27 Haziran 2017 Salı

dilek











Altı sene önce bu kutsal kabul edilen yere gönderdiği mektubun cevabı için, uzak bir ülkede yaşadığından ancak şimdi uygun zamanı yaratıp, teşekkür ziyareti yapabiliyordu.  

Aslında tepede konuşlanmış bu yere, eskiden insanlar yürüyerek çıkar ve dileklerini bırakıp, dualarını ederek huzur içinde geri dönerlermiş. Günümüzde insanlar, olayın bu ruhani kısmını görmezden gelerek teknolojiyi sonuna kadar kullandıklarından, mekanın bulunduğu yere koca koca otobüsler ve irili ufaklı bir sürü özel araç yığılması olmakta şu an.



Kırılmış taşlardan yapılmış yoldan yürüyerek, kocaman ağaçların çevrelediği oldukça küçük taş evin kapısından içeri girdi, kendi inancına uygun ibadetini hazırlanmış yerde oturarak yaptı. Sonra iki mum alarak Meryem Ana' nın önünde durup, biraz daha dua etti ve dış avluya geçerek mumlar için hazırlanmış alanda, onları kumlara saplayıp yanışlarını seyretti.


(Altı sene önce)


Yıllar yıllar öncesinde güzel başlayan ilişkilerini evlilikle noktaladılar. Çevrede gıpta edilen evlilikleri, erkeğin aniden bir başka kadına aşık olduğunu söylemesi ve evi terk etmesiyle gölgelendi. Kadın ona ve ilişkilerine olan inancını kaybetmemişti. Yapılacak herşeyi yaptı ancak erkek eve dönmemişti. Son çare olarak oturup Meryem Ana' ya bir mektup yazdı, zarfladı ve sınırlar ötesinde yaşayan dostlarına gönderdi, ziyaretlerinde bırakmaları için.

Dostları onun için mektubu alıp, götürdüler ve heykelin hemen oraya bıraktılar. Gündüz öğle saatlerinde bırakılan mektubun ardından, erkek aynı günün akşamı eve dönüş yapmıştı.






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: fotoğraflar ​M©MENT©S​ arşivindendir.​



21 Haziran 2017 Çarşamba

Mutluluk

Uzun zaman sonra, tekrardan evimdeyim.
Valizimi boşaltayım, çamaşırları da yıkayayım falan derken,
Anca oturdum çalışma masamın başına.
Karşımda resimde gördüğün biblo:
SENI MUTLU EDENİ DAHA ÇOK YAP
Diyor.



Defalarca duyduğum bu söz, bu sefer farklı etki ediyor.
Normalde hayatımda eksikliğini hissettiğim şeyler üzerine meditasyon yaparım.
Yolumun tıkandığı noktalarda kendimi geliştirip sorunlar olarak algıladıklarımı aşmaya çalışırım.
Fakat son zamanlar o kadar yoğun geçti ki,
Düzenli bir şekilde yapmak istediğim birçok şeyi yapamadım.


Ortam müsait olduğundan hayallerimin de ötesi güzellikte olan yerlerde yürüyüşler yapabildim sadece.




Bir şey düşünmeden. Kendime bir hedef koymadan. Adım sayacıma bakmadan.
Sadece yürüyüp bu sonsuz yeşilliklere bakarak hayran kaldım.
Önce içimde bir şükran duygusu doğdu, etrafımdaki bu doğaya
ve hayata, bir süre burada olmamı sağladığı için şükrettim.
Bu duyguyu hissettikçe, uzun zaman sonra içimde umut, sevgi, heyecan, merak gibi duygular canlanmaya başladı.
Yanlış anlama.
Bunları normalde hissetmiyorum demek istemiyorum.
Ama yürürken gözümden yaşlar süzülecek yoğunlukta hissetmiyorum.

Farkına bile varmadan bu duygulara odaklandım,
ertesi güne acaba ne hissedeceğim heyecanı ile uyanmaya başladım.
Ve ben farkında bile olmadan,
Mucize diye adlandırdığım minik minik şeyler olmaya başladı,
Kendiliğinden.

