Yaşasın yeni bir blogdaşımız daha oldu ve o da mimciler kervanına katıldı 😀
Hem bloğunu tanıyalım, hem de hazırladığı mime göz atalım isterseniz. Zira güzel sorular hazırlamış. Onun hazırladığı mim burada
1- Yaşınız 60-65 geldiğinde yaşamak istediğiniz yer?
Sanırım bu sorunun dışında kalıyorum. Zira artık olmak istediğim yer olan Ege' deyim. 2013 ten beri Egede geziniyorum :) Memnunum. Ancak son yurtdışı gezimde kalbim ve ruhum Ohri' de kaldı. Orayı da tercih ederim.
2- Bir hedefiniz var mı? Varsa neler?
Empati yapmayı artık bırakmak istiyorum!
3- Bloggerla nasıl tanıştınız?
2006 da blogcu.com' u keşfettim ve orda yayın hayatına başlamıştım. Ancak o sayfanın hizmetini sevmedim ve blogspot' a geçtim, geçiş o geçiş.
4- Gurur duyduğunuz başarılarınız varsa nelerdir?
Bir sene otistik çocuklara öğretmenlik yaptım ve 2 öğrencimin eğitiminde ilerleme sağladık. Bir diğer gurur duyduğum olay, elemanına mobbing yapan bir müdürü işten kovdurttum.
5- Boş vaktinizde neler yapıyorsunuz?
Kuş seslerini dinliyorum.
Nasılsa bu mimi bir çok blogger yapacak, o yüzden mimleme yapmıyorum. Can Uzunyol' a ve okuduğunuz için sizlere teşekkür ederim.
Sevgili Bloggerlarımızdan İrem Can' ın başlattığı kitap mimine, Bilginin Penceresi katılıp (mimi burdan okuyabilirsiniz), beni de mimleyince bunu devam ettirmem kaçınılmazdı. Aşağıda soru ve cevaplar.
📖
1- Kitap size ne kattı?
Fikirlerimin gelişmesinde, hayata ve insanlara bakışımda önemli rol oynadılar. Düşünce yapım, kitaplar sayesinde oldukça geniş bir açıya vebilgi donanımına sahip oldu. Hayal dünyamın zenginliğini de es geçmemek gerek. Çok önemli bir dost benim için kitaplar.
2- Kitap arkadaş mıdır?
Kesinlikle evet diyorum ve sırdaş diyerek artırıyorum.
3- Neden kitap okuyorsunuz?
1. sorudaki cevaplarım için.
4- Kitabı ne sıklıkla okuyorsunuz?
İhtiyacımın ne zaman hasıl olacağını bilmiyorum ama bu süre bazen üç ayda bir de olsa, bir başka zaman iki günde bir kitap bitirmeme engel bir durum teşkil etmiyor. İhtiyacın zamanı ve kapasitesi belli olmaz.
5- Hangi tür kitapları okuyorsunuz?
Şiir, biyografi, tarih, felsefe ve aşk konulu kitaplar.
6- Kitap yazmayı düşündünüz mü?
Bir adet şiir kitabım var. Ve diğer tüm yazdığım herşey bloğumda.
7- En sevdiğiniz yazar kim?
Bu soru çok kapsamlı. Dönem dönem çok sevdiğim ve ilgi duyduğum yazarlar, şairler oluyor. Ama hiç bir zaman es geçemediklerim Özdemir Asaf, Behçet Necatigil, Alain De Botton, Oruç Aruoba, Ferit Edgü.
8- Kitapları ciltler misiniz?
Hayır böyle bir alışkanlığım yok.
9- Gezi kitaplarını sever misiniz?
Evet, oldukça fazla bilgi almışlığım vardır onlardan.
10- Kitap alırken kapağına göre mi seçersiniz?
Bazen bazı kitaplardaki baskı türü beni çeker. Seçilen kitap ismi ya da arka kapaktaki yazı bende bir yerlere dokunur ve alırım. Ve genellikle de yanılmam.
Bu mimi yapmak isteyenler parmak kaldırsın lütfen 😁
Görevli
dolabın kapağını açtı, sürgü rafı dışarıya çektiğinde soğuk buhar,
yüzlerine çarptı. Raftaki örtü aralandığında, kadının o ana kadar
sımsıkı tuttuğu sinirleri, zembereğinden boşaldı. Morg; bir anda
hıçkırık, haykırış ve gözyaşıyla doldu.
