30 Kasım 2010 Salı

Mim - pan(t)o/mim :)




(Luis Bacalov - The Grand Duel(Parte Prima))

*************************


Sene 1962. İlkbaharın ortaları... annemin karnının görüntüsünden kuvvetle muhtemel erkek olduğum izlenimine kapılmış nice aile, ebe, eş ve dostu kandırmak suretiyle, alnımda parıl parıl parlayan mavi bir damarla dünyaya gelmişim.

Ablamdan sonra ikinci bir kız, ilk torunlar olduğumuzdan belki biraz hayal kırıklığına uğratmış olabilir rahmetli dedemi ama yine de "ilk" duygusunu bizde tatmış olmanın rehaveti yüzüne yansımış (görenler anlatıyor). Efenim gel zaman, git zaman yaş biraz kemale erince (yani bu 7-8 yaşlarına tekabül ediyor) dedemle aramızdaki iletişimle birlikte, sevgi bağı bir hayli gelişti.

Dedem, karısı ve sekiz çocuğuyla beraber yaşadığı memleketi Üsküp' ten ünlü lokantasını, evini, bahçesini, yetiştirdiği hayvanlarını, komşularını, tüm hayatını orda bırakarak İstanbul' a göç etmiş biriydi. "Muhacir" kelimesinin sırtında yaptığı ağırlığı, aileyi birarada tutma, dağılmama telaşını ve korkusunu yaşamış bir aile reisi olarak sertliğini tüm aile üzerinde hakimiyet sağlamak üzere kullanmıştı. Onun sertliğinden bahsederken hala titrerdi aile fertleri. Oysa biz torunlara karşı oldukça yumuşak, sevecendi. Yatağının başucunda bir dolabı vardı ve her daim kilitliydi. Anahtar, cepkeninin cebinde dururdu. O dolap bana uçsuz bucaksız bir hangar gibi gelirdi. Bizler dedemleri ziyarete gittiğimizde öpüp koklama faslından sonra, yanımızda dolabı açar ve ordan çıkarttığı çukulata, bazen lokum, bazen akide şekeri, bazen de pişmaniye gibi benzeri sürpriz tatlarla sevindirirdi. O uyurken cebinden anahtarı araklamayı ve dolapla başbaşa saatler geçirmeyi düşlerdim hep. Bu sadece beni heyecanlandıran bir hayal olarak kaldı elbette.

Üsküp' teki lokantasına ve eve alışverişleri daima o yaptığından, İstanbul' da da bu görevi üstlenmişti. Etin, yağın, sütün velhasıl tüm malzemenin iyisini bilir, anlar ve gerekirse pazarlığını da yapardı. Dedem dağ gibiydi bana göre. Onu sokağın başında elinde filelerle gördüğümde hemen koşardım, elinden alıp yardım etmeye çalışırdım. O ise asla izin vermez, "tamam hayde geldik" der ve sokakta ciddiliğini korur, asla gülümsemezdi. Hey gidi günler... Bir eşya dendiğinde ilk aklıma gelen dedem ve dolabı oldu ama beni asıl etkileyen ve hayatıma da damga vuran şey pantolondu.

Dedem; belki beni erkek beklediğinden olsa gerek (kuvvetle muhtemel öyle), biraz da hayatın zorluklarına  mızmızlanmadan hazırlanmam için, benim hep pantolon giymem yönünde teşvik ederdi. Ve evin küçük alışverişlerinde hep beni bakkala gönderirdi. Elime tutuşturduğu parayla birlikte, "aldığını kontrol et, yoğurdun kapağını aç, kokla, tazeyse al, ekmek pişkin olsun, yumurta beyaz olsun, sütün tarihine bak, ne kadar tutuyor sor, paranı ver, geri verdiği parayı da iyice say. Tamam mı?" derdi her seferinde. Ben minik pantolonlu çocuk, çekine çekine girdiğim bakkala istediklerimi söyler ve dedemin benden beklediklerini yapmak için bakkalın müşterilerle dolmasını dilerdim. Kalabalıksa eğer yoğurdun kapağını açıp kontrolümü yapabilirdim ama değilse ve bakkalın gözü üstümdeyse eyvah ki eyvah... ve her seferinde de o bakkalla ev arasında mutlaka 3-4 sefer yapardım. Her seferinde bir eksik olurdu, ya da bir yanlış. Bakkal beni görmekten bıkmış vaziyette, en sonunda pes ederek sinirle elimdekileri alır değiştirirdi. O zamanlar "Allahım, dayı ve teyzelerden birileri evlense de onların çocukları alsa benden bu görevi" derdim sıksık. :))

