"Aloooo", bir sessizliğin ardından sabırsızlıkla yeniden haykırır."Aloooooooo !!!" Karşıdan yanıt geldiğinde hemen toparlanarak,"Beyefendi elektriklerimiz 1 saati aşkın kesik?!"cümlesini, cevabını sabırsızlıkla bekleyen soru halinde söyler. "Ne
aşkı kardeşim? Elektrikler diyorum, bir saatten fazla oldu kesik
diyorum. Doğalgaz da gitti haliyle, bu havada donuyoruz diyorum. Bu
kesinti nedir diyorum, ne zaman gelecek diyorum?"cümleleri karşısında, ahizenin ucundaki kişinin, lafı en sonundan (!) anladığı da ayan beyan ortadadır. Suratının aldığı ifadeden, doyurucu bir cevap gelmediği belli olan adamcağız,"Hay ben ......." kelimeleriyle bezediği bu anlamsız konuşmayı sonlandırır. Balkona
çıkar, arka arkaya alıp verdiği nefesle beraber etrafı, gösteri
sahnesine pompa edilmiş beyaz dumanlara benzer bulutlarla kaplanır.
Aklına bir hinlik gelmiş gibi gözleri parlar ve tekrar içeri girer. Telefonu
eline alır, aynı numarayı çevirir. Numara düştüğünde, şimdiye kadar
seyrettiği onca film, tiyatro ve dizilerden edindiği tüm karakterlerden
birikimle, cümleleri ağzında geveleyerek konuşmaya başlar. "Aluoww, Pendik Betler Amirliğinden arıyorum, suç mahallinde çatışma olduğundan, derhal Gülibik Mahallesine elektrik verin!" Belli ki karşı taraf tedirgin ve tereddütlü bir cevap verir, buna mukabil hemen"Sen
beni duydun mu kardeşim, devletin işiyle uğraşıyoruz biz de, yazışmalar
müdürler arasında sonra da yapılır ! Senin kadar ben de emir
altındayım. Derhal dedim sana derhal ! Kanun konuşuyor !" diye haykırır. Telefonu
kapatıp derin bir nefes aldıktan 2 dakika sonra elektrikler gelir.
Pencereye yanaştığında kendi bölgelerinin ışıklandığını farkedince,
yüzünde bir aktörden alıntıladığı yamuk gülümsemeyle, yarım kalan filme
eşlik edecek kahveyi hazırlamak üzere mutfağa yollanır.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not:yazıda kullanılan görsel google' dan alıntıdır.
Onlar
yoktular. Havada beyaz kar taneleriyle beraber uçuştular. Gizemleri,
korkularına yakındı. Atacakları adımları tartıyorlardı. İçlerini yakacak
herşeye hem yakın, hem bir o kadar uzaktılar. Oturdukları semtlerde hep
etraflarına bakındılar. Otobüste yanlarında oturan insanı o sandılar.
Sinemanın önünde beklerken el sallayarak gelen birinin, arkalarındaki
kişiye yaklaştığını farkedene kadar yükselen kalp atışı yaşadılar.
İstekleri, kederlerinin önüne geçemiyordu. Yaşanmışlıkların izleri
onları bir prangalı hükümlü gibi bağlıyordu. Dudaklarından çıkacak bir
kelime, tek bir harf bu hayata izdüşümü olacaktı bedenlerinin.
"Yüzü
pencereye dönüktü. Bahçe göz alabildiğine uzanıyor, yeşil çimenlerin
bazı yerleri kelleşmiş, üstünde mevsime uygun sarı, turuncu, kırmızı
yapraklar yuvarlanıyordu. Ağaçlar rüzgarın her esişinde hoyratlığa
dayanamayıp yapraklarını teker teker bırakıveriyorlardı sonsuzluğa ve
yeniden dirime.
Bu
okul üç nesildir ailesine emanetti. Büyükbabası ile ona içinde
kaybolacağı dev bir orman gibi gelen okul bahçesinde gezinirlerken, bir
gün kendisinin onun yerine geleceği temennileriyle büyümüştü. Dedesi ve
babasının ardından aldığı görevde; onlar kadar ses getirebileceğinden
kuşku duysa da yeniliklere, zamana ayak uyduran yöntemiyle gençlerin ve
aynı zamanda sisteme, gelenekçi tutumu yumuşak bir şekilde yerleştiren
yapısıyla da ailelerin gönlüne yerleşmesini bilmişti.