Sakinleşmesi
için verilen su dolu bardağı iki eliyle tutamayınca, görevli yardımcı
oldu. Bir kutu mendili önündeki sehpaya koydu bir başka görevli. Kadın
uzun uzun ağladı. Morgtaki görevliler ceset bulunduğunda üstünden
çıkanları bir poşete koymuş, kadına vermişlerdi. Bir iki prosedürden
sonra ordan ancak çıkabildi.
Dağılmış
halde bindiği taksiden, sahilde bir yerde indi. Dalgalara karşı
oturduğu bankta, güneşin battığını farketmedi bile. Akşam, kopkoyu bir
yalnızlıkla gelip oturmuştu yanına.
"Benim
ruhumun parçalandığı gibi parçalanmış göğüs kafesi... ne acı!" diye
mırıldandı. Bacaklarının üstünde avuç açmış gibi duran ellerinde tuttuğu
kırmızı kadife kutunun üstüne, bir kaç damla gözyaşı düştü.
(beş sene önce)
Arabasıyla
büyük şehirden, banliyöye gidiyordu. Bir dostunun şirketinin muhasebe
kayıtlarına yardımcı olmak için haftada bir kez bu yolculuğu yapıyordu.
Önceleri angarya gelen bu iş artık onun hoşuna gitmeye başlamıştı. Yoğun
geçen günlerin ardından, bu küçük yerleşim yeri öyle huzur vermeye
başlamıştı ki, "acaba burdan bir ev edinsem mi?" diye düşünmüştü. Bu
fikrini, şirketin sahibi dostuyla paylaşınca hemen onun seveceği,
tatillerde ve haftasonları kaçabileceği, şirin minik bahçesi olan bir ev
buldular ve satın alma işini çarçabuk hallettiler. Böylece kimi zaman
şirketin muhasebe işlerini hafta sonuna denk getirip, dönüşte de kendi
evinde kalabilirdi artık.
Evin
dekorasyonu için, çok büyük bir market olan firma ile görüşmeye gitti.
Firmadaki görevliler, uygun dizayn yapabilmek için evin konumu, ışığı,
metrekare bilgilerini almak üzere bir mimar görevlendireceklerini, ne
zaman uygun olunursa birlikte eve bakmaya gidebileceklerini söyleyip,
onun telefonunu aldılar. Hafta içinde telefonu çaldı, mimar arıyordu.
Hemen bir gün saptadılar, adresi verdi ve evde buluştular.
İlk
görüşte ikisi de kalplerine eros' tan gönderilen okla vurulmuş gibi
oldular. Beklenmedik bu gelişme, ikisinin de hayatlarının akışını
değiştirdi. Ev, mimar tarafından dekore edildi ve her fırsatta bu evde
buluştular. İkisinin kalbinden dışarı taşan mutluluk damlaları, hem evi,
hem evin bahçesini güzelleştirmeye yetti. Her gelen, o evin yaşam
koktuğunu söylüyordu.
Bir
senenin sonunda birbirlerinden ayrı kalmaya dayanamayacaklarını
anladılar ve birlikte yaşama kararı aldılar. Şehirde mimarın
evindeydiler, haftasonları ve kaçabilecekleri her tatilde de banliyödeki
bu evde. İki evde de aynı aurayı solumak mümkündü. Soluksuz bir aşkın
içinde büyüyorlardı.
Üç senenin
sonunda malum teori kendini göstermeye başladı. İlk fire mimardan
geldi. Eve geliş saati uzamaya, geç gelişlerini hep işin uzamasına
bağlıyor, gözlerini kaçırıyordu kadından.
İç
organları ağır iş makineleri altında presleniyormuş gibi hissediyordu
onun geç gelişlerinde. Konuşmaya çalışıyordu ama mimara göre bütün sorun
işteydi. Öyle olmadığını gözünün ucundan, ve artık ona dokunmamasından
anlıyordu kadın. Yüreği acıyordu bu uzaklaşmalardan. Zaman ilaç olabilir
miydi gerçekten, bilemiyordu ama bekliyordu bıkmadan.
Bir sene
geçti, birbirlerine yabancı, kapkaç dokunuşlarla ve aynı havayı
solumamakla. Artık soru sormuyordu kadın, herhangi bir şey söylemesini
de beklemiyordu. Sanki ruhunu yitirmiş gibi, bir işlemden geçirip onu
makineleştirmişler gibi rutin devam ediyordu hayatına, işine. Ta ki, bir
iş çıkışı şehirdeki eve dönemeyecek kadar kendini yorgun hissedip,
arabanın rotasını banliyödeki eve çevirinceye kadar.
