Hava çok sıcaktı. Kadıköy' e vardığında "eve hangi araçla gitmeliyim?" diye düşündü. Klimalı otobüsleri tercih etse bu saatte oldukça kalabalıktı, üstelik yorgundu, "ayakta o kadar yolu gidemem" dedi içinden. En iyisi minibüse binmekti.
Son anda kalkmak üzere olan minibüse baktı, bir kişilik yer vardı en arkada. Aslında oturmak için iyi bir yer sayılmazdı ama diğer minibüsün yolcuyla dolup kalkmasını beklemek işine gelmiyordu. Çaresiz "nasılsa birileri iner, yer değiştiririm" düşüncesiyle bindi ve oturdu.
Bir süre yol alınca birden hiç rüzgar esmediğini farketti. Bayılacak gibi oldu. Aracın tavan penceresi açıktı sadece. Diğer pencereler sanki çivilenmiş gibiydi. Ağzını açıp bir şey söyleyecek oldu ama halsizdi, sustu.
Zaten şoför de kapı açık gittiğinden yeteri kadar rüzgar gelmeye başlamıştı, ferahladı biraz. Bu yaz çok zorlanmıştı. Belki de her yaz böyleydi de, sıcağı sevmediği için her yıl bir öncekini unutup, o anı yaşıyor ve mutlaka o senenin daha bunaltıcı olduğunu düşünüyordu. Aslında soğuk ülkede yaşamalıydı. Bunu her seferinde söylüyordu, yeteri kadar söylerse sanki gerçekleşecekmiş gibi.
Biraz rahatladıktan sonra çantasından kitabını çıkardı. Bu uzun yol başka türlü bitmezdi. Hem okuduğu kitap da gittikçe sürükleyici bir hal alıyordu. Orta yaşı geçmiş dışişleri bakanı olan bir adam, yolları uzun zaman sonra yeniden kesişen, bir büyükelçinin karısına aşık oluyordu. Üstelik karşılıksız değildi bu aşk. Ama ümitsizdi. İkisi de evliydi ve çaresizce çırpınıyorlardı. Her fırsatı yurt dışında kaçamaklarla değerlendiriyorlar, adam özellikle kadın nereye giderse gitsin onu buluyor ve romantik anlar yaşatıyordu.
Kitaptaki satırların ona ne getireceğini bilmeden heyecanla devam ediyordu okumaya. Arada başını kaldırıp nereye geldiklerini, ne kadar yol katettiklerini görünce, iyi ki kitabı yanıma almışım diye düşündü.
Bir ara ön koltuktaki iki kişi inmek üzere ayağa kalkınca hemen fırsatı değerlendirdi ve cam kenarına geçti. Hemen elini camı açmak üzere mandalına götürdü, ne kadar uğraşırsa uğraşsın açılmıyordu bir türlü. "Camlar açılmıyor mu şoför bey?" diye seslendi. "Açılması lazım ama kuvvetlice çekmek gerek" diye seslendi şoför. Kadın gücü yettiğince itmeye çalıştı ama başaramadı. Hemen bir ön koltuktan genç bir adam kalkıp iki hamleden sonra camı açmayı başardı. Kadın "erkek kuvveti bu olsa gerek" diye düşündü. Adam çoktan öndeki koltuğa oturmuştu. Kadın, onun omuzuna dokunarak "teşekkür ederim" dedi. Adamsa hafifçe yan dönerek "rica ederim önemli değil".
Açılan camdan olanca gücüyle oksijen giriyordu içeri. Başını kaldırıp derin derin soludu havayı. İyi geldi. Sonra yine satırlara gömüldü. Heyecanla ve merakla koşuyordu satırlarda gözleri. Bir insanın tüm uzuvlarıyla yaşadığı aşka tanıklık ediyordu. Öyle ki; 1950-1960 dönemlerinde geçen bu öykünün, o dönemin düşünce yapısı akla geldiğinde, bu öykü kahramanlarının ne kadar cesur olduğu ve yaşadıklarını sahiplenme duygusu daha da öne çıkıyordu.
O esnada öndeki genç adam inmek üzere ayağa kalktı, şoföre seslendi. Kadının hemen önünde tutunduğu demirden elini çekerken bir kağıt parçası kadının üzerine doğru düşmek üzereydi ki; minibüsün hızla kalkması sonucu camdan ve kapıdan gelen rüzgarla kağıt uçup ön koltukların altına doğru sürüklendi. Öyle ani olmuştu ki herşey, kadın bir kaç düşünce arasında gitti geldi. Acaba genç adam bir kağıda bir şeyler yazdı ve o kağıdı da inerken kadının kucağına mı bırakacaktı? Yoksa cam ve kapının açık olmasıyla yerden havalanan anlamsız bir kağıt parçası mıydı bu?
