9 Kasım 2017 Perşembe

Harmandalı




Bu sabah bu müziği duydum televizyonda. O dakika hüzünle karışık, özlem duygusu çöreklendi üstüme. 

Bu melodi, benim çocukluğumun bayram sabahlarının vazgeçilmez melodisiydi. Ta o zamanlardan beri, aynı anda iki farklı duygunun, içimde bir yerlerde kardeşçe yaşama becerisi geliştirdiğinin farkındayım. Neşeliydim ama biraz hüzün de vardı hep.

Bayram deyince yeni alınmış giysiler, büyüklerden gelen harçlıklar ve bolca şeker algıladığıma göre bu hüzün niyeydi? Notaların dizilişiyle meydana gelmiş melodi içimi neden her seferinde biraz da olsa acıtıyordu? Yitirdiklerimizin resmi geçidine eşlik ediyordu sanki bu melodi içimde. Saflığın, kardeşliğin, dostluğun, dürüstlüğün, annemizin, babamızın ve yaşadığımız her güzel günün yerini alan griliklerin.




Güne duygulu başladım ve sonra sosyal medyada televizyonda severek izlediğim "Two Greedy İtalians" programındaki ikiliden Antonio Carluccio' nun vefat ettiği haberini okudum. Öyle güzel bir programdı ki, hem iki yetişkin insanın çocuk gibi şakalaşmalarını eğlenerek izliyor, hem de bir çırpıda nasıl basit ve lezzetli şeyler yapılabileceğini gösteriyorlardı. Bir keresinde seyrettiğimiz programda makarna hamuru açmışlardı ve ne kadar basit olduğunu görünce anında denemiş, üstüne üstlük pesto sosu da bir çırpıda yapıp, leziz bir yemeğe imza atmıştık. 

Belki sabah duyduğum melodi, hayatımdaki bir kaç zamana denk gelmiş neşeli hatıralardan birinin eksildiğini haber veriyordu. Bir şeyler eksiliyordu, zamana yenik düşüyordu. Tıpkı bloglarda da olduğu gibi. Geçenlerde bir blogger dostumla konuşurken, eskiden bloglar arasındaki bağdan bahsettik. Bir yazı yazardık, altındaki yorumlardan 3-5 yazı daha çıkardı nerdeyse. Bilgi birikimi mi daha fazlaydı, daha mı ilgiliydik ama hiç birimizin sorunsuz olduğunu sanmıyorum bu kesin. 

Hala bir yerlerde izliyorlar mı, yoksa blogları gibi onlarda mı dondu? Kimbilir... 







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: fotoğraf instagram'dan alıntıdır.​



31 Ekim 2017 Salı

zihin vs. duygular


Bu sabah Facebook’ta tembellik yaparken bir resim ile karşılaştım,
“Zihnindeki umurumda değil. Bana nasıl hissettiğini söyle, çünkü o gerçeğindir.”
demiş Philip Mckernan.

Bu sabah bu cümle bana tokat gibi geldi.

Aklıma soracak olursam,
-    Yeni okul yılının başlamasını bekliyorum, bu arada dinleniyorum çünkü son aylarda çok çalıştım, çok yoruldum.
-        Eylül’de girdiğim tüm sınavları güzel bir ortalama ile geçtim, mutluyum.
-        Yeni, bana heyecan veren projelerim var, onlara zaman ayırabiliyorum.
-        Kendimi şımartıyorum, bir aylık World of Warcraft üyeliği aldım.
-        Hiç dolaşmadığım kadar dolaşıyorum, şu an İsveç’in küçük bir kasabasındayım.
-        Her gün yoga veya meditasyon türü çalışmalar yapmaya özen gösteriyorum.

Kısacası hayallerimin bir kısmını gerçekleştirme şansına sahibim şu aralar, fakat dönüp de duymazdan geldiğim duygularıma soracak olursam,
-        Dinlenmek zaman kaybı gibi geliyor.
-        İlerlediğim yol belirsiz görünüyor, bu da beni endişelendiriyor.
-        Dönüp dolaşıp elde tutulur bir şey yapmıyor gibi hissediyorum.
-        Kendime ne istediğimi sorduğumda, bulduğum cevaplar anlamsız geliyor.
-     Bu kadar çok ülke değiştirmiş olmak, sandığım kadar heyecan vermiyor (yazdıkça kendimi şımarık hissediyorum…)
-        Korkuyorum.

* VAT.DA.FAK ? *

İçimde bu kadar çelişkili bir durum olduğunu, sağ olsun Bay Meckernan’ın paylaşımı sayesinde keşfetmiş oldum. 

Peki ya şimdi?

1.     “Bu durumu değiştirmeye çalışmadan sadece kabul et Miia, hayatının inişleri de var, çıkışları da böyle hissediyorsan vardır bir sebebi.” 
(Evet…. Kafamda kendi kendime konuştuğum oluyor.),

2.     “Ne zamandır böyle hissediyorsun?”

Ekim… Eylül... Ağustos...Temmuz… Haziran… Yok Haziran çok güzeldi. Hatta tamda bu noktada döndüm 21 Haziran yayınladığım yazıyı okudum, ne mutlu bana ki o anı dile getirmişim,

Peki o zamandan bu yana ne değişti?
O zaman da geziyordum, Haziran sınavları vardı, ilerlediğim yol da aynıydı…
Aslında elde tutulur bir şey değişmedi… Türkiye’ye döndüm, saçma yoğun bir ders programına girdim ve başka hiçbir şeye gönlümü ve aklımı odaklayamadım.
Heh, değişen bu oldu işte.

Kendimi duygusal olarak beslemeyi unuttum.




Şahsen, hissettiğim duygunun pozitif veya negatif olarak tanımlamasından ziyade, etrafımda olanlar ile bir bağ hissettiğim zaman huzurlu oluyorum. O yazıda bahsettiğim doğa yürüyüşlerinde mesela, tam da olmam gereken yerde, tüm o doğanın bir parçası olarak hissediyordum.

Fark ediyorum ki, şu aralar eksikliğini hissettiğim şey o “bağ”. Yaptığım şeylerle veya başkalarıyla değil, kendimle de değil, hayatla olan bağım. 
Hayatla olan ilişkim. 
Nasıl bir süre sonra eşimizi sabah çıkarken öpmeyi unutabiliyoruz veya günler geçiyor bir sevdiğimizi telefonu kaldırıp arayamaz oluyoruz. Kavramsal ilişkilerimiz için de aynısı geçerli. Bazen rutine kapılıp, unutabiliyoruz değerlerini. Bence ilişkiler de canlıdır, emek isterler, beslenmek isterler.

İşe, güce kapılıp, hayatla olan ilişkimi ikinci plana attığımı fark edince, başta tarif ettiğim duygular farklı bir anlam kazandı şimdi. 

 
Hayatım, seni seviyorum <3 .

{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


not: kullanılan fotoğraflar miia.stella 'ya aittir.



22 Ekim 2017 Pazar

A💜k festivali











Çeşme-Dalyan' da 3. sü düzenlenen Aşk Festivalindeyim. Ama aşk hariç her şey var 😊 Tezgâhlarda el işleri, boncuk, incik, dolmalar, tatlılar, börekler vs vs.  Festival komitesi ile görüşüp, bekar herkesi kaynaştıracak, dans müsabakaları, eğlenceleri düzenlemesi yönunde fikir önerisinde bulunacağım. 😉




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: fotoğraflar ​M©MENT©S​ arşivindendir.