Ölüm aslında hep yanıbaşımızda. Ama biz onu her gün unutarak uyanıyoruz.
Hayatımızdaki bazı insanları da, hiç ölmeyecek gibi düşünüyoruz. Onlar için biçtiğimiz zaman dilimi, bizimle beraber yürüyor. Hasta veya sağlıklı olmaları da değiştirmiyor bunu.
Sanki bir sonsuzluk içinde yüzüyormuşuz gibi.
Ama gidecek olan gidiyor. "Aslında biliyorum ölecektik" diyorsun içinden, ama senden önce giden birini özleme duygusu bedenini fena halde sarınca, basıyorsun feryadı.
Bazen de donup kalıyorsun, feryatların içinde yankı buluyor.
"Hey Ahiretlik! Bunları sana söylüyorum. Ne zaman bilmiyorum ama önünde sonunda.. biliyorsun. Tüm duygulardan geçtim. Kabuldeyim şimdi. Ordaki aşamaları merak etmiyor değilim. Her şey zamanını bekliyor değil mi?"
"....'Gerçeği bilemezsiniz, çünkü neyi bilip bilmeyeceğinize gerçekler değil, birileri karar veriyor. Tarihi yazanlar sizin geçmişinizi bile istedikleri gibi yazıyorlar', dedi Fred masasına giderken.
'İşte bu yüzden, daha zekice ve geçmişi bugünün koşullarıyla yargılamadan, özellikle o günün koşullarını hesaplayarak düşünmek zorundayız! Ve kesinlikle geçmiş için savaşmamalıyız, çünkü savaşmamızı sağlayacak bir geçmiş yaratmak, genel geçer eğitim sistemi içinde öyle kolay ki...özkaynaklarınızı yağmalamak isteyenler geçmişe yerleştirdikleri kin tohumları ile sizleri diledikleri gibi savaştırabilecek örgütlenmeye zaten sahipler ama bu örgütlenmenin aktif olabilmesi için tek bir şeye ihtiyaçları var: düşünmeden davranmakta emir eri olmuş, yönetimine girdikleri kişilerin tek bir lafına bakıp analiz etmeden hareket etmeye hazır insanlar.'..."
"... Çorbayı içerken işittiği hayret verici söz yüzünden aniden nefes aldı ve çorba boğazına takıldı. O öksürürken arkadaşı ayağa fırladı. Hafifçe dokundu sırtına iki kez ama durdu ve hemen elini çekip masadaki suyu uzattı.
Kızın öksürmesi kesilmişti ki cebinden mendilini çıkarıp burnunu sildi, 'Öksürürken su içilmez, burun silinir. Sümkürürsün ki burun yolu açılsın. Dene bak. Ablam öğretti bize. Su içersen çok daha fazla öksürürsün ama sümkürürsen daha çabuk geçer öksürüğün' dedi."
".... İnsanoğlu aslında duyguları yüzünde gezinen bir mahluktu, diye düşündü, duyguları maskelemeyi öğrendiğimiz yaşa gelene kadar her duygumuzun ifademizden okunuyor olması ne tuhaftı. Neydi bize duygularımızı saklamayı öğreten şey?..
Hayat değildi, diğerleriydi. Duygularımız yüzünden yargılana yargılana saklanmayı öğreniyor ve belki de sürekli herkesten sakladığımız duygularımızı bir zaman sonra artık hissedemiyor, ruhumuzun rengini, varlığımızın neşesini feda ediyorduk yargılanmamaya. Siyah-beyaz oluyorduk... soluyorduk."
"... Kutunun içine bir bakış atıp geriye kaçtı Latife, "Ay bitlidir bu, çek şunu" diye kızdı ve Nana' ya içeri geçmesini, ellerini yıkamasını buyururken bir Alman savaş subayı gibiydi, duygusuz ve hissizdi.
Şok içinde izledi Orhan, neydi bu insanların hayvanlara olan nefretinin kaynağı? Bir insanın kalbinde nasıl olur da azıcık can sevgisi olmazdı? Hissettiği farkedişin ağırlığı ile gözleri sulanmıştı, sildi gözlerini. Sevgisizlik resmen bir hastalıktı, henüz tıp dünyasında adı konmamış, insanlığı bozan, yıpratan, dünyayı cehenneme dönüştüren bir hastalıktı ve belki de bulaşıcıydı.
Bu durum bir gün toplum tarafından hastalık olarak görüldüğünde, dünyadaki en acınası hastalık bu olacaktı, çünkü seni tüm dünyası yapan bir varlığın o yüce sevgisinden eksik kalıp yüreği böyesine coşturan bir duyguyu hissetmiyor olmak Allah'ın sevgisinden ırak kalmak değildi de neydi?...."