"Okuduğum kitabın romantik öyküsü beni bu düşünceye itti sanırım", deyip minik gülümsemeyle kendini toparladı. Bir kaç durak sonra da indi, evine doğru yol alırken bu olayı da çoktan unutup gitti.
**************************
Minibüs son seferini tamamlamış, durağa girmişti. En son uyuklayan yolcuyu da indirdikten sonra şoför, aracın içini ertesi güne hazırlamak için bütün koltukları dolaştı, herhangi unutulan bir şey var mı diye. Boş su şişeleri -şu günlerde en çok tüketilen ve araçların içinde bırakılan şey buydu-, okunmuş dergi ve gazeteler dışında pek birşey olmazdı genellikle. Bir de ayakta bozuk para çıkartırken dengeyi sağlamaya çalışma esnasında düşen 10-25 kuruş gibi küçük paralar. Elinde minik süpürgeyle koltuk altlarını ve orta alanı süpürmeye başladı. Süpürgenin önüne katıp getirdiği düzgünce katlanmış kağıtta büyük harflerle birşey yazıyordu. İlgisini çekti, açtı baktı.
"Hanımefendi, minibüs içinde sizi rahatsız etmeden nasıl yaklaşacağımı bilemediğimden bu notu yazmaya yeltendim, beni affediniz. Rica ederim beni yanlış anlamayın, ancak bu başıma ilk defa geliyor. Sizin beni tanımadığınız gerçeğinin farkındayım ancak size bu notu yazma cesaretini başıma ilk defa gelen bu duygudan alıyorum. Lütfen beni arayınız. Sizi tanımak bu dünyada isteyeceğim en önemli şey. Saygılarımla, Ali Ertem 0532.............."
Yüzünde gülümseme ile içinden şöyle geçirdi; "ben direksiyon sallarken ne aşklar başlayıp bitiyor kimbilir...."
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: görsel Google'dan alıntıdır.
öykünün ilk kısmını yaşayan kadını tanıyorum sanki;
YanıtlaSilçok beğendim :)
her anlatılan biraz biziz, biraz başkaları, biraz da hiç kimsedir. :)) beğenmene sevindim Giacamu :)
YanıtlaSilistanbul trafiğinde cam açılınca içeriye giren "şey"in oksijen olması pek olası değilse de. sanal alemde tanışmalar bunca kolay ve doğalken, günlük hayat telaşı içinde hep böyle acemice ve umarsızca olması ne tuhaf. bu arada kadının okuduğu kitap başucumda müzik olsa gerek.
YanıtlaSilPiktobet,
YanıtlaSilGerçekliğin hayatımızdaki salınımlarını, "Sanal" a bırakması sonucu, bir kendini kapamışlık söz konusu oluyor. Buna öyküdeki "pencereden giren rüzgar" da dahil olunca kaçınılmaz son. Ve doğru tespit ! Kitap; başucumda müzik' ti. :)
Yorumunuz için teşekkürler.
Sevgiler,
Hem öyküyü, hem de yorumları okuyunca, doğal olarak “anlatanla, anlatılanı karıştırma eğiliminde” olan bendeniz ister istemez öykünün kahramanı kadın ile anlatıcıyı eşleştirdim. Ve sonrada bu öykünün bende çağrıştırdıklarını düşündüm, evet iyi bir öykü belkide okuyanca bir çok çağrışımlar uyandırmalı. Teğet geçtiğimiz, ihtimal vermediğimiz, günün birinde nasıl olursa karşılaşırım dediğimiz onlarca suret bunlar… ve inceden ve derinden ve durup dururken başlayan bir sızı… varlığın değil, yokluğun sızısı ve o aklımızda kalan son bakışın sızısı…
YanıtlaSilKaleminize sağlık….
Selamlar / sevgiler…
Merhaba Tomrukcan, hoşgeldiniz..
YanıtlaSilAnlatan bazen anlatılandır, bazen de atlatılan... bana telefon açıp "Ali Ertem kim?" diye soran olmadı desem yalan olur :)) Ama yazdığınız gibi yokluğun sızısını hissedenin hikayesini düşündüm de birden, içim acıdı. Bu da başka bir öykü konusu olsun.
Yoruma çok teşekkürler,
Sevgiler...