Büyülü bir şehirdir İstanbul, sokaklarını arşınlayan, kıyısında oturup simidini kemiren, balık ekmeğini yiyen, kare kare fotoğraflayan herkes için müthiş konu zengini bir yerdir.
Doğdum, büyüdüm. Suyunu içtim, havasını kokladım, ekmeğini yedim. Milyonlarca anıma eşlik etti. Artık bu şehrin en güzel, en renkli, en sıcak sahnelerini hatıralarda saklamak çok daha keyifli olacak ama küskünlük yok !.. Geldikçe, turist gibi gezineceğim sokaklarında. Kısa bir süre ama yine sen ve yine ben...
Sen istinyede bekle ben burdayım İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım Çünkü ben buradayım karanlıktayım Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor Şarabım bütün ekşi suyum soğuk Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç Karanlık adamlar hüviyetini sordu mu Ben senin olmadığını arıyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil Belki ölmek hakkımı kullanıyorum Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Umut istiyorum... elini uzatıp birazcık umut verecek bir şeyi... Güne güvenerek başlamak istiyorum, bana vaat ettiklerini hakkıyla yerine getirerek, gün sonunda teşekkür etmek istiyorum varlığıma, bu bedende günü bitirdiğim için.
Dürüstlük istiyorum kahretsin, biraz dürüstlük !..
"Ben bir eşşeklik yaptım" diyecek kadar, "Beşer şaştı, affet" diyecek kadar dürüstlük !!
*********
BELKİ YİNE GELİRİM
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
Tükürsek cinayet sayılıyor artık
Ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
Tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
Ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
Alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
Kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
Ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum bütün kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
Ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
Dizginlerini koparan bir at sanki bu
Soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
Ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
Bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
Ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
Şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
Geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
Sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...
AHMET TELLİ
{ಠ,ಠ} |)__) -”-”-
Not: can sıkan konuşmalar bitmiştir. verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.
"Sevgili değiştiren değiştirene... Âşık olan olana... Ama bir de bakmışsın ki sevgililerinin adlarını karıştırıyorlar. Kime âşık olduğunu unutuyorlar. Çünkü çok kolay bulunmuş; ne haber, nasılsın? Çıkalım mı güzelim. Çok güzelsin, fıstıksın, şekersin, bir içim su gibisin derken, harcana harcana ilerliyoruz medeniyetin tek dişi kalmış güzel topraklarında."
İyi yazmış yazan, ama bu düşüncelerin ne kadarını kendi üzerinde gerçeklikle taşıyor, orası meçhul. Bazen böyle cümleler kullananlar bile kendilerini kandırdıklarının farkında olmayabiliyorlar, bizden söylemesi !...
Eve geldiğinde dudaklarını yol boyunca ısırdığını farketti. Evde olmanın rahatlığıyla kalbine oturan kaya parçası, kalkıp gözlerine fırlattı kendini. Bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı ansızın. Tüm odaları teker teker dolaştı, balkona çıktı, tekrar içeri girdi. Koltuğa atar gibi bıraktı bedenini. Beyninin içinde binlerce piyano tuşuna teker teker basılıyordu sanki.
Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi yerinden fırladı. Masanın üstündeki kitabın sayfaları arasında bir şey olup olmadığına hızla baktı. Masa üstüne süratle göz gezdirdi. Yatak odasına koştu sonra, yorganı kaldırdı, yastıkların altını kontrol etti. Komodinin üstüne de baktıktan sonra, banyoya koştu bu sefer. Aynada buhar sonrası yazılan bir yazı var mı diye baktı, umutsuzca dolaba ve çekmecelere de bakındıktan sonra heyecanı sönmüş halde tekrar koltuğa çöktü. Tüm bu koşturmacaya sebep, "belki bir not bırakmıştır" umudunu yaratan sahneyi hatırladı.
Küçük çocuğa doğru basit bir hareket yapıp, onunla göz kontağı kurmasını sağladığı o anda, bu adama hayran kaldığını anladı.
