslında fazla gelmedi fiyatı ama sonra bunu uzun bir süre kullanacağımı düşününce bir doktora yazdırmalı dedim. Meğer benim evin çok yakınında sağlık ocağı varmış ve ordaki doktorlar da bu ilacı yazıyorlarmış. Sevinerek tarif ettikleri yere gittim koşa koşa. O kadar cahilim ki bu konuda, ne yapacağım, nerde duracağım bilemedim. Beni yönlendirdiler. Ve elimdeki numaraya göre benden önceki kişiyi takip edip doktora ulaştım. Sonrasında da ilacı alıp eve yollandım ve operasyona başladım.

Ev dar geliyor, dışarı atayım kendimi diyorum... onu da yapmıyorum. Sadece belli şeyler için dışarı çıkıp hemen soluğu evde alıyorum. Alışveriş odaklı bir çıkış oluyor bu her zaman. Bu yüzden ablamı ziyaret etmeye karar verdim. 2 hafta sonra gidiyorum. Ayın sonunda geleceğim. Tebdili mekan iyi gelecek, gelmeli...

O meseleyi ne yapacağıma karar vermedim... tatile gitmeden mi halletsem, yoksa dönüşe mi bıraksam? Bir yanım "tatile giderken tertemiz git.. kafana ve kalbine takılan sorunları iyi ya da kötü hallet" diyor, diğeri de "tatilde sen de düşün, iyice belirle ne istediğini, sözcüklerini.. gelince de daha güçlenmiş şekilde konuş meseleyi" diyor. Hadi buyur burdan yak. Ama zaten ben istemesem de ağzımdan bazen içerde sıkılmış cümleler çıkıveriyor.. gerçi karşı taraf geçiştiriyor gibi bir tonda, sanki pek önemsemiyormuş gibi. Sonra ben de susuyorum, böyle işler telefonda olmaz derdim hep kendi kendime. İyi de görüşemezsek nasıl hallolacak?!?

Sen nasılsın? Artık dönüşte bir deniz sefası yaparız seninle konuştuğumuz gibi... umarım güneş açar, tatlı meltemler alır yağmur fırtınanın yerini.. senin de keyfin yerine gelir.

Ben dönünceye kadar sevgi ve muhabbetle kal...







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: görsel Google' dan alıntıdır.