Çok oyun seven bir çocuktum. Özellikle ebecilik, koşma, lastik atlama, seksek, ahhh ille de yakan top ! Kimse tutamazdı beni bu oyunda. Tüm takımlar beni transfer etmek için ölürlerdi. Beni vurmak için atılan topları tutar ve bir sürü can kazanırdım. İşte sokakta oynadığım oyunlarda da mutlaka pantolon giyerdim. Bir keresinde annemin diktiği elbiselerden biriyle oyuna başlamışım sanırım, hemen pencereden evdekiler seslenip çağırmışlardı ve dedemin "pantolon giysin oynarken" uyarısı iletilmişti. İlk başta kızmıştım bu uyarılara, sonra dedemin bana önem verdiğini, beni sevdiğini düşünerek mutlu olmuş ve ben de onu mutlu etmeye gayret etmiştim. Çünkü benden başka kimseye böyle bir uyarısı yoktu. 

Sevgili Müge (http://mugesandik.blogspot.com) blogunda "mim" diye bir şeyden bahsedip beni de sobelenenler arasında sıralayınca aklıma ilk gelen "eşya-anı" ilişkisi bu oldu. Sanırım dedemi anlatmak istedim.

Dağ gibi dedemi ve ona olan sevgimi, hasretimi...








{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-




25 Kasım 2010 Perşembe

mektup çeşitlemeleri 4 (Müge' ye mektup)




***************************


Sevgili Müge,

Nasılsın? Aslında bu soruyu sorarken aşağı yukarı ruh durumunu yazdıklarından tahmin edebiliyorum. Bir çok duyguyu bir arada yaşadın. Evde bir frenk elman vardı :) ki bu neşeden bizler de nasibimizi aldık. Sizi okurken çok eğlendim, benim sadece şarkı sözlerinden oluşan fransızcama bir şeyler eklemeye çalıştım :) Ah bak bu arada, yukarda bir müzik linki ekledim, inan seçtiğim şarkı sana özel ;) 

Bu kadını pek severim Jean Manson, zamanın iyi şarkıcılarındandı. Offf gördün mü bak şimdi, yaş-maş-yıl herşey ortalığa dökülüverdi. Şimdiki gençler nerden bilecek bu şarkıcıyı. Neyse ben hava durumuna geçeyim hemen (!). Burda yağmurlar başladı Müge. Öyle böyle değil, bu sabah erken saatte bir gök gürledi, Allah seni inandırsın, "haydi yataklaruuuınıuuuzdayyynn kalkuuıııınnnnnn" diye kelimeleri eğip bozarak esip gürleyen yatakhane müdiresi bağırıyor sandım. İyi de benim yatakhane müdireleriyle hiç işim olmadı ki, pardon anlatamadım (ah yanlış oldu yazamadım), demem o ki; ben hiç yatılı okulda ya da benzeri yerde kalmadım ki, nerden geldi sahi aklıma. Teşbih-i beliğ yapmakta bir yere kadar canım. Sen kalk gök gürültüsünü, neymiş efendim yatakhane müdiresinin sesine benzet... tchık tchık tchık (bu ağzımızla çıkarttığımız bir sestir, hani birileri münasebetsiz ve gereksiz bir şeyler yaptığında -hiç oldu mu şimdi bu? tepkisiyle çıkarılır bu ses) Oofffff vallahi şimdi bayılacağım, be kadın bir mektup hevesiyle başladın, nerelere uzandın.... hah ben de tam onu diyecektim, kedi uzanamadığı ciğere mundar mı dermiş, murdar mı? hangisiydi allahaşkına?? :)