Zaman
öyle hızla akıp gitmişti ki, şairin dediği gibi "yılların telaşlarda
bu kadar çabuk geçeceği" aklına gelmezdi. Şiirin devamındaki gibi
"sevgileri yarınlara bırakmamıştı" asla. Çok sevmişti hem dünde, hem
bugünde, hem yarında.
Okula
yeni ders yılında gelen genç öğretmenlerdendi. İlk görüşte kalbinin,
göğüs kafesini yırtarak ona koşmak istediğini bugün gibi hatırladı.
Ortak ilgi alanlarını keşfetmek için farkettirmeden etrafında dolaşıp,
en ufak bilgiyi bile kaçırmıyordu. Onun üstüne düşmeden ama ilgisini de
belli edecek tekliflerde bulunuyor, her seferinde "ya kabul etmezse"
endişesini yaşıyordu. Ne kadar uzun gelmişti bu yakınlaşma süresi ona.
Sonunda ilk yemek teklifini ettiğinde, o da yanakları pembe pembe
gülümseyerek "evet" demişti. Sonrasında hislerini yavaşça itiraf etmiş
ve onun da bu ilgiye cümleleriyle sıcak baktığını görünce aklını
kaçıracağını sanmıştı mutluluktan."
********************
Sıkılmıştı.
Aynı tarz öyküleri okumaktan fena halde sıkılmıştı. Göz kapaklarını
oğuşturdu. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayıp, elindeki dosyanın en
son sayfasını açtı:
******************
Bir
hayat üzerine yıkıldı adamın. Hem iki gözünden birini, kalbini, ruhunu
kaybetmişti, hem de ikisinin mutluluğunun ışığı olan bebeği. O gün;
aldığı karardan oldukça emindi ama şimdi tek başına, yaşadığı mutluluğun
izlerini fotoğraf karelerinde seyrediyordu.
Belki hayat, hepimize birşeyleri işaret ediyordu... olanları görmek ve tüm kalbiyle algılamak ise bize kalıyordu."
SON
*****************
Dosyanın
kapağını kapattı. Okuduğu şeyin fazlasıyla duyguları sömürdüğünü
düşündü. Yorgundu, dosyayı masaya gelişigüzel bıraktı ve gözlerini
oğuşturdu. Merakla sonucu bekliyordu bunu yazan kişi. Artık daha fazla
oyalayamayacaktı. Her defasında sekreteriyle muhatap olmaktan sıkılmış
bir ses tonuyla konuşmuştu en sonuncusunda. Oysa böyle kaç taslak
okuduğunu bilseydi, bu kadar üsteler miydi acaba?
Bu
tarz hikayeler çok fazla yazılmıştı. İki aşık, düzgün bir aile
yaşantıları var. Herşey tam yolunda gidecekken çiftten biri mutlaka
hastalanır ve ölümcüldür durumu. vs vs. Evet anlatımı iyiydi, kelimeleri
seçişi, cümleler arasındaki ahenk ama olmazdı işte olmazdı. Yarın ona
neler söyleyeceğini düşünmek istedi ama başı çatlayacak kadar
ağrıyordu. Işıkları kapadı ve yatak odasına gidip, kendini uykuya
teslim etti.
********************
Geceyarısı
diğer odadan gelen sese uyandı. Gözkapakları birbirine yapışmış gibi
açılmıyordu sanki. Elleriyle iyice oğuşturdu ve üstüne birşey alarak
odaya doğru yürüdü. Çalışma odasının kapısını kapattığına emindi. İçeri
girdi, herşey yerli yerinde gözüküyordu, yolunda olmayan bir şey yok
gibiydi. İçinden "beni uyandıran neydi acaba?" diye düşündü, eliyle
boşver işareti yaptı ve tam dönüp gidecekken birden masadaki ışıltılı
notu farketti.
Merakla
masaya yaklaştı, lambayı yaktı. Yatmadan önce okuduğu dosyanın kabı
duruyordu ama içinde kağıtlar yoktu, bomboştu. Şaşkınlıktan ağzı açık
kaldı ve üstüne bırakılan notu eline aldı. Bu nesne kağıt gibi de
değildi aslında, ipek ve tüy karışımı bir dokusu vardı ve üstünde
mürekkep yerine ışıltılar saçan altın tozu kullanılarak yazılmış, uçar
gibi duran elyazısı vardı.
***************
"Sayın Bay,
Eşimle
yaşadıklarımızı anlamanız için gerçekten aşk duygusunu tüm damar
uçlarınızda bir kez hissetmiş olmanız gerekir. Bunu hiç hissetmediğinizi
anlamış bulunuyor ve üstünüzde yük olan dosyayı sizden alıyorum."
