BİR KELİME

29 Eylül 2011 Perşembe

Salacak' ta zaman






 




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






n
ot: fotoğraflar ​
M©
MENT©S
​ arşivindendir.​



19 Eylül 2011 Pazartesi

çocuk olmak











Anlatıcı: Küçükken oldukça yaramaz, afacan bir çocuktum. Ablam, benim yüzümden epey azar işitmiştir. O zamanlar ayırdında olmadığım bu olayın acısını sonraları hissettim. 


Dinleyici: Neden peki?

Anlatıcı: Çünkü ben gönlümce hoplar zıplarken onun, çocukluğunu benim kadar doyasıya yaşamadığını biliyorum. 

Dinleyici:  Buna sebep olarak neyi görüyorsunuz?

Anlatıcı: Ebeveynlerin davranış yanlışlığını söyleyebilirim.  Onların da henüz birer çocuk olduğu unutulur ve "Sen ablasın/ağabeysin, kardeşine örnek olacaksın!" denilerek omuzlarına kocaman bir ağırlık bırakılır. Hiç düşünülmez, o abla ya da ağabeyin sırf bu yüzden kardeşine diş bileyebileceği, onu kardeşi değil de bir başkası gibi görebileceği ya da sırf bu yüzden kıskanç ve zalim biri olabileceği. Üstelik kardeşlerden küçüğü diğerine göre baskın karakterde ise, işler daha da zorlaşır. Çocukluğunu yaşamadan, lafını dinletme telaşına girer büyük çocuk. Küçük olan ise, bindiği çocukluk arabasında sonuna kadar gaza basmaktadır. 

Dinleyici: Evet ben de bu tür sözler işittim hep. Kardeşine mukayyet ol, yaramazlık yapmasına engel ol türünden sözler. 

Anlatıcı: Buna emindim zaten! Üstelik tam bu esnada abla/ağabey çocukluktan çıkarılıp, kendisine yapıştırılan etikete sığınır. O, artık büyüktür. Madem büyüktür, o halde küçüğünden saygı görmelidir. Bu sefer bir de bunun atışması yapılır evde. Bakkala, manava kim gidecek sıkıntısı baş gösterir. "Sen küçüksün, tabii ki sen gideceksin!" denince, evin küçüğü çileden çıkar her seferinde kendisinin gönderilmesinden. Sesler yükselir, araya anne veya orda ise baba girer. Orta yol bulunur bir sonraki olaya kadar. 

Dinleyici: Son bir sözünüz var mı peki bu konuda? 

Anlatıcı: Var tabii. Çocuk olmak zor zanaat ey ebeveyn!.. Onları zoraki büyütmeyin, tüm damağı kaplayan şarabın tadı gibi geçsin zaman. 

Belki o zaman öyle ya da böyle artık kimse kayıp çocukluğuna ağıt yakmaz!...




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





Not: Fotoğraf google görsellerden alıntıdır.





16 Eylül 2011 Cuma

ruhsuz bir öykü










Uğultu içindeki alışveriş merkezinde, havayı keskin şekilde bölen bir çığlık duyuldu. Herşey dondu o anda. Sadece çığlığın atıldığı yer renkliydi. Bir kaç saniye sonra o renkler de yavaşça dağıldı ve kısa bir an grileşti, hemen ardından geniş alana yayılan can kırıkları etrafa dağıldı ve herşey yine normal rengini alırken, mırıltılar yükseldi.

Güvenlik görevlileri olay yerini kontrol altına alırken, o kat insanlardan arındırıldı. Sağlık görevlileri ellerinde malzemelerle ilk müdahale için koşturdular. Ne yazık ki artık çok geçti. Bir ruh; paramparça olarak etrafa dağılmış ve su birikintisine dönüşmüştü. Büyük çoğunluğu buhar olup uçarken, geride sadece bir iki damla kalmıştı. Temizlik işçileri yerleri paspasladı, güvenlik şeritleri kaldırıldı, herkes işinin başına döndü, uğultular yeniden yükseldi.







Cevahir AVM
16.09.2011





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


(Kullanılan görsel google' dan alıntıdır.)


7 Eylül 2011 Çarşamba

denizi olmayan yer







Serin bir yaz günüydü, hani “limonata serinliği” derler ya işte öyle. Evler dar geliyordu ona, belki sokaklar da.