Duygularım, düşüncelerim ve dış dünya hizalandı sanki.
Ve Izmir’e döndüm.
Masamda duran bu yazıyı gördüm.
Ve şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyorum.

Özel olduğuna inanılan, yazın bu ilk gününde niyetim, beni mutlu eden şeyler aracılığı ile hayatı deneyimlemek, kendimi keşfetmek ve hafiflemek.   



                                                                    
{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: kullanılan fotoğraflar miia.stella 'ya aittir.




19 Haziran 2017 Pazartesi

akut ve taşlı*






******************************

Geceyarısı aniden uykusundan uyandı. Midesi ağzına gelmek üzereydi. Yorganı üstünden attığı gibi eli ağzında koştu banyoya. Klozetin kapağını açarken parmağı sıkıştı ama ağzından biraz sonra dışarı çıkacaklar daha önemliydi.

Rahatladığını sandığı anda yine bir atak daha geldi mideden. Öteden beri ne kadar çok korkardı istifra etmekten. Tüm bu debelenmeler arasında nefessiz kalıp boğulacağını düşünür, mümkün olduğu kadar bu bedensel olayı ötelemeye, başka çareler aramaya çalışırdı ve başarırdı da. Hayatında ikinci büyük istifra olayıydı bu. Öncekinde bozulan buzdolabında bulunan peynirden yemiş ve yine gece yarısı 14 kez arka arkaya, artık hiç bir şey kalmayan midesinden safraya geçiş yaptığında bedeni, hastahaneye kaldırılmıştı arkadaşı tarafından. Serum bağlanmış ve anca o zaman derin nefes alabilmişti.

İşte yine o geceye benzer bir durum yaşıyordu ama tek farkla. Bu sefer hem mide ile göğsünün arasında ve hem de sırtında orta noktada bir yer dinmek bilmeyen bir ağrıyla öldürüyordu onu. Öne eğilse sırtı ağrıyor, arkaya kaykılsa göğsü. Tüm bu ağrı arasında da yine banyoya taşıyordu artık içinde hiç bir şey kalmayan midesini. 

Evet yine 14' ü bulmuştu sayı olarak. Yalnızdı. Kendini kaldırıp bir hastahaneye götürmek ona zor geliyordu, çaresizdi ama yine de, gece vakti elini telefona götürüp arkadaşlarını uykularından uyandıramıyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar böyle devam etti ve hemen taksi durağından bir taksi istedi. İki büklüm gelen taksiye bindi ve gittiği acilde ağrısının fazla olduğunu ve bunu durdurmalarını istedi. Yine serum takılacak ve geçecek diye beklerken, hiç bir şey hafiflememişti. Sadece bulantı durmuştu ama ağrı kocaman bir taş gibi duruyordu. Gelen doktorlardan birine "nolur bu ağrıyı durdurun" diye yalvaran bir sesi zar zor çıkarabilmişti. 

Hemşire elinde bir iğneyle geldi ve bu ağrınızı giderecektir dedi. Biraz sonra herşey ayağının altından kayıyor gibiydi. Baktığı hiç kimse düz durmuyordu sanki. Damarlarında dolaşan sıvı, avını deli gibi arayan vahşi bir hayvan misali, gittiği her yerde deformasyona sebep oluyordu. Bir gariplik hissettiğini, ne verdiklerini sorduğunda "morfin" cevabı ürküttü onu. Ayağa kalkıp gitmek istediğini söyledi, o sırada doktor ondan kendi isteğiyle gitmek istediğine dair bir kağıt imzalatmak istedi. Gitmeliydi, hemen kendi imzasına benzemeyen bir karalama yaptı. Hastanenin dışında çıktığında bayılmak üzere olduğunu farketti, bir taksiye el etmesi ve kendini eve atması bir oldu.

Saat artık makul bir zaman dilimine gelince hemen telefonu alıp, en yakın arkadaşını aradı. Arkadaşının gelip onu almasına kadar geçen zamanda, ölmekle yaşamak arasında hiç de zor olmayan seçim yapılabileceğini farketti. 