***************
Senenin sonlarına doğru yayınlanan bu eser, 7 dilde çeviriyle satış rekorları kırdı.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: yazıda kullanılan görsel google' dan alıntıdır.
"Kahretsin dedim... telefonun ses düğmesi bozuldu"
-Eeee?
"Biri aradığında sesi az duyuyorum."
-Ne yapmayı düşünüyorsun?
"Garantisi bitmiş, servisi nerde onu araştırıyorum."
-İyi işte.. bir adım atmışsın. Hem düşünsene bundan 25 sene önce telefon mu vardı.
"Haklısın.. nasıl bu kadar öncesi varmış gibi hayatımıza girdi bilemiyorum"
-Hıh.. dayatmalar hep bunlar.. şu telefon olmasa da olur.."
"Sahi sen bu düzen içinde nasıl telefon kullanmadan yaşıyorsun?"
-Algılarımı açık tutarak..
"Nasıl? Üçüncü gözün falan mı çıktı?"
-Dalga geçme, adam gibi dinleyeceksen dinle..
"Afedersin.. dinliyorum"
-Daha
önceleri insanlar birbirlerini dinliyorlardı. Sözler; havada kalan ve
bir rüzgar esintisiyle dağılan bir şey değildi. Kulak verilirdi herşeye.
İnsanların görüşmeleri, buluşmaları telefonla olmazdı ki. Diyelim bir
tanıdığına uğramak istiyorsun, çıkardın evden ve giderdin, kapıyı
çalardın ki genellikle kapı açılırdı. Kadınlar o zamanlar hep evdeydi.
Başka bir görüşme için orada karar verilir, ayrılınırdı. Kapı ya da
mahalle komşuları için sıkıntı yoktu. Çünkü evdeki ufaklıklar önden
gönderilir, bir manileri yoksa misafir geleceğini iletirlerdi. Arkadaşlar
bir sonraki toplantıyı, o görüşme içerisinde kararlaştırırdı. O saat ve
gün belirlenen yerde beklerdi insanlar. O zamanlardan bu zamanlara
geldik, göyya herkesin elinde şahsa özel iletişim aracı.. ama acaba kim
gerçekten dinliyor birbirini. Ben kaç kez yanlış iletişim yüzünden
sancılı görüşmelere şahit oldum. Değil dakika, saat gecikmesiyle
randevulara gelenler, bir de gelmeyenler bile var.
"Yani eskiden bu yok muydu diyorsun?"
-Hayatın her döneminde eksik insanlar vardır elbet.
"Eksik?"
-Bilgi
eksiği, davranış eksiği, görgü eksiği, saygı eksiği... daha
sayabilirsin. Ama şimdi sürekli kulakta taşınan bu aletler yüzünden
beyin hücreleri de eksiliyor ve herşeyi unutan insancıklar dolaşıyor
etrafta.
"Peki napıyorsun? Yani birini özlediğinde görmek istediğinde atlayıp evine mi gidiyorsun?"
-Eğer sokağa çıkmışsam elbette ya işyerine ya da evine uğrarım. İkisinde de bulamazsam mutlaka bir kağıda not yazar bırakırım.
"Varsayalım bıraktığın not eline ulaşmadı.."
-Telepati diye bir şey duydun mu? Oturur onu çağırırım..
"Eee gelir mi yani?"
-Ben çok kez denedim.. sonuç başarılı.. denemesi bedava. Gücümüzü kullanmak tamamen bizim elimizde evlat.
O sırada kapı çalar, kapıyı açar. Uzun zamandır görmediği ve aramayı planladığı arkadaşı gülümseyerek ona bakmaktadır.
-"Sanki beni çağırdın gibi hissettim.. o yüzden geçerken mutlaka sana uğramak istedim. Nasılsın?" diye sorduğunda, şaşkınlıktan dona kalır.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: yazıda kullanılan gif google' dan alıntıdır. Tekrar yayındır.
Bir
kaç gün sonra Ali nihayet ortaya çıktı. Nerde olduğunu sorduğumu gayet
iyi hatırlıyorum fakat Ali' nin ne cevap verdiği net olarak kalmamış
hafızamda. Sanırım ailedeki büyüklerden biri ya hastalanmış ya da vefat etmişti. Hepsinin birden topluca gitmesi buna delaletti
çünkü.