Kapıdan
içeri girdiğinde, antreden itibaren yatak odasına kadar etrafa saçılmış,
kadın ve erkek giysilerini görünce gerisin geri çıktı evden. Arabaya
bindiğinde donmuş haldeydi ve nereye gideceğini bilmiyordu. Banliyönün
sahiline çevirdi arabayı. Sahilde biraz oturdu. Ne düşüneceğini
bilemiyordu. "Bütün bunlara ne gerek vardı?" diye sordu içinden. İçinde
diplerde bir yerden dalga dalga gelen acıyı hissetti. Kalkmalı ve
gitmeliydi her nereye olursa. Aracına bindi ve 8 saat uzaktaki ikinci
büyük kente yola koyuldu.
Bütün gece
hiç durmadan araç kullanmıştı. Gözünden bir damla yaş akmasına izin
vermemiş, ona ulaşabileceği telefonu da kapatmıştı. Yaz tatillerine
giderken konakladıkları bu şehirde, ailesiyle birlikte kaldıkları otele
kendini attığında sabah olmuştu. Hemen yatağa girdi ve çok derin bir
uykuya daldı.
**************
Öyle
uzun süre uyumuştu ki, gözlerini açtığında karanlıktı ortalık. Oda
servisini aradı, yiyecek bir şeyler istedi. O arada hemen duşa girdi ve
kendini soğuk suyun altına bıraktı. Daha iyi hissediyordu. Biliyordu ki,
zaman geçtikçe daha da iyi hissedecekti. Kendini buna inandırınca
rahatladı, tam o esnada kapı çalınca gelen oda servisinin, onu girdiği
düşünce girdabından çekip çıkarmasına sevindi.
Balkon
kapısını açtı, önce soğuk su, ardından oksijen iyi gelmişti. Evet
gitgide daha iyi hissediyordu. İlk aldatılan o değildi, dünya
yıkılmayacaktı o bunu yaşadığı için. Sürpriz bir şekilde başlayan bu aşk
için teşekkür ediyordu hayata ama yine de bu aşk yıkıntısı altında
kalmayacaktı.
Balkon
sehpasına gelen yiyecekleri koydu, gecenin sessizliğini bölsün diye
televizyonu açtı. Manzaraya bakarak ağzına ilk lokmayı attı. Epeydir bir
şey yememiş gibiydi. Mide çarkları öyle süratli çalışıyordu ki, birden
hızlı hızlı yediğini farketti. "Herhalde aşk acısından kendini yemeğe
vurmak böyle bir şey" dedi.
Birden
içerdeki televizyondan onu şaşırtan, beyninde soru işaretleri yaratan
bir şeyler duydu. Kendini şu anda bulunduğu dünyadan çok uzak hissetti.
İçeri gitti, sesini iyice açtı televizyonun. Görüntülerde, yıkıntılarla
dolu bir şehir vardı. Gördüğü ve duyduğu şeyleri beyninde
örtüştüremiyordu bir türlü. Bugün günlerden neydi? O uyurken yüzyıllar
mı geçmişti?
Resepsiyona
telefon açtı hemen, tarihi sordu. Aldığı cevapla kalakaldı. Neredeyse 2
gün olmak üzereydi o uykuya kaçtığından beri. "Nasıl olur?" dedi.
Gözlerinden ilk defa yaşlar süzülmeye başladı. Haberde hem yaşadığı
büyük şehrin, hem de diğer evin bulunduğu banliyönün derecesi yüksek bir
depremle ağır hasar aldığı anlatılıyordu görüntülerle beraber.
Aklını
kaçıracak gibiydi. Telefonu geldi aklına, hemen koşup açtı. Bir kaç
çağrı ve mesaj geldi açtıktan sonra. Ailesiyle irtibatı sağladı, herkes
iyiydi, biraz rahatladı. Telefonuna gelen arama listesinde mimar da
vardı. Deprem olmadan hemen önce aramış, ulaşamayınca da mesaj
göndermişti ona.
"Sevgilim,
biliyorum bir süredir sana sıkıntı yaşattım ama tüm bunların ne
seninle, ne de bir başkasıyla alakası yok. Bu akşam sana çok önemli bir
şey söyleyeceğim ama sana ulaşamıyorum, nerdesin?"
