Çok yalnız kaldın biliyorum. Seninle doğanlar çoktaan göçtüler. Hayat arkadaşın, bütün kardeşlerin, komşuların, arkadaşların... ama biliyorum seni en çok en büyük kızının ölümü yıkmıştı. O sadece kızın değildi, diğer 7 çocuğunu birlikte büyüttüğün, sırdaşın, dertdaşın, en yakın arkadaşındı aynı zamanda. Orda ilk defa kızmıştın, sorgulamıştın Yaradanı, "benim sıramdı" demiştin. Sonra iki çocuğun daha öldü ama sana onları söylemediler. Eminim ki, sen biliyordun, hissediyordun. Ama ilk çocuğunda artık takılı kalmıştın ve gün sayıyordun.
En son seni görmeye geldiğimde "artık gideyim" demiştin fısıltılı bir sesle... sana söyleyecek hiç bir şey bulamamış, susmuştum. Haklı buluyordum seni, uzak geçmiş görüntülerle yaşıyordun, dünün, ondan önceki günün yoktu. Gelen gideni ise, eğer araya zaman girerse unutuyordun.
Artık yarının yok anneanne... Haberini aldım, sessizce göçmüşsün bugün. Yarın seni toprağa verecekler. Orada olacağım, korkma. Sana söyleyeceklerim var. Ne zaman gelirim, orası bir muamma, ancak dağ gibi dedeme, gözümün nuru babama, cancağızım anneme selam söyle. Bak sakın şaşırma; dayımı da, teyzemi de orda görünce. Hepsini öp, kokla, onları çok sevdiğimi, burnumda tüttüklerini söyle. Zamanı gelir yine beraber oluruz.
Güle güle anneannem...
*********************
Başsağlığı
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.
Ölümlerin karşısında şaşırıyorum
Ne desem ki
Düşünüyorum.
Kalanları ağlıyor gidenin
Benim gözlerim kuru
Herkes bana bakıyor, biliyorum
İçlerinden geçenleri.
Başsağlığı dilemek
Garibime gidiyor
Ölen öldü, sen yaşa
Küçültmeye benziyor.
Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kağıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.
Ben canavar ruhlu muyum
Bir ölü evinde tek söz söylenmeden
Put gibi duruyorum
kimse anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Bir yakınım öldümü.
Bugün çok uzun zamandır görmediğim bir tanıdığımı ziyarete gittim. En son görüşmemiz 2004 senesinde gerçekleşmişti. Çalıştığım şirketteki müdürümün yeğeniydi. O da bizim şirkete bağlı bir acentede çalışıyor, öte yandan kurduğu müzik grubunun kayıtlarını gerçekleştirdiği stüdyo ile uğraşıyordu. Galata' da Kuledibi sokaktaki stüdyoda saatlerini geçiren ve müzik adına, sanat adına çalışmalar yapmaktan, üretmekten yılmayan bir gençti. O zamanlar Çatalca' da yapılacak bir şenliği organize etme işi ona verilmiş ve etkinliğe bir şiir dinletisini de sıkıştırarak, bunu benim yapmamı istemişti. O zamanlar (1996 senesinden başlayıp 2001' e kadar devam etti) şiir dinletileri düzenliyordum. Gitar çalan arkadaşımla, beraber şairlerin hayatlarını inceleyip, şiirlerinden seçmeler yaparak Kadıköy' de Sahaf Cafe' de hayata geçiriyorduk dinletiyi. Gitarist arkadaşımın özverili uğraşları sonucunda mutlaka o şairin bir şiirini de bestelemesinden sonra, birlikte seslendiriyorduk. Çok heyecan verici, çok paylaşımlı zamanlardı. Sonra mekan değiştirdim, iş hayatımı isteyerek sonlandırdım ve dinletiler de sona erdi.
Henüz şirketten ayrılmamıştım ki, bir teklifle karşıma geldi. Amcasına (ki benim de müdürümdü aynı zamanda) bir doğum günü hediyesi vermek istediğini söyledi. Benden stüdyoya gelerek amcası için bir şiir seslendirmemi istiyordu. Seve seve yapacağımı söyledim. Stüdyoya gittim. Kalın bir camekan arkasından bana direktifler verdi. "S' ler patladı, bir daha alalım", ya da ben "ah yanlış telaffuz ettim, tekrar alalım lütfen" deyip durdura durdura en sonunda tamamlamıştık şiir okumayı. Önce sadece çıplak ses kayıt etti. Daha sonra fona bir müzik döşeyeceğini, bitince bana da bir kopya verebileceğini söylemişti.