Çocukluk
işte, ölüm o zamanlar net algıladığımız bir şey değildi ki, insanlar
ölebilirdi bunu biliyordum ama onlar hep başkalarıydı sanki. Ölüm;
çemberin içinden birine elini uzattığında ne olacaktı, bunun bilincinde
değildim. Anlık mahzunluk, yerini hemen hayatın an içindeki gerçeğine
bırakıyordu bizler için. Ve biz de hemen denize koştuk. Olağan
yarışlarımızı yaptıktan sonra, artık Ali' ye sürpriz soruyu soracaktım.
Tam
o esnada derinlerden gelen bir müzik duyduk. İkimiz de çok
heyecanlandık. Çünkü bunun ne olduğunu gayet iyi biliyorduk. Hemen
evlere koştuk, ailelerimize haber verdik ve yanımıza harçlıklarımızdan
bir miktar alarak caddeye çıktık. Bizim sitenin hemen yakınında
duruyordu o.
Bahsi
geçen şey, gezginci Migros kamyonlarıydı. Haftanın belirli gün ve
saatlerinde gelen bu araçların kasalarının yan yüzlerindeki kapalı
kanatlar yere paralel gelecek şekilde açıldığında, pratik bir şekilde
ilkel görünümlü bir tezgah haline gelirdi. Kasanın açılan kısmından
raflar meydana çıkardı. Satış elemanları kanadın arkasındaki bölüme
geçerek müşterilere satış yaparlardı. Daha sonra bu kamyonlar yerlerini,
arka kapısından girilip, ön kapısındaki kasanın yanıbaşında ödeme
yapılarak inilen, içi iki taraflı raflarla donanmış, camsız kavuniçi
renkte Migros otobüslerine bıraktılar.
Benim
en sevdiğim ürün ise o zamanki çocuksu isteğin ve ülkedeki yokluk veya
pahalılıktan dolayı, yurtdışından gelenlerin mutlaka yanlarında
getirdiği şey olan çikolatalı ürünlerdi. O zamanlar Nestle gofret pek
revaçtaydı. Nasıl tadına vara vara, gıdım gıdım yerdim anlatamam. Belki
de o zamanlar başlamıştı, imrendirici ve pek iştah açıcı yemek yeme
tarzım.
Ali
ile gofretlerimizi minik ısırıklarla kim en geç bitirecek yarışmamız da
vardı. Ama eninde sonunda biterdi işte. Bir dahaki sefere kadar biz de
denize koşardık.
Artık
Ali' ye o muhteşem soruyu soruyordum işte. "Ali?", "Ne var?", "Sen
kürek çekmesini biliyor musun?", biraz durdu sanki, "Ehm, şey
biliyorum", "O zaman gel hadi çekelim", "Benim eve gitmem lazım", "Ama
niyeeee?", "Sonra gelirim". Gitti. Ben öylece kalakaldım. Aslında
şaşırdım. Olacak iş değildi, ortada yarışılacak bir durum vardı ve Ali
ortadan yok oldu. En sonunda şuna kanaat getirdim, Ali kürek çekmeyi
kesinlikle bilmiyordu, benimle yarışsa mutlaka kaybedecekti, bu yüzden
de bahane uydurdu. Gözüm parladı bu düşünceyle birden ve gülümsedim.
Sonraki
günlerde de Ali' nin pek tadı yoktu sanki ama yine de hep birlikteydik.
Yaz sona eriyordu, okul alışveriş telaşı başlamadan dönmek gerekiyordu.
Vedalaştık çaresiz.
Hala
düşünürüm, o yaz Ali olmasaydı ben yüzmeyi, denize iskeleden atlamayı,
dalmayı, sandalın altından geçmeyi, uzun süre nefessiz dipte kalmayı,
kürek çekmeyi ve bir arkadaşı özlemeyi öğrenebilir miydim... Kimbilir, o
yaz değil belki çok daha sonra öğrenirdim ama o yaz sanki sıkıştırılmış
bir paket program gibi oldu tüm bunlar Ali sayesinde. Onun bana, o
zaman dilimi için gönderilmiş bir hediye olduğunu biliyorum. Belki o
zamanlar söylemedim ama O' na bunu borçluyum.
Ali;
sana arkadaşlığın, beni güzel şeylere teşvik ettiğin, aklımda yer edip
yıllar sonra bile senden bahsedebildiğim için çok teşekkür ederim !...
(bitti)
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
(not: Fotoğraf Google görsellerden -wowturkey- den alıntıdır.)