Rakamlarından tavşan yapılan senede doğdum. Üniversitede okuduğum meslek ile daha sonra yaptığım meslek farklı olsa da sorunun cevabı turizm ve otelci diyebiliriz.
2- Nerede yaşıyorsun, en sevdiğin yerin fotoğrafını paylaşır mısın?
Ege bölgesini 2013 ten beri dolaşıyorum diyebilirim. Önce Urla, sonra Bergama, şimdi de Bornova-Çeşme arasında gidip geliyorum. Sevdiğim yerlerden bir kaç kare.
3- Günlük hayatta seni mutlu eden şey nedir?
Basit şeyler... salıncak, klasik müzik dinlemek, çiçeklerimle ilgilenmek ve en önemlisi güne kahvaltı ile başlamak.
4- En sevdiğin meşguliyetin/hobin nedir?
Yazmak eylemi ilk sırayı alır. Arkasından film izlemek. Doğadaki her tür ot ve çiçeklerden resim yapmak. Mutfakta basit ama bir o kadar muhteşem denemeler yapmak da en keyif aldığım işler arasında.
5- Evinin en sevdiğin köşesinden bir fotoğraf paylaşır mısın?
Şu an başka bir şehirde bulunduğumdan, misafir olduğum evden bir kare yayınlayabiliyorum. Zira kendi evimde de olsa ışıklı bir obje yayınlardım.
6- En sevdiğin kitap ve ondan bir bölüm paylaşır mısın?
Özdemir Asaf' ın Yalnızlık Paylaşılmaz adlı kitabından, aynı adlı şiir;
Yalnızlık, yaşamda bir an, Hep yeniden başlayan... Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan, Kovdukça kovalayan... Paylaşılmaz.
Bir düşün' de beni sana ayıran Yalnızlık Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
7- Şahit olduğun bir mucize var mı?
Ege' ye ilk yerleştiğim yıl, bir oğlağın doğumuna şahit oldum. Benim için gerçek bir mucizeydi.
8- En çok görmek istediğin ülke hangisidir?
Kuzey ışıklarını seyredebileceğim ülkeler. (Norveç, Alaska, Kanada, Danimarka vs..)
9- Sana göre en büyük başarın nedir?
Yastığa başımı koyarken, o günün muhasebesinde vicdanımı rahatsız edecek olayla uyumamak.
10- Ölmeden önce yapmak istediğin şeyler nelerdir?
8. ci maddeye ek olarak daha fazla ülke görüp, insanla tanışmak.
Mim sahibi sevgili Kiremithanem' in yazısını da buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Biraz önce kafasına kalın kesim tahtasını olanca gücüyle indirdiği, hareketsiz duran bedeni sürükleyerek odanın orta yerine getirdi. Nefes nefese kalmıştı. Çelimsiz sandığı bu bedenin ne kadar ağır olduğunu düşündü. Soluklandıktan sonra adamın üstündekileri çıkardı. Maymun soyundan geldiğini düşündüğü kıllı bedenin eklem yerlerini inceledi. Duvardaki sıra sıra dizili bıçaklardan en iri ve büyük olanını aldı eline. İki eliyle bileğine vurdu. Karın ve bacak kısmına kanlar sıçradı. El ayrıldı koldan. "Bu yazdığın bütün uyduruk şiirler için" dedi. Sonra kollarını omuzlarından ayırdı. "Kucaklamayı bilmediğin için bu da". Kafasını boynundan keserken, "Aklında dolaşan tüm tilkiler ve söylediğin onca yalan için" dedi. "Sevgiyle sevişmeyi bilmediğin halde uzvundan abartıyla bahsettiğin için" dedi iki bacağının arasına yerleşmiş erkeklik organını keserken. Sonra sırasıyla bütün uzuvlarını birer cümlelik anlatımlarla parçaladı. En son kalbine bıçağı saplarken, "Ne bu kalbi hakediyorsun, ne de sevmeyi biliyorsun" dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Tüm bedeni ayakta duramayacak kadar çok sarsıldı ve dizleri üstüne çökerken çığlık attı.
Birden uyandı, nefes alamıyordu, göğsüne bir kaç kez vurdu, öksürmeye çalıştı ve normale döndü. Gerçek bir kabustu.