Hadi onu da bırakalım bir kenara da sen şimdi sergilenecek bir tiyatro eserinde mi oynayacaksın? Cidden bilmiyordum, aslında birbirini tanımayan bir sürü insan diye bakıyoruz bu topluluklara ama T cetveliyle düzgünce çizilecek ne teğet geçişler vardır hayatlarımız arasında. Geçen gün benim hayatımın içinde bir yere denk gelen bir şeyden bahsetti bir arkadaş blog yazısında, gözlerim kocaman oldu tabii. Hepimizi bir yerde topladığımızı hayal ediyorum, ne muhteşem olurdu değil mi? Herkesin bir görevi olur mutlaka. Birileri iyi kahve yapar mesela, birileri şiir okur, birileri ev maharetlerini oraya buraya serer, kimisi tatlılar, yemekler yapar, bir diğeri de öyküler anlatır ve nihayet bir başkası da bizi gülmekten altımıza işetir. :))

Ne hayal ama değil mi? :)Ah neyse saat ilerlemiş, sen şimdi mutfakta yemek hazırlıyorsundur ev ahalisine. Herkese afiyet olsun, ağız tadınız yerinde olsun hep. Sen de yaz, bekletme.
Sağlıklar diliyorum hepinize :)

Sevgiler çokça İzmir' e,

Momentos





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



Not: Bu mektuba verilen yanıtı, aşağıdaki adreste bulabilirsiniz :)

mektup çeşitlemeleri 3 (Tanrı' ya mektup)




********************************

Sevgili Tanrı,

Seninle çok fazla konuşmadım biliyorum. Yemek vakti her sofraya oturuşumda şükretmedim verdiğin nimetlere. Sonra her akşam uyurken sana iyi uykular dilemedim. Yataktan her kalktığımda adımımı atabildiğim için bile belki sana teşekkür etmem gerekirdi. 

Okulda da yanlışlarım oldu, iki kez kopya çekmeye çalıştım, gerçi başaramadım ama sen yine de bunlara kızarmışsın, biliyorum annem söylemişti. Bahçede oynarken de bir arkadaşımın düşmesine sebep olmuştum, sonra ordan kaçtım korkumdan, yardım bile edememiştim. Ama sadece korktuğum için, beni suçlayacaklarını düşündüğüm için. Bir keresinde de annemle misafirliğe gittiğimizde bize ikram edilmediği halde masada duran çikolatadan kimse görmeden yemiştim. 

Senden tüm bunlar için özür diliyorum. Ama biliyor musun, ben bir keresinde yolda bulduğum yaralı minik kediyi, sokağımızdaki veterinere kadar taşıdım. Sonra ona bizim bahçemizde bakmıştım büyüyene kadar. Annem eve istemedi çünkü. Sonra bir keresinde de bir yaşlı amcaya karşıdan karşıya geçerken yardım etmiştim. Belki bilmiyorsundur, o bana teşekkür edip, başımı okşamıştı.

Tüm bunları neden mi söylüyorum? Eğer kızmazsan annem-babam için bir şey isteyecektim. Babam işinden ayrılmak zorundaymış, konuşurlarken duydum. Annem ona üzülmemesini, mutlaka yeni bir iş bulacağını söylüyordu. Hatta babama bir teklif gelmiş ama bizim yaşadığımız şehirden çok uzaktaymış, babam bizi bırakıp nasıl gideceğini söylüyordu anneme. 

N' olur Tanrım, babama bu şehirde bir iş verebilir misin? Eminim senin elinde bir sürü iş vardır. Ben de bundan sonra sana herşey için teşekkür ederim, iyi bir çocuk olurum... Söz veriyorum !


Neal Street' te oturan Chloe Green






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-