Numarayı
defalarca çevirdi ama yanıt yoktu. Hemen giyindi, araba kullanamazdı bu
halde, ailesi de yolların güvenli olmayacağını, uçakla dönmesini
söylemişti. Havaalanının yolunu tuttu.
Uçak
inene kadar binbir senaryo üretti. Ona bir şey olmaması yönünde milyon
defa dua etti. Onu aramaya nerden başlayacağını bilemiyordu. Uçaktan
iner inmez banliyödeki firma sahibi dostunu aradı. Ordaki evi kontrol
etmesini rica etti, evde birilerinin olmasından şüphelendiğini
ekleyerek. Hemen birlikte yaşadıkları eve koştu. Orası sağlamdı ama evde
kimse yoktu.
Daha
sonra banliyödeki dostundan bir telefon geldi. "Ev tamamen çökmüş ve
bir kadın, bir erkek iki ceset var" diyordu telefondaki ses. Bayılacak
gibi oldu, nefesi kesildi. Cümlenin devamında ise mimarın çok yakın
arkadaşı ve tanımadığı bir kadın olduğunu anlıyordu. Öyle bir durumdaydı
ki; kendi evinin yıkıntılarından bir ölü çıkıyordu, buna üzülse miydi,
yoksa onun mimar olmadığına sevinse miydi? İki duygu ne kadar birbirine
yakındı, ilk defa anlıyordu. Hafif bir mide bulantısı geçirdi. Yüzüne su
çarpıp, derin nefesler aldı.
Onu
bulmalıydı. Bulmalı ve gözlerine bakarak konuşmalıydı. Mimarın ailesini
arayıp, bir haber var mı diye sorsa, onları da telaşa mı vermiş olurdu?
Ortalık yıkıntı doluydu ve kimin nerde olduğunu mutlaka öğrenmeliydi.
Telefonu çevirdi, mimarın babası çıktı telefona. Sesi titriyordu yaşlı
adamın. Kalbi hiç bu kadar ağzına yakın bir yerde atmamıştı. Elinde
telefonla yere yığıldı kadın.
*********
Baygınlık,
sonrasında krize dönüşünce hastahanede müdahale edilmişti. Ailesi ve
arkadaşları koşturdu yanına. Hiç bir şey teselli edemiyordu onu. Sürekli
ağlıyordu, ağlamak istemese bile gözyaşları gözünden atlayıp intihar
ediyorlardı. Hastahanede daha fazla kalmak istemiyor, bir an önce
sevgilisini morgta son kez görmek istiyordu. Kimse ikna edemedi onu,
gözleri kararlılığını keskin bakışlarla anlatıyordu.
***************
Mimar,
onunla tanıştığı zamanlarda çalıştığı işten bir yanlış anlama sonucu
ayrılmak zorunda kalmıştı. Yeni bir iş için görüşmeler yapmaktaydı.
Kadına bu durumu anlatıp, onun da keyfini kaçırmayı, kendisinden başka
bir kişinin daha gelecek endişesi taşımasını istemiyordu. Nitekim
akabinde iş buldu, ancak şehirden uzaktaydı. Hem yeni işin getirdiği
yük, hem de şehirden uzakta oluşu yüzünden eve epey yorgun ve geç
geliyordu. Eski işiyle ilgili de dava açmıştı, kendini aklamak ve
düştüğü zor durumun maddi manevi karşılığını almak istiyordu. Herşey
sonuçlandığında tüm bunları kadınla paylaşacak ve onunla ilişkisini bir
üst kademeye taşıyacaktı.
Hayatlarının
yıkıntı altında kaldığı gün ise, çok yakın bir arkadaşı ondan
banliyödeki evin anahtarını istemiş ve çok özel bir görüşme yapacağını
söylemişti. Evde kalmayacağını ama görüşmeyi yapacağı kişiyle başbaşa
olacağı çok özel bir yere ihtiyacı olduğunu ve onu kırmamasını rica
edince karşı çıkamamış, anahtarı verdikten sonra da iş yoğunluğuna
girince, kadını bundan haberdar etmeyi unutmuştu. Bu arada gelen
telefonla eski işyerine açtığı davayı kazandığını, epey yüklü bir
tazminat ve işe geri dönme garantisini de aldığını öğrenince, işte şimdi
tam zamanı diye düşünüp, kuyumcu da bekleyen yüzüğü alıp, eve doğru
yola koyulmuştu. Tüm bu süreçte sevgilisine uzak durduğunun farkındaydı
ama eros onları bir kez buluşturmuştu ve mimar aşka inanan nadir
erkeklerdendi. "Bu akşam herşey bizim için yeni ve yeniden başlıyor
olacak"diye geçirdi içinden gülümseyerek. Telefonla aradı kadını, ulaşamadı. Hemen mesaj yazdı.