******************************
Sinirle elini çantasına daldırdı. Yol boyunca dudaklarını kemirmiş, dişlerini kenetlemişti. Bir an anahtarı bulamadı ve olduğu yerde baştan aşağı buz kesti, "nerdesin be lanet şey !!!" diye tısladı. Sonunda anahtara ulaştı ve kapıyı açıp, içeri attı kendini. Hemen bilgisayarı açtı. Üstündekileri çıkartıp banyoya gitti, duş iyi gelmişti. Banyodan çıkıp bornozla çalışma odasına gitti. Bilgisayara bakarken gözü rafta duran fotoğrafa takıldı. Bu fotoğraf ona verilirken elinde o ana ait bir kare kaldığını ve onu da kendisine emanet ettiğini söylemişti. Sakin bir şekilde eline aldı ve yavaş yavaş ufak parçalara ayırdı, bir leşi ortada bırakır gibi parçaları öylece orda bıraktı.
Bilgisayar başına oturup, arkadaşına bugün olanları anlatan bir mektup yazdı. "Ne tesadüf, ikimizde şu günlerde aynı şeyleri yaşıyoruz" diye geçirdi içinden.Yalnız olmadığını hissetmek bile ona iyi gelmedi ama biraz daha sakinleşti. "Ben ne yaptım böyle yaaa... ben bunlardan hangisini sevmiştim ki? Kaypak olanı mı? İki yüzlü olanı mı? Yalancı olanı mı? Şerefsiz olanı mı? Hangisini?"
Seneler öncesinde oyun ve umarsızlık dolu çocukluk çağından, gençkızlığın yanakları pespembe, kalbinin bir uçurtmanın ipliğine bağlı günlerine geçişiyle bir platonik yaz aşkı gelip buluvermişti onu. Kimseler farketmedi, tüm seslerin dilsiz gölgesinde kendine bile itiraftan kaçındığı hisleriyle dolu, kocaman, uzun günler yaşamıştı. Arkadaşlıktan öteye geçmedi tanışıklıkları. O hep bekledi "bir gün" ü. Otuzbeş sene sonra o "bir gün" geldi.
İnanılmazdı. Çıldırdı. Yüreği elinde arkadaşlarına koştu, duygularını paylaştı artık. Ona göre saklanacak hiç bir şey yoktu. Saklamadı bu sefer. Bir ayna tutulmuş gibi, içinin tüm girinti çıkıntılarını ayan beyan ortaya sergiledi.
Hiç bir vaat vermedi, onu çok ve uzun yıllar seveceğinden başka. Oysa karşı taraf habire bir şeyler söylüyordu.
"Şu hastalığım geçsin ondan sonra tamam, seninleyim"
"Şu ameliyat geçsin, vıdı vıdı.."
"Bir işe gireyim, bıdı bıdı..."
"Bak seninle nerelere gideceğiz.."
"ooo sen .....' yı görmedin mi? tamam seninle tatile gideriz"
"Kızım bir işe girsin..."
"Kızım şu yüksek lisansı bitirsin..."
"Kızım şu sevgilisinden bir kurtulsun..."
"Kızım hele bir Almanya' ya gitsin..."
"......................................."
Onca zaman düşünü kurduğu insan, Türk filmlerinin kötü ve ucuz bir karakteri miydi sadece? Onca basitliği, onun masum zamanlarının tek ve biricik karakteri nasıl üstlenebilmişti? Birden durdu. Peki bu karakterin hiç mi iler tutar yanı yoktu? Evet, yoktu. Seneler sonra ilk buluşmalarında hayatına giren bütün kadınları kötülemiş durmuştu ve kadınları anlayamamaktan bahsediyordu. Daha ilk randevuda, cinsellikteki başarılarından dem vuruyorsa birisi eğer, oraya kapkalın çentikler atmalıydı diye düşündü. Doğru düzgün öpüşemiyordu, sigaradan ciğerleri kötü durumdaydı, nefessiz kalıyordu. Sevişemiyordu, çünkü iktidarsızlık yolunda adım adım ilerliyordu. Ama bu konuda hiç bir noktalı, virgüllü imayı bile kabul etmiyordu.
Artık o şaşaalı duygularından kırıntı bile kalmayacak hale gelmişti. İşte bugün o miladi gün oluyordu artık. Kendi cenazesini kaldırıyordu artık seneler öncesinin platonik aşkı.
Aşk iki kişilik miydi? Olmadığını bugün bir kez daha öğrenmişti.
Her acı ile minik minik büyüyoruz. Kapılara atılan çentiklerle boyumuzu ölçebilirken, çoğalan acılarımız karşısında ölçülemez bir çaresizlik yaşıyoruz. Momentos
Evden çıktığında sokakların bu kadar kalabalık olacağını düşünmemişti. İnsanların öbek öbek üstüne doğru gelmeleri onda, kısa süreli infial yarattı. Bugün cumartesiydi ve herkes prangalı olduğu yerlerden izinliydi.
