13 Mart 2017 Pazartesi

ATIL AŞKLAR- 4 (*)










Kaldırımda oturan adam, gecenin soğuğuna çiğ damlaları da eklenince cebinden beresini çıkardı ve başına geçirdi. Konteynırda bulduğu bu hazineyi okudukça çok derinlere sakladığı, hatta içinden yıllar önce attığını sandığı duyguları yavaş yavaş hissetmeye başladı. Ellerinin titremesi, bedeninde ılık bir şeyler hissetmesi, eski bir bağımlı gibi yeniden iştahını kabartıyordu. Elini yine yığına daldırdı ve aldığı gibi okumaya başladı. 

1940 lı yıllarda Yugoslavya' da yaşayan 9 çocuklu bir ailenin hayatı yavaş yavaş değişime ve almak zorunda kalacakları büyük bir karara doğru gitmektedir. Ülkeyi birleştiren lider ölmüştür ve halklar arasında kötülük tohumları hızla büyümektedir. 

Tüm bu olaylar esnasında, aynı mahallede yaşayan ve o zamanın şartlarına göre sadece kaçamak bakışmalarla iki genç arasında heyecanlı günler başlar. İkisi de komşu çocuklarıdır. Delikanlı kızın güzelliğine ve iyilik dolu kalbine  aşık olur. Kızın ise; babasının sertliğinden sonra, güldüğünde yüzü aydınlanan bir erkeğin bakışlarıyla kalbi ısınmıştır.

Birbirlerini görebilecekleri her anı değerlendirmeye çaba gösterirler. Çarşıya, babasının dükkanına bir şey götürüleceğinde kız hiç lafı ikiletmeden götürür, komşu evlerden bir şey alınacaksa, bir düğüne gidilecekse, kardeşi gezdirilecekse, kapı önüne sarkmış dallar kesilecekse, her konuda görevi üstüne almaya hazırdır. Tüm bunların sonucunda da ödülü kalbine, ruhuna iyi gelen genç adamı görmek olacaktır. 

Genç adam ise, kimseye sezdirmeden onların kapı ve camlarını gözetler olmuştur. Bazen akşamüstleri mahallenin çocuklarını kapı önüne toplayıp, akordiyonunu çalıp onları eğlendirir. Tek amacı genç kızın da kapı önüne çıkıp eşlik etmesidir. Genç kız da müziği duyduğu anda hazırdır, yüreği ağzında ürkek, belirir kapı önünde. Göze batmamak için arkadaşlarını da çağırır, kalabalık oluştururlar. O anda birbirlerinin gözüne bakarak şarkı söylemek, onlar için dünyanın tek saadetidir. 

Onların bir yudumluk saadeti yakında sona erecektir. Zira kızın babası, çarşıdaki işyerinde ülkede yaşanan kargaşadan nasibini almakta ve gün geçtikçe zabitler herşeyi bahane ederek dükkanını basmakta, herhangi bir şey bulamayınca da gözdağı vermektedir. İstanbul' daki akrabalarına ulaşmış ve yaşadıkları durumdan bahsedip bir akıl istemiştir. Akşam karısına da durumu açar ve alabilecekleri en önemli eşyalarla bir an önce gitme planlarından bahseder. Geçen gece bir komşularının evine nedensiz baskın yapılmış, her yer hallaç pamuğu gibi atıldıktan sonra da, yanlış ihbar deyip, gülümseyerek özür dilemiştir zabitler. Yönetimin bezdirme politikaları, inatçı halk tarafından bertaraf edilse de, günün birinde silahların konuşacağı, her türlü çirkefliğin yapılabileceği bir ortamda ailesini ne kadar koruyabileceğini kara kara düşünen anne baba sonunda göç etmeye karar verirler. Çocuklara en son gün söylenecektir durum çünkü ağızlarından bu bilgiyi kaçırma ihtimali onların sonu olacaktır.

Yola çıkmadan 2 gün önce genç kızla delikanlı bahçede karşılaşırlar. Gözleri milim kıpırdamadan birbirlerine mühürlü dururlarken, uzaktan gelen kadınların sesleri onları kendilerine getirir ve oğlan hemen cebinden bir kağıt parçası ve incecik tel biçiminde bir yüzük sıkıştırıverir genç kızın eline. Sonra duvarın arkasında kaybolur. 

Genç kız avucundakileri kalbine bastırır, yanakları kızarır. Şu dünyanın tüm kötülükleri bir anda o bahçede yok olmuştur. Hemen eve gelir ve kimsenin görmeyeceği bir yerde kağıttakileri okur. Notta, onu çok sevdiğinden ve onunla evleneceğinden bahsetmektedir. Hemen elindeki yüzüğü bir ipliğe geçirir ve kolye gibi boynuna takar, kimse görmesin diye de elbisesinin içine saklar. 