Tam
o esnada gülümsemesi dudaklarında dondu. Ne olduğunu anlamamıştı bile.
Deprem onu yolda yakalamıştı. Bir viyadüğün altından geçmesine saniyeler
kala, şiddetli sarsıntıyla viyadük çökmüş, hızla gittiği için düşen yol
korkulukları aracın kaputundan girmiş ve kalbine saplanmıştı. Her şey o
kadar çabuk olmuştu ki, görevliler yüzündeki tebessümü gördüklerinde
yaşıyor sanmışlardı önce.
Tüm şehir acılarını sarmakla uğraştı uzun süre. Zaman akıp gitti ve unutuldu kağıttan yapılmış koca şehrin görüntüleri.
Kadın
ise parmağında mimardan kalan yüzük ve yüreğindeki daimi acıyla kendini
evine kapattı. Onun için yanlış düşüncelere kapıldığı, gördüklerini
değerlendiremediği, kaçtığı için kendini ölene kadar affetmedi.
Yeni blogdaşlarımızdan Edischar bir mim başlatmış. (Okumak isterseniz buraya tıklayın) Kendi hayatıyla ilgili almak istediği kararlara ışık tutacak soruları, hem kendine, hem de katılımımızla bizlere de sorarak güzel bir paylaşımda bulunmuş. Kimbilir bu sorular sadece ona değil, cevaplamak ya da sadece okumak isteyenlere de fayda sağlar.
Sorulara geçelim:
1- Boş vakitte neler yaparsınız?
Arka arkaya film seyretmekten alıkoyamıyorum kendimi.
2- Gününüzü nasıl planlıyorsunuz?
Bir gün önceden aklıma yazarım yapacaklarımı. Ama kesin bunu unuturum dediğim şeyi cep telefonuma not alırım ve hatırlatma yaparım. Artık keyfimin kahyası modunda olduğum için :) o an ne istiyorsam onu yapar durumdayım.
3- Hedefleriniz var mı? Varsa neler?
Denize yakın bir yere taşınmayı hedefliyorum ve 2 ay içinde bunu gerçekleştireceğim. Ayrıca taşınacağım yerde hayatımı daha planlı hale getireceğime kendime söz verdim.
4- İngilizce nasıl geliştirilir?
Öncelikle kulak dolgunluğu olması açısından bol bol ingilizce film izlemeli. Yeni kelimeleri mutlaka bir deftere not alıp, cümle içinde kullanmayı denemeli.
Bu arada ben herhangi bir yabancı dili bir çocuktan öğrenmek gerektiğini düşünüyorum artık. Çünkü biz çocukken fiil çekimi ve zamanları öğrenmiyoruz ki, bu nedenle ilk cümlelerin basit olması, sonradan gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Düşünsenize ortaokul, lisede sürekli şahıslara göre fiil çekimlerini ve zamanları ezberlemekle geçti. Bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum nacizane.
Kendimce yanıtladığım bu mimi ben de bir kaç arkadaşa pas edeyim:
Kiremithanem, Ephendy, Ebem Kuşağı, Ece Evren, Deli Kızın Bohçası, Blog Tecrübem, Öneri Makinesi,Film Gündemi, ReHiTu ve yapmak isteyen diğer blogdaşları mimlemiş olayım.
Ağustos, sıcaklık derecesi olarak en yüksek ay oldu sanırım ve hareket etmeyi en az istediğim ay. Daha önceki yazlardan biliyoruz, elbet geçiyor, sonbahar tüm güzelliğiyle doldurmaya başlıyor her yeri. Bir iki ay içinde bir taşınma gerçekleşecek sanırım. Her ne kadar taşınmanın zorluklarını biliyor olsam da, bu sefer ki yepyeni bir şeyin başlangıcını temsil ettiğinden içim rahat. İnsan yaşamında ne kadar çok şey deneyimliyor, düşündüm de. Her seferinde bitecek sanıyorsun ama öğreti hep devam ediyor. Artık bir şeyler bittiğinde, arkasından yeni ne gelecek diye bekliyorum. Yaşam öğrenmek için güzel bir yer.