Ama şirketten ayrılma telaşında o da, ben de unuttuk bu olayı. Yıllar sonra onun stüdyosunu ziyarete gittim bugün. Yeni bir yere taşınmış. Daha konforlu, daha keyifli bir yer. Şimdilerde müzikle daha yakından ilgili olduğumdan, tüm makineleri merakla inceledim, her ayrıntıyı yakalamaya çalıştım. Hatta bilgisayarıma indirdiğim ama bir türlü çalıştırmakta başarılı olamadığım transpoze programıyla ilgili çok faydalı bilgiler aldım. Tam o esnada aklıma geldi, bu kayıdı sordum. Hemen bilgisayara girdi ve buldu. Eve gelince dinledim, ilginç geldi bana, kendi sesimi duymak.
Müdürüm o yıl 50 yaşında giriyordu ve eşi, gazetede bir yazıda okumuş bu şiiri, hemen not etmiş kenara, sonra da bizim serüven başlamıştı. Ben internette bir arama yaptım ve aslında bu şiirin Lynda Lemay isimli bir şarkıcının "Un homme de 50 ans." isimli şarkısının sözleri olduğunu öğrendim. Aşağıya şarkının video linkini ve sözleri de ekliyorum.
**************
**************
50 yaşında bir adam arıyorum
Her düşü kurmuş, her düşü yitirmiş
Her şeyi istemiş
Şimdi artık ne istediğini bilen
50 yaşında bir adam arıyorum
Her borca girmiş, her borcu ödemiş
Sonra yeterince para edinmiş
Ama paradan gözleri kamaşmamış
50 yaşında bir adam arıyorum Yaşamış
Her tütünü içmiş
Her içkiyi devirmiş
Yeteri kadar kadın tanımış
Ve
Artık başkalarını aramayan
50 yaşında bir adam arıyorum
Veremeyeceklerinin farkına varmış
Geçmişi geleceğinden fazlalaşmış
Ama ancak şimdi yaşamaya başlamış
50 yaşında bir adam arıyorum
Kendini en kötüye hazırlamış
Zamanın neleri iyileştirmeyeceğini öğrenmiş
Çok cenazeler kaldırmış
50 yaşında bir adam arıyorum
Gerçeklerle yüzleşebilen
Yalan söylememe cesaretini edinmiş
Hislerinden kaçmamayı öğrenmiş
50 yaşında bir adam arıyorum
Kendini artık ciddiye almayan
Yüzünde kırışıklıkları olan
Beni sükûnetle seven
Ve benim için elinden gelecek her şeyi iyi yapan
Dün, her salı olduğu gibi solfej ve şan dersine yetişmek için evden çıkıp, en rahat ve dakik ulaşım yolu olan tren istasyonuna gittim. Bu yaşlarda insan hem sevdiği bir şeyle uğraşmanın verdiği keyifle, hem de yaşın gerektirdiği sorumluluk duygusundan hareketle, derse zamanında hatta zamanından önce gelmeye, verilen ödevleri en iyi şekliyle, noktası virgülünü sektirmeden yapmaya çalışıyor. Sınıfın yaş ortalaması dönem başında çoğunluk gençlerden oluşurken ve çok kalabalıkken, sömestreye geldiğimizde benim yaş grubumdaki kadınların sayesinde sınıf kapanmaktan kurtuldu diyebilirim.
Kayıtların ilk yapıldığı zamanı hatırlıyorum da kıyamet gibiydi ortalık. Listelerin asılmasıyla, ismini listede bulamayanların hayal kırıklığı had safhadaydı. Eğer devam edilmeyecekse, başkasının hakkını gasp etmek niye, diye de düşünmeden edemiyorum.
Neyse esas konumuza geleyim yavaş yavaş. Her zamanki gibi derse girdik. Yarıyıl tatiline gireceğimizden, hoca bir değerlendirme yapmak üzere herkese solfej ve bona okutturdu, notlarını aldı. İkinci derste maalesef 3 kişiydik ve biri hastaydı. İki kişi için özel sayılabilecek bir ders yaptık. Diğer arkadaşın ve benim seslerimizi piyano eşliğinde çalıştırdı ve yaptığımız hataları söyledi. Sesi tam olarak göz, burun, ağız hizasında çıkarttığımızı düşünmemizi istedi. Damağın sürekli bir kavis halinde olması gerektiğini, sesin ancak karın bölgesinden yukarı bu şekilde çekebileceğimizi söyleyip, ayna önünde çalışacağımız ağız şekillerini öğretti ve ders bitti. Yani 2 hafta tatile girmiş olduk. Herkes birbirine veda etti.