Arkadaşının arabasında uykusuz, aç, susuz, sersemlemiş bir halde ön koltuğa kaykıldı ve derhal diğer doktor olan arkadaşının çalıştığı hastahaneye doğru yollandılar. Hastahaneye vardıklarında onu bekliyordu tüm ekip. Hemen ultrason çekildi ve safra kesesinin girişini tıkayan misket büyüklüğünde taş olduğu görüldü. Ne ileri, ne geri kıpırdıyordu taş ve bir türlü geçmeyen ağrı bu yüzdendi.

Sabah ilk saatte doktoru Adem bey tarafından ameliyata alınacaktı. Hayatındaki ilk narkozlu ameliyatı olacaktı. Daha önce bademcik, burun deviasyonu, diş ameliyatı gibi operasyonlar geçirmişti ama hepsi lokal anestezi ile yapıldığından kendindeydi. Ama tüm bunların hiç bir önemi yoktu şu anda, tek istediği ağrıyı hissetmeden uykuya geçmekti. Doktor arkadaşı hemen ona bir hap çıkarıp verdi, "bu, hayatında en güzel uykuya dalmana yardım edecek" dedi ve bir bardak suyla içtiği hapla ağrısız bir dünyaya daldı.

Sabah erkenden iki arkadaşı da geldi, hemşireler onu hazırladı ve ameliyathaneye giderken doktor arkadaşı kendisi için yazdığı şiiri okudu ona. Gözlerinin ıslandığını farketti, ne hissedeceğini bilemiyordu, çünkü ameliyathaneye girmeden önce rahatlatmak için ilaç verilmişti. Ve ona adını sordular soyadını söylerken herşey karardı.

"Çok soğuk, donduuummm" diye mırıldanıyordu gözlerini hafif araladığında. "Üstümü örtün ve beni de rahat bırakın, uyandırmayın n'olur" demek istiyordu oysa. Bir kaç saat sonra tamamen uyanmış, hafiften işlem yapılan yerlerde birşeyler hissediyordu ama artık o ağrının olmamasından dolayı çok mutluydu.

*****************

Hastahanedeki ikinci gündü ve ertesi gün taburcu olacaktı. Arkadaşı yine yanındaydı. Yaşadıkları üç günü konuşuyorlardı. Birden yüzünde garip bir ifade gördü arkadaşının. "Ne oldu?" dedi hasta. "Haber verilmesi gereken insanları senin cep telinden bakıp not ediyordum bir kenara. Çok tuhaf bir şey gördüm" dedi. "Ne?". "İsimlerin üzerinden devam ederken annem diye bir kayıt vardı ve çok şaşırdım". "Biliyorum, silemedim onun numarasını..." dedi ve içi burkuldu. Arkadaşı sarıldı ona ve devam etti konuşmasına. "Aslında bu tam da sana göre bir davranış.. ben sadece öyle şaşırdım ki, seninle paylaşmak istedim". "Annem ölmüş olsa da, günün birinde onu aramak isteyebilme ihtimalini ortadan kaldırmak istemedim. Üstelik düşünsene, ya bir gün ararsam ve karşı taraftan cevap gelirse" dedi hüznü neşeye çevirmeye çalıştı, ikisi de sarılarak güldüler.

"Hem biliyor musun, ameliyata giderken, anneme ve babama çok yakın olduğumu hissettim, korkmadım ama hiç... çok yumuşak, kadife gibi bir duyguydu. Hem hazırdım da eğer çağırsalardı..." 
"Aaaa yeter hadi bakalım, nereye gidiyormuşsun, seninle yapacak daha çok işimiz var dostum" diye çıkıştı arkadaşı. Ona bir kağıt uzattı. Kağıtta ameliyata giderken doktor arkadaşının onun için yazdığı şiir vardı. Kağıdı öptü ve katlayıp göğsündeki cebe yerleştirdi.

*****************

Akuttu, taşlıydı, ama keseydi.
Ya Allah ademe "kün" demeseydi..
Asadan bir neşterle yarıldı kızıldeniz,
Yeşilden bir kumaş ve soluk beniz.
Ruh tutundu bedene, kemik etle dansetti.
Kelebekler kondu en fütursuz liflerine hayatın.
Adı kaldı yadigar,
bir canda adem eli,
bin canda ameliyatın...





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: şiir Ender Karaca' ya aittir.