Bu arada yeni blogger arkadaşlarımız olmuş. Bir zamanlar ne üzülürdük bloglar teker teker kapanıyor ve sessizliğe bürünüyor buralar diye. Eminim çoğunuz zaten tanımaya başlamışsınızdır. Zira çok keyifli bloglar. Ben de onlara hoşgeldin demek istedim.
"Merhaba, ben Can.
Çoğunlukla okur, bazen yazarım. Burayı kafa defteri olarak kullanıyorum.
Burada kitap incelemeleri, alıntıları; ilgimi çeken konular ve
karalamalarımı paylaşıyorum." diye yazmış. Çok keyifli bir playlist yayınlamış, dinlemenizi öneririm.
Merhaba, ben Can.
Çoğunlukla okur, bazen yazarım. Burayı kafa defteri olarak kullanıyorum.
Burada kitap incelemeleri, alıntıları; ilgimi çeken konular ve
karalamalarımı paylaşıyorum. Yazının Devamı Ve Daha Fazlası İçin :
https://www.kafadefterim.com/
Taha, bloğunda ilgi duyduğu konuları yazmakta. Bloğunda Endüstri, Müzik, Kitap, Sinema, Spor, Yaşam bölümleri var. Henüz çok yeni olmasına rağmen çok detaylı ve iyi incelediği konular var. Beğenirsiniz.
Edischar, bloğunda kendini tanımlarken şöyle yazmış: "Bu blogun bir amacı var. İç disiplinimizi arttırma. Tembelliğimden
sıkıldığım bir günün sonunda içsel motivasyonumu kendi içimde bulup
fişeklemeye yeltendim.İyi ki de yeltenmişim.Deneyimlerimi, hedeflerimi,
günümü sizinle paylaşıyorum ve hayal kuran arkadaşları benimle beraber
ilerlemeye davet ediyorum...." Devamını bloğundan okursunuz, hem sade bir şıklığı var bloğunun, eminim seveceksiniz.
Kedi Mırıltısı nickiyle bloğunda yazan Zeynep, hakkında bölümünde şunları yazmış: "Benim adım Zeynep. 1997 doğumluyum. Egeliyim. Küçüklüğümden beri yabancı dillere karşı hep ilgim olmuştur, özellikle
de ingilizceye. Lise hayatımın son iki senesinde de edebiyata olan ilgim
oldukça arttı. Bolca kitap okumaya ve denemeler yazmaya başladım..." Bloğunda gezi yazıları, müzik, kitap, özel zevklerine dair yazılar paylaşmakta.
Merhaba, ben Can.
Çoğunlukla okur, bazen yazarım. Burayı kafa defteri olarak kullanıyorum.
Burada kitap incelemeleri, alıntıları; ilgimi çeken konular ve
karalamalarımı paylaşıyorum. Yazının Devamı Ve Daha Fazlası İçin :
https://www.kafadefterim.com/
Videodaki
şarkıda "Manastır doğum yerim, sende doğdum sensin benim cennetim"
diyor. Şarkının sahibi, 1927 de Manastır' da (şehrin diğer adı Bittola) doğan ve 1954 de İzmir' e
göç eden, 2009 da da Karşıyaka' daki evinde ölen Hayri Demirovski. Burada
marş gibi her yerde, herkesin söylediği bu şarkıyı, Elveda Rumeli
dizisinden de hatırlayacaksınız.
Sabah kahvaltı sonrası Ohrid' den yola çıkarak Resne-Manastır-Kalkandelen ve Üsküp yolculuğumuza başladık. (280 km) İlk varış yeri Resne idi. Burda İttihat ve Terakki' nin en ünlü 3 simasından biri ve Türk Yunan savaşındaki faydaları nedeni ile ünlenen Resne' li Niyazi' nin Sarayını ziyaret ettik.
Rehberimizin anlattığına göre 1823 doğumlu, hayatını hürriyet ve ihtilal uğruna silah başında
geçiren, bu uğra kellesini koyup dağa çıkan Niyazi bey iktidar için ilk
kez geldiği İstanbul'da vapurdan iner inmez yankesici tarafından öldürülür. "Ne şehittir ne gazi, bok yoluna gitti Niyazi" lafının bu olay üzerine söylendiğini öğrendik.