Günlerdir eve kapatmıştı kendini. Sadece sabah-akşam mefhumu vardı onu akışa bağlayan. Önüne gelen, ilk ara sokağa daldı. Sol tarafta duvarları taş işçiliğini yansıtan, vitrin camlarını, siyah metal çerçevelerin sardığı bir dükkan ilgisini çekti. Kitap ve kahve satmayı hedeflemiş bir dükkandı burası. Hemen içeri girdi. Kitapların enerjisi, caz müziğiyle birlikte sakinleştirdi onu. Raflardan yapılmış koridorlarda dolandı, ne zamandır aradığı bir kitabı sordu. Kahve satışının iki hafta sonra başlayacağını öğrenince ordan ayrıldı.
Bildiği ve çaldığı müziklerden hoşlandığı bir başka kahve dükkanına uğradı. Burda da bir kalabalık vardı ama dükkanın iç kısmında bir masa bulup oturdu ve siparişini verdi. Kahveyi beklerken, telefonuna takılı kalemini çıkartıp yazmaya başladı.
"Ne yazıyorsunuz?"
"Karalamalar.. önemli bir şey değil"
"Okumak isterdim."
Yüzüne bakmadan konuştuğu garsona doğru kafasını kaldırdı.
"Umuma açık yazmıyorum." dedi.
"Kelimeler kaleminizden çıktığı andan itibaren herkesindir."
"Israr, itici olmanın yegane basamağıdır."
"Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil."
"Diline hakim olmak bir erdemdir."
"Kibir insanı mutluluktan uzaklaştırır."
Bıkmış bir halde,
"Kötü bir kahve bile hiç olmamasından iyidir!" dedi.
"Ah çok pardon siz de kahve içmeden ayılamayanlardansınız" durdu ve gülümseyerek "bu cümle nedense belçikalılaştıramadıklarımızdan mısınız? ı anımsattı bana." dedi.
"Kahve lütfen!"
"Ah tabi, hemen..."
Nasıl bir anda yorgun düşmüştü bu laf sobeliklerinden. Hata mı etmişti buraya gelerek, bu kız yeni miydi burda? Daha önce gördüğünü hatırlamıyordu. "Kahvemi içer giderim" diye kendini rahatlattı.
Garson kahveyi getirdi ve masaya bırakırken "Bu kahve size çok iyi gelecek, halamın tarifinden yaptım." dedi gülümseyerek.
Anlamaz gözlerle bakınca hemen yanıtladı; "Sitare Bakız"
Ne olduğunu soran bakışlarının yanısıra, bedeni ile de anlamadığını ifade edince, garson minik bir kahkaha atıp, "Burda sürekli kullanılan espridir bu, Starbucks' a atıfta bulunuyoruz kendimizce" deyince, "haa anladım, tamam" gibisinden bir el hareketi ve belli belirsiz gülümseme ile kahvesinden ilk yudumu alırken, garson çoktan diğer müşterilerle ilgilenmek için yanından ayrılmıştı.
Fakat ilk yudumda, kahvesinde ilginç bir tad olduğunu farketti. Rahatsız etmeyen, bilakis içtiğinde kokusuyla birlikte bir sürü güzel anıyı çağıran ve kahve boyunca minik bir tiyatro sahnesi gibi gözlerinin önünde ardı sıra sahnelenen harika anlar yaşatan bir tattı bu. Gözüyle garsonu takip etti, masasının yakınından geçtiğinde bunun ne olduğunu sormak için ancak kafe müşteriyle dolmuştu.
Tam o esnada telefonuna mesaj geldiğinden onunla ilgilendi. İşi bittiğinde gözüyle kafenin içini taradı ama kızı göremedi. O esnada kafenin sahibi geldi ve onu görünce selam verip, masasına yanaştı.
"Nasılsınız? Uzun süredir göremedim sizi, bir isteğiniz var mı?" diye sordu.
"İyiyim teşekkürler. Yeni elemanlarınız var gördüğüm kadarıyla. Bu içtiğim kahve müthiş bir aromaya sahip, nedir diye soracaktım ben de."
"En son geldiğinizdeki elemanlardan başka yeni biri yok aslında. Yılbaşı konseptine uygun giyinmişler kendi aralarında anlaşıp, belki o yüzdendir. Ben hemen sorayım size ne verdiklerini."
Etrafa göz gezdirdi ama o garson kız yoktu. Benim kötü davranışım yüzünden gitmemiştir herhalde diye aklından geçirirken, bunun saçma bir düşünce olduğuna güldü. Kafe sahibi geldi yanına ve
"Her zamanki kahvenizden vermiş arkadaşlar." dedi.