Kendisini düşündü sonra... Bu özel eğitimi almamıştı, sadece kadrolu öğretmenin davranışlarını izleyip, taklit ediyordu. Bu konuda iyi olduğu söylenmesine rağmen ona yetmiyordu. Gereken öğretiyi aktarabiliyor muydu? Yarın öbürgün ergenliği aşıp yetişkin olduklarında, hayat ve toplumla bir arada yaşama sanatını en basit şekliyle başarabilecekler miydi? Bir şeyleri eksik yaptığı duygusunu kenara bırakabildiği an, belki de eve yorgun gitmeyecekti artık. Çevresindeki tüm dostları, tanıdıkları düşününce ne kadar şanslı olduklarını biliyorlar mıydı acaba, diye geçirdi içinden. Anne karnında hiç bir şekilde tespit edilemeyen bu rahatsızlığın, derecesine bağlı olarak alınan eğitimle bile ancak belli bir seviyeye taşınabildiği aşikardı. Okulda, belli saatlerde birlikte olduğu bu çocuklar, aileleriyle bir ömrün izin verdiği kadar beraber olabilecek, sonrası ise hep soru işaretleri ve endişenin kol gezdiği meçhulde. İşte bu yüzden o çocuklara ulaşabilecek bir tek sözcük, bir hareket öğretenin peşinden hayranlıkla gidebilirdi.
SABAHA BALAD Benim bu çığ düşesi beynim bir gün de, vaktinde kalkan vapurlar gibi uyandırsa bedenimi Geçsem kızıllığının karşısına yansısam, sonra utansam, yeni damadı ihmal etmiş gelinler gibi... Taşısam yüzümde bütün gün bu utancı, renkleri kırmızı, sarı, turuncu...
Aldığı derin nefesle diyaframını şişirdi ve orda tuttu bir süre. Kuvvetle dışarı üfledi sonra.
"Sorumu duydun mu?"dedi kadın.
"Duydum, kıskanç mıyım diye sordun"cevabını verdi adam.
"Öyle misin peki?"
"Kıskanç olduğumu düşünmedim hiç ama görünen o ki, sana öyle düşündürttüm."
"Beni tutan kıskaçların var sanki?"
"Kıskanç, kıskaç... daha neler var sırada?"
"Belki de sorun bendedir. Daha önce hiç merak edilmedim, beklenmedim, özlendiğimi hissetmedim."
Sessizlik oldu ve sonra adam sakin bir sesle konuşmaya başladı.
"Bir adam varmış, karısını herşeyden aşırı derecede kıskanıyormuş. Onsuz dışarı evden çıkmasına laf ediyormuş. En sonunda pencereden dışarı bakmasına bile izin vermemeye başlamış. Kadın, bıkkınlıkla 'bari camdan dışarıyı seyredeyim' demiş. Adam 'Sana öyle bir şey yapacağım ki, kimse seni görmeden dışarıya bakabileceksin'dedikten sonra jaluzi adıyla andığımız perdeyi icad etmiş. Kadın perde arasından dışarıyı rahatlıkla seyrederken, onu kimse göremiyormuş. Rivayet odur ki, adam yine de aldatılmaktan kurtulamamış. Jaluzi adının da fransızcada kıskançlık anlamında kullanılan jalousiesözcüğünden geldiği söylenmekte."
"İlginç bir öykü. Sen bu öykünün neresindesin peki?"
"Bu öyküyü babamdan dinlediğimde 16 yaşındaydım. Babam sonrasında şöyle demişti.'Kıskançlığın cinsiyeti yoktur; kadın için de, erkek için de zehirli bir duygudur. İyi bir gözlem, merak ve ilgiyle beslenen ilişki en güzelidir, unutma sakın.'"
Derin bir nefes daha aldı ve devam etti.
"Bu öğreti ile büyüdüğümden hayatımda kıskançlığa yer vermedim hiç. İnsan kendi kalbine, kendi duygularına yakın birine ilgi gösterir, onu merak eder, özler. Benimkisinin de böyle bir alakadan ibaret olduğunu düşünüyorum ama sana cidden kıskaca alınmış duygusu veriyorsam, bu eziyeti sürdürmenin anlamı yok." dedikten sonra evin anahtarlarını sehpaya bırakıp, kapıdan sessizce çıkıp gitti.