Müze olarak kullanılan sarayda, o esnada Türk sanatçıların da aralarında olduğu bir grupla birlikte sergileri olduğunu öğrenince bir kaç kare çektim. Ardından Manastır' da oldukça duygulu anlar yaşadığımız Askeri İdadi binasına geldik. Atatürk' ün eşyaları ve fotoğraflarının olduğu müzeyi gezdik. Anı defterine duygularımızı yazdık.
Üsküp' e geldiğimizde Müze binasını, Rahibe Teresa' nın evini ve onun adına yaptırılan ve henüz bitmemiş parkı gördük. Yunanıitan ile aralarında tartışma yaratan İskender heykellerini, çeşmeleri, havuzları, köprü ve üstünde bir kaç metre arayla edebiyatçıların, ressamların heykellerini izledik.
Osmanlı eserlerinin, bedestenlerin ve eski çarşının olduğu kısım biraz bakımsız. Yerel halk, Arnavut belediye başkanının bu kadar çok heykel yaptırıp, kendi yaşadıkları bölgeye hizmet getirmemesini eleştiriyorlarmış. Haklı olabilirler, ancak bedeni olarak yapılacak işlerden bile imtina etmiş orda yaşayanlar, bunu doğru bulmadım. Gezdiğimiz bir medresenin bahçesi resmen çöplük içindeydi ve hemen yanında da cafe hizmeti veren yerler. Hizmet beklemek en doğal hakları ancak en azından kendi aralarında birlik olup temizliklerini sağlayabilirlerdi diye düşündük.
Çarşıda alışveriş ve atıştırma için dolaştık. Üsküp' ün meşhur böreklerinden tadabileceğimizi düşündük ama oraya varış saatimizde hiç börek kalmamıştı. İyi ki Manastır' da yemeyi akıl etmişiz diye düşündük. Aslında Üsküp' ü yarım güne sıkıştırmayı içime sindiremedim. Doya doya gezip görmek istediğim yerler vardı. Akşam otele gidip ertesi gün uçuş için hazırlanırken, görmediğim diğer yerler ve Kosova için planlarımı şimdiden yapmaya başlamıştım.
Sana elveda diyemem Rumeli!
Artık MERHABA 💓
Resne' li Niyazi Sarayı
Resne' li Niyazi avlanırken yaralı geyik bulup onu iyileştirip evcilleştirmiş.
Sarayın onarım görmeden önceki hali
Seramik sergisinden örnekler
Manastır saat kulesi
Saat Kulesi
"Manastırın ortasında, var bir çeşme.." diye bildiğimiz şarkıdaki ünlü çeşme
İshak Çelebi Camii
Manastır Çarşı
Manastır çarşısı
Mustafa Kemal Atatürk' ün ilk askeri eğitimini aldığı Manastır Askeri İdadisi
Öğrenciliği esnasında giydiği askeri kıyafetler
Ata' mıza olan duygularımızı dile getiren tur arkadaşlarımız
Manastır' dan Kalkandelen' e doğru giderken yol kenarlarında mezarlıklar gördük.
Savaştan arta kalan sadece mezar taşları maalesef.
Kalkandelen' de meşhur Alaca Camiyi ziyaret ettik.
1438 yılında Makedonya' da bulunan Osmanlı-Türk dini eserlerinden.
Bahçesindeki çeşmeden suyumuzu içtik.
Üsküp Müze binasındaki saat, 1963 teki deprem saatinde durmuş.
Mother Teresa Park
yapımı hala devam etmekte
Rahibe Teresa evi
Rahibe Teresa
İskender
İskender heykeli
Makedonya Zafer kapısı
Arkeoloji Müzesi
Vardar nehri
İskender' in babası 2.Filip
Üsküp çarşısı
KapanHanı (medrese)
Kapan Hanı
Bir turda onlarca kişiyi memnun etmenin ne kadar zor olduğunu, turizm işinde çalışmış olanlar bilir. Gerçi aşağı yukarı herkes tarafından tahmin edilebilir. Herkesin mutlaka en az bir konuda şikayeti olur.
Tüm bu hafta boyunca bizlerin herşeyi ile yakından ilgilenen, dağarcığındaki bilgileri bize yorulmadan aktaran, her soruya -tekrar sorulsa da- sabırla cevap veren sevgili rehberimiz Ramo Bibiç' e burdan da teşekkür etmek istedim. Veda şarkısı onun için :)