Aynı dönüş yolunu kullanacağımdan tren yoluna doğru yürüdüm. Kar geliyor uyarısı boşuna değildi, epey soğuk vardı. Yaptığımız nerdeyse kişiye özel bu çalışmalardan çene kaslarım epey yorulmuştu. Bir an önce tren gelse ve boş yer bulup otursam diye düşündüm. Kuvvetli esen rüzgardan artık bacaklarımı hissetmiyorken tren geliverdi ve yer bulup oturdum.
O rüzgarlı bekleyişten sonra herkes sıcak trenin içinde, sanki buzluktan çözülmesi için çıkartılmış et parçaları gibiydi. Derken trenlerin vazgeçilmez konukları resmi geçit yapmaya başladı. Elinde mucize kabilinden bir aletmiş gibi tornavida satmaya çalışanlar, atölyesinden suni deriden yapılmış, çift dikişli, dışarda 6-7 lira ama birinci elden 3 liraya cüzdanlar, mendil satanlar, her evin ihtiyacı çeşitli iğne ve iplik içeren kutular ve daha bir çok satışı arka arkaya izledik ifadesizce. Arada birilerinin telefonu çalıyor ve karşıdaki insanla sohbetlerini birebir dinlemek durumunda kalıyor tüm kompartıman.
"Hakan abi ben şimdi sana ilaçların ismini yazdırayım. Tamam okuyorum... Rispardel, akineton, (vs vs ) yaaa demek çok ağır ilaçlar -zaten bu ilaç isimlerini duyunca kafası ağır bir hasta dedim kendi kendime- evet abi öyle valla, ona diyorum ki abi bu ilaçları içmezsen noluyo diye sordum, oooo başka bir dünyaya uçuyorum dedi.....tabi tabi abi sabah bir geliyor işe gözler kan çanağı, dayanamıyor zaten öğleyi geçene kadar izin verip gönderiyoruz."
Bu sohbet epey uzuyor ve ben artık uzaklaşıyorum bu sesten. Derken bir satışçının daha sesi duyuluyor.
"Sayın yolcular, sizlere son sistem kemerler getirdim. Beyler artık kurtuldunuz, uzaktan kumanda tek tuş kemerler hizmetinize geldi" deyince, kompartımandaki yorgun yolculardan, hatırı sayılır miktardaki kişi gayri ihtiyari kafasını ona doğru çevirdi, tabii ben de. Ve o devam etti. "Beyler yaşadınız, kilo aldım, kilo verdim, delik deldireyim, yeni bir kemer alayım sıkıntılarına paydos. Bir düğmeye bas istediğin kadar sık gevşet, nerde rahat ettiysen orda bırak, tak diye kilitler kendini, olmuyorsa eğer vay anam !..." dedi ve o dakika itibariyle bu arka arkaya sıralanmış kelimeler dizisinin "vay anam" la biten cümlesi beni gülümsetmeye yetti. Ben gülmeye başlayınca önce karşımdaki, yanımdaki kadınlar da eşlik etmeye başladılar. Bu arada adam yüzdeki tebessümleri görünce daha da fazla konuşmaya, araya saçma cümleleri de eklemeye başladı. Benim kısa gülüşlerim bu arada kendimi tutamayıp kahkahaya dönüştü. Satıcı, benim kahkahamı duyunca o da gülerek cümlelerine devam etti. "Bu kemer sizi mutlu eder, beliniz rahatı bulur, karınızın gözüne güzel, dışardaki millete ezel gibi görünürsünüz. Kaynananız eder baş tacı, elinizden almaz bir daha tv kumandasını, çocuklarınız getirir iyi notları. Güzel yemek yapar, evi temizler, yerleri süpürür, çamaşırı da yıkar derdim ama sayın yolcular, teknoloji gelişirse inşallah bunları da yapacaktır ilerde."