Gece rüyasında düğününü görür, çok mesuttur. Sabah da yüzünde gülümsemeyle kalkar. Evdeki telaşı farketse de önemsemez. Annesi ondan bazı eşyaları toplamak için yardım ister. Ertesi gün annesi, onu karşısına alıp durumdan bahseder. Kız yıkılmıştır. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülür. O aşkı için ağlarken, anne de doğdukları  yaşadıkları yerleri terkederek meçhule gidişlerine gözyaşı dökmektedir. Gecenin ortasında sessizce yola çıkacaklarını, kimseye söylememesini, kardeşlerini de hazırlamasını söyler annesi. Genç kız ise sevdiğine bir haber iletmenin derdine düşmüştür. Sokağı, bahçeyi dolanır ama onu göremez. Çaresiz bahçedeki ağaca boynundaki tülbenti bağlar.

Gece yarısı herkes uykudayken yola koyulurlar. O güzelim evlerini, ağaçlarını tek tek diktikleri bahçelerini, besledikleri hayvanlarını, can ciğer komşularını, memleketin havasını, suyunu herşeyi geride bırakırlar. Yağan yağmur gibi, genç kızın da yol boyunca gözünün yaşı dinmez. Yeni bir hayat, onun için kocaman bir kalp ağrısından başka bir şey değildir artık. Yüreği yaralıdır ama bu konuda tek söz edemez. 

Üstünden yıllar geçip çoluk çocuğa karışsa da, hüzün kalbinden gözlerine, pencere kenarından sokağı gözetleyen kafesteki kuş gibi yerleşir ve yağmurlu göç gecesinden geriye kalan bu şarkıda sevdiceğini hatırlayıp, hala sessizce ağlar.






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan gif google görsellerden alıntıdır.
       (*) tekrar yayındır.


2 yorum:

  1. İşte başlama şansını yakalayamayan aşklardan biri daha... Ölümsüzdür bence. İnanır mısın Sezer, çok benzer bir yaşanmışlık biliyorum.
    Annem babamdan on iki yaş küçükmüş ve evlendiklerinde on yedi yaşında imiş. Babam öldüğünde kırk iki yaşındaydı ve ben o zamanki saflığımla annemi yaşlı zannediyordum. Rahmetli ablamla dertleşirmiş, sanırım ben yanlış anlarım diye duymamdan çekindi. Meğer annem, birini severmiş, biri de onu. Hatta avlanırken ağabeyinin tüfeğinden sıçrayan saçma parçasıyla tek gözü kör olan bir delikanlıyı.
    Annem Trakya'lı, Hayrabolu'nun en güzel kızı diye hep söylenirmiş. Nihayet babam oraya savcı olarak tayin olmuş. Nerede gördü bilmem, annemi beğenip ailesinden istemiş. Dokuz kardeşlermiş annemler. Rahmetli dedem Selanik göçmeni, anneannem de yugoslav göçmeni, lakin anneannemin her sözü emir gibiymiş. Anneme sormamış bile, güzel kısmet deyip vermiş ama ablam anlattı bana, günlerce ağlamış anneciğim. Tabii birini sevdiğini de söyleyememiş. Babam Konya'lı idi. Bloğumda 'Tek Kişilik Kalabalık' öykümde ki onunla Kaşgar'lı Mahmut Öykü Yarışması'na katılmıştım. İşte annemin çektikleri, beş çocuk sığdırdığı hayatı ve sonrası. Hiç unutmamış o sevdiğini annem.
    Anneciğimin adına çok üzülmüştüm duyduğumda. Biraz fazla yazdım ama öykülerin beni çok hislendiriyor. Birbirinden özgür öyküler olduğu için geriye doğru okumam yanlış olmaz diye düşündüm. Yine çok güzeldi. Kalemine sağlık canım. Sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hissediyordum, demiştim ya epey benzerlikler var diye.. işte bu da benim annemin gençliğinden. Ve evet o zamanki yugoslavya -şimdinin dağılan ülkesi- dan göçmüşler 7 çocukla (8. cisi istanbulda doğmuş, doğup ölenler de cabası) Annemlerde de dedem ağırlıktaydı ve kendi bildiği topraklardan olsun diye babamın ailesi istemeye gelince vermişler. Düşünsene ilk defa evlendiğin gün görüyorsun o kişiyi. Zor durumlar bunlar. Annemle hep böyle sohbet etmek isterdim ama olmadı.. hayat gailesi, üzüntüler, sıkıntılar...
      Çok teşekkür ederim.. çok mutlu oldum, karşılıklı sohbet ediyor gibi hissettim.. bu sayfada başka da yorum yokmuş, kimseyi de anlattıklarımla meşgul etmeyeceğim diye sevindim :)
      Sevgiyle kucaklıyorum..

      Sil

{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-


Dikkat Spama düşen yorumlar denetimden geçerek yayınlanacaktır.

:)

;)

:D

:(

=(

:@

:X

:O

:P

:F

:Y

:A

<3


:T

:H