"Ama nasıl olur, o garson kız bana kahveyi halası Sitare Bakız' ın tarifinden yaptığını söylemişti."
Kafe sahibinin şaşkın gözlerle baktığını görünce,
"Starbucks' a atıf yapıyormuşsunuz."
Kafe sahibi gülümsedi, "Acaba size bizimkiler şaka mı yaptı? Yılbaşı atmosferi yaratmaya, eğlendirmeye çalışıyorlar herkesi. Güzel bir espriymiş ama cidden." Yavaşça sırtına dokunup "Afiyet olsun" diyerek mutfağa yollandı.
üç çesit hikâye vardır; benimki, seninki ve gerçek olan…
Mungan
Sabah erken kalkamıyordu artık. Gece film seyrediyor, film seyrederken genellikle aklına birşeyler takılıyor, gördüğü ama algılamadığı sahneyi tekrar geri alıp izliyordu.
Ancak gözleri farkında olmadan kapandığı ve bir noktada bedeninin daha rahat bir pozisyon aradığı zamanda da bilgisayarı, ışıkları kapatıp tam uykuya geçiyordu.
Yine böyle bir gece uykuda mı yoksa rüyada mı olduğunu ayırt edemediği bir zamanda, kapı zili çaldı. Hafiften algıladığı sese, bir de kapıyı kuvvetlice tıklatma eklenince kalkması zorunlu oldu. Evin dik merdivenlerden aşağıya indi tutuna tutuna. Kapının önünde “kim o?” diye kuvvetli bir sesle bağırdı. “Sürpriz ben” diye bir cevap geldi. Sürpriz olduğu aşikardı ama bu ses tınısı çok eskilerden bir tanıdığı uyandırdı getirdi kulaklarına ve sisli gözlerine.
Kapıyı açtı ve işte karşısındaydı. İnanamadı. Nasıl olur diye düşündü, buraya taşındığından beri görüşmemişti ve adresini bilmiyordu. “Onca zaman ve onca yoldan sonra, kapı önünde mi bekleteceksin beni?!” dedi gülümseyerek. Kafasını şaşkınlıkla hayır anlamında sallayıp içeriye buyur etti.
“Gel şöyle bir sarılayım, çok pek çok özlemişim seni” dedi. “Ben de güzel dostum, ben de… bilirsin deliyimdir, gece gece yollara düştüm geldim.” Salonun ışıklarını yaktı, hemen açık mutfağa yöneldi ve çaydanlığın altını açtı. “Aç mısın, bir şey yemek, içmek ister misin?” diye sordu. “Sadece sıcak bir kahve iyi olur” dedi.
Ellerinde kahveleri güle oynaya konuşurlarken, “Biliyor musun, geçenlerde metroya bindim ve nerdeyse yanıma oturan kişinin sen olduğuna yemin edebilirdim. Hareketleri izleyince sen sanmak kaçınılmazdı” dedi. “Ah evet bu bana çok oluyor. Geçenlerde yeni tanıştığım bir kız, bana tıpkı benzeyen birinden bahsedince ‘sahi mi?’ demiştim. Sonra çocuğu görünce hak verdim, çocuk benim kopyamdı sadece gözlük takıyordu. Sakın o olmasın yanına oturan?” dedi muzip bir şekilde gülümseyerek. Sıcacık bir kahkaha atarak “Bu harika bir öykü girişi, bence başla artık yazmaya ne dersin?”
Kapı tekrar çalmaya başladı. “Allah Allah.. bu gece kapı çalma gecesi belli ki” dedi. Kapı daha kuvvetli çalınmaya başladı. Kalktığını düşünüyordu, kapıya gittiğini ama sanki gidemiyordu bir türlü.
En sonunda gözlerini açtı, yataktaydı. Fazlasıyla şaşırmış bir halde kalktı ve aşağıya indi, “daha biraz önce inmemiş miydim?” diye düşünerek. "Kim o?” diye seslendi, gelen sesten karşı komşusu olduğunu anladı. Açtı ve açar açmaz kedisi ok gibi eve daldı. “Kediniz dışarda kalmış, sürekli miyavlıyordu, o yüzden bu saatte rahatsız ettim, kusura bakmayın” dedi. “Çok teşekkür ederim, gelmediğini farketmemişim, sağolun iyi geceler” diyerek kapıyı kapattı.
Kedisinin mama tabağını doldurdu ve salona şöyle bir bakıp, “eh metrodan sonra, bu gece de evimde ağırlamak varmış seni sevgili dostum” dedi ve ışıkları kapatarak yatak odasına doğru yollandı.