Bu arada kompartımandakiler de bir yandan gülümseyerek bana bakıyor, sonra adama ve sonra onlar da gülmeye başlıyorlardı. Resmen bir arjantin dalgası yaratmıştık kompartımanda. Ama satıcı durmuyordu, artık bu kemerle ilgili daha mizahi, daha uçuk öyküler çıkartıyordu ve arada o da kahkaha atıyordu. Benim halim ise yükselen grafik gibiydi. Hani bazen ortada hiç bir sebep yokken gülme krizi tutar insanı ve bir türlü durduramaz kendini, güler güler güler güler... ben artık o yoldaydım, gülüyor gülüyor gülüyordum. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım, nefes aldım, olayı normalleştirmek için yanımdaki kadınlarla laflamaya çalıştım ki, tren bir istasyona geldi durdu, adam da sustu ve başka kompartımanlara doğru ilerledi. Oh dedim, nihayet bitti. Bir ara camdan dışarı baktım ki benim ineceğim istasyon değil mi?! Sakince oturduğum koltuktan bir fırlayışım vardı ki, kapıların kapanmasına ramak kalmıştı, kendimi dışarı attım.
İndiğim kompartımandakilerin arkamdan "kadın o kadar güldü ki, kendini kaybedip ineceği durağı kaçırıyordu" dediklerini hayal ettim. Ama bana bu kahkahalar o kadar iyi geldi ki, eve kadar yüzümde gülümsemeyle yürüdüm, soğuğu da hiç hissetmedim. Sizin de yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.
Çocuk: Baba, sevişmek neden eğlencelidir?
Baba: Sevişmek sana aynı, parmağınla burnunu karıştırmak gibi bir duygu verir, bu yüzden çok zevklidir. Çocuk: Peki kadınlar neden erkeklerden daha çok zevk alırlar?
Baba: Burnunu karıştırdığında burnun mu yoksa parmağın mı daha mutlu olur?
Çocuk: O zaman kadınlar neden tecavüze uğramaktan bu derece nefret ederler?
Baba: Tecavüze uğramak, yolda yürürken birinin gelip burnunu karıştırması gibidir. Bu hoşuna gider miydi?
Çocuk: Hmm.. Kadınlar neden adet günlerinde seks yapmazlar?
Baba: Burnun kanarken burnunu karıştırır mısın? Onun gibi bişii.
Çocuk: Erkekler neden sevişirken prezervatif takmaktan hoşlanmazlar?
Baba: Elinde eldiven varken burnunu karıştırmaktan zevk alır mısın oğlum?
Çocuk: Baba, sana ooohaaaa demek istiyorum, süpersin yaaa!
Metrodan inip hızlı adımlarla hastahanenin acil girişine yöneldi. Asansörde B4 e bastı. Yerin epey altında olduklarından telefonun çekmediğinden bahsetmişlerdi. Asansörden inince bir görevliye danıştı ve arkadaşının odasını çabucak buldu.
Odaya girdiğinde sanki yüzündeki maskeyi koridorda çıkarmış, yenisini takmış gibi hissetti. Kocaman gülümsemeyle yaklaşıp öptü arkadaşını, kocası bir toplantıya yetişeceğinden ondan rica etmişlerdi yanında kalmasını.
O tercih edilendi. Çünkü yanında en rahat edilendi. Güçlü empati sayesinde, tam o anda ne isteyebileceğini algılıyordu karşısındakinin.
***************
Annesi hastahanedeyken şöyle demişti. "Gelebiliyorsan sen gel... en çok senin, ablanın bir de küçük kızkardeşimin yanında iyi hissediyorum. Diğerleri gelmesin, gelmelerini engelle"
Herşey bu cümlede saklıydı. Onun başına kötü bir şeyin gelmeyeceğini, iyileşeceğini söylerken, yüzündeki ciddi ve herşeyi üstlenen tavırdan etkileniyordu, ameliyat sonrası travmayı kolay atlatabilmesi için psikiyatrik destek sağladığında, hastahanedeki konforunu evindeki rahatlığa eşitleyecek çabalara giriştiğinde, şarkı söylediğinde, herşeyin çabucak geçip gideceğine emindi.
Oysa nöbeti ablasından devralırken ağlama krizine girdiğini, annesini böyle görmeye dayanamadığını kaç kez tekrarlamıştı. Sadece çok iyi rol yapıyordu. Durumunun kötüye gittiğini farkeden birisine bile bunu unutturacak kadar !..
**************
Arkadaşının kocası gittiğinde yalnız kaldılar. Bir yandan hemşire geliyor ve sırasıyla açılmış damarlardan mide koruyucuyu, ardından alerjiye karşı ilaçları yapıyordu. Sonunda damarı yıkadılar ve sahneyi alacak assoliste geldi sıra.