Bir lambanın altında durup sigarasını yakmak istedi. Ama sonra sigara kullanmadığını hatırladı, ne komik bir durumdu. Seyrettiği filmlerden etkilenmişti besbelli. Filmdeki adam sigarasını, bir kaşı kalkık hem etrafa, hem ateşe bakarak yakar ve derin bir nefes aldıktan sonra kibriti ahenkli salınımlarla söndürür ve maalesef yere atardı. O an bir kadın geçerdi ordan ve gözleri adamda takılı kalarak adımlarını atardı. Adam, kadının arkasından kaybolana kadar bakar ve sonra yoluna devam ederdi.

Adam da yokuş yukarı devam etti, kale’ ye doğru. Yolu bozuk taş sokaklarda bir müddet yürüdü. Sokak taşlarının arasından inatçı otların, minicik çiçeklerin hayat çırpınışlarını fotoğrafladı. Yetmedi; evlerin bedenlerini, elbiselerini, ayaklarını, ellerini, şapkalarını.

Kale’ nin en tepe noktasında bir yerlere baktı elini siper ederek. Ordaydı, görüyordu. İnanmaz bakışlarla beraber, istem dışı ağzı açıldı ve öylece kaldı. Nasıl olurdu ki bu? Burası onun bildiği şehirse, o zaman bu bir halisünasyon değil de neydi? Acaba iyi miyim diye kendini tokatladı, kolonyalı mendil çıkardı boynunda gezdirdi. Yok, yok ordaydı hala.

Fotoğraf makinesine hapsetmesi gerekiyordu, deklanşöre arka arkaya bastı. Bu onu biraz olsun rahatlattı ama oraya gitmesi gerektiğini hissetti birden. Toparlandı ve dar yokuş sokaklardan büyük gürültülerle koşmaya başladı. Ne kadar koştuğunu hatırlamıyordu ama bi türlü yol sona ermiyordu.

Yokuşun sonuna geldiğinde arabasına bindi ve kararlılıkla gaza bastı. Biliyordu ordaydı. Korkmuyordu, aslında memnundu da. Bunca zamandan sonra onu görmek heyecan vermişti ona, tüm damarlarına kanla birlikte hayat yürümüştü sanki. Yanakları pembeleşmişti.  Radyoyu açtı ve hayreti daha da arttı. “Amman bre deryalarrrr, kanlıca deryalarrr” diyordu şarkıda. Bu da varmış bugün yaşanacaklar arasında deyip, daha fazla gaza bastı. Hedeflediği yere varmasına az kalmıştı, içinden “nasıl olur ki bu? anlayamıyorum” diye sordu yeniden cevapsız bırakarak.

Tahmin ettiği yere geldiğinde ağzı yeniden açık kaldı. İşte burdaydı ama kimse farketmiyordu, görmüyordu, deli olacaktı. Aldı eline bir taş ve fırlattı en uzağa, taaa uzaklara.

Taş gitti, gitti, gitti ve tepesinde güneşle sarı sarı salınan başak tanelerinin arasına daldı. Ancak o zaman anladı, taş attığı yerin deniz olmadığını. Etrafta çalışan birkaç köylü garip garip baktılar, hatta bi tanesi sinirli sinirli üstüne yürümeye başlarken, o toparlandı ve arabasına binip, uzaklaştı ordan. Radyoda hala “aman bre deryalar”, neşeli notalarıyla çalmakta devam ediyordu.





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





Okuyucuya not: Bu denemeyi 15/07/2003 tarihinde yazmışım. Dosyamı karıştırırken bulduğum yazıyı ilk defa sizlerle paylaşmak istedim.


(Kullanılan görsel google' dan alıntıdır.)


5 Eylül 2011 Pazartesi

şu an içimden geçenler









Herkesin ilgiye ihtiyacı var. Tatlı söze, sırtının sıvazlanmasına, şefkatli bir sarılışa. 

Saksıdaki çiçeklere de su vermek gerek. Arada çürüyen, solan yapraklarını temizlemek. Onları minik dokunuşlarla okşamak. 

Herkesin ilgiye ihtiyacı var, çiçeklerin de...







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



(Kullanılan görsel google' dan alıntıdır.)


2 Eylül 2011 Cuma

çocukça












             bunca kalabalık bu dünya;
             aklıma takılıyor bazen; 
             yüzler, binler,
             milyonlar giderken..

             en sona kim kalacak,
             herkes gittikten sonra 
             kim ışıkları kapatacak?





                   s.ö. (M©MENT©S)




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



(Kullanılan görsel google' dan alıntıdır.)