Assoliste yakışır bir ambalajla geldi üstelik. Dışı tamamen yaldızlı folyo ile kapatılmış paketi getirdiklerinde sordular hemen; "aa neden böyle folyoyla kaplı?", "çünkü ışıktan etkilenen bir madde, o yüzden korumaya alıyoruz"
İlaç serum demirine takıldı ve elinin üstünde açılmış damar yolundan verilmeye başlandı. Rahatsızlık veren bir durum olduğunda, kırmızı butona basmalarını söyleyip gitti hemşire.
Derin bir mevzuya girmişlerdi, devam ettiler konuşmaya. Konuşmanın bir yerinde arkadaşının yüzü birden kızarmaya başladı ve eli boğazına doğru giderken, yutkunmakta zorlanır gibi bir ifadeyle "bir şey oluyor" dedi. Hemen yerinden kalkıp, butona bastı ve arkadaşına "tamam sakin ol, bunu bekliyorduk, nefesini ayarlamaya çalış, birazdan herşey geçecek" dedi.
Annesi ve teyzesi de aynı tedavilerden geçtikleri için, bir kaç cümle kulağında duruyordu. İlaç verildikten sonra boğulur gibi tıkanma hali, cildin üzerinde böcekler yürüyormuş gibi bir his vs. vs. Bunları bilip, gayet emin bir ses tonuyla geçeceğini söylemek ne kadar kolay gibi gözüküyordu, ama aslında hiçbir şeye yetememenin, bunu durduracak güce sahip olamamanın aczi içindeydi. Sadece elini tutup, "bunu aşacağız, herşey geçecek" diyebildi.
Hemşire geldi, ilaç bir süreliğine durduruldu, doktoruyla görüşüldü ve daha yavaş bir senkronda verilmesi kararlaştırıldı. O kadar çok konuştu ki, onu meşgul etmek, ne yaşadığını biraz unutturabilmek için ıvır zıvır, günlük hayattan ne varsa anlattı. Güldüler, gözlerinden yaş gelinceye kadar... belki de o yaşlar aslında gizledikleri acılarıydı.
Sabah başlayan ilaç verme işlemi akşamı buldu. Bir gün önce arkadaşının doğum günüydü. "Garip bir hediye anlayışı var Tanrı' nın" dedi gülümseyerek.
**************
Eve geldiğinde, bir hamaldan daha fazla yorgun olduğunu farketti. Duşa girdi, çıktığında boşlukta gibiydi. Koltuğa oturdu, bir fincan çayla boşluğa bakmaya başladığında beklenen ziyaretçiler gelmeye başladı.
**************
Hastahane odası, annesi, ilaçlar, boşa yapılan ama denenmese, acaba denese miydik pişmanlığını yaratacak ameliyatlar, gittikçe yitirilen konuşma, yeme, boynunu çevirme gibi yetiler...
Annesi tedavilerinde genellikle yalnız gitmek zorunda kalıyordu hastahaneye. Oysa hastaya destek olacak birilerinin olması öyle çok şey ifade ediyordu ki, bunu ancak şimdi anlıyordu.
Annesine bir konfor verebilmiş olması ve hep tercih edilen, danışılan olması bile yetmiyordu, o acıların gelip de içine güm diye çöreklenmesine. Bir işinin olduğu, her zaman izin alamadığı gerçeği, tam şu anda, koltukta otururken gelen beklenmeyen misafirleridurdurmaya da yetmiyordu işte.
"Nasıl bu kadar acımasız olabildim?" diye başladı yağmurla beraber haykırmaya. Onu durdurmaya kendi gücü bile yetmeyecekti, bıraktı kendini ıpıslak zemine. Belki de ruhunu ancak böyle temizleyebilecekti....
Uyandırırım çığlıklarımla kıyısında karnı aç yatan çocukları yiyecek aradığım kent çöplüğünün ama bir parça olsun koparmam beyazlığından bilirim ki Kız Kulesi doğum günü pastasıdır özgürlüğün!..." (*)
And so it is
Just like you said it would be
Life goes easy on me
Most of the time
And so it is
The shorter story
No love, no glory
No hero in her skies
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes...
And so it is
Just like you said it should be
We'll both forget the breeze
Most of the time
And so it is
The colder water
The blower's daughter
The pupil in denial
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes...
Did I say that I loathe you?
Did I say that I want to
Leave it all behind?
I can't take my mind off you
I can't take my mind off you...
I can't take my mind off you
I can't take my mind off you
I can't take my mind off you
I can't take my mind...
My mind...my mind...
'Til I find somebody new