Bazı "şeyleri" kendimize saklamadan paylaşmalıyız. Kanser hastaları geçirdikleri aşamaları, alzheimer, parkinson, ms vs hastalıklarıyla boğuşan hasta yakınları yaşadıklarını paylaşmalılar ki, bu konuda sıfır kilometrede olanlar neyle karşılaşacaklarını kestirebilsinler.
Bir nevi yol haritası gibi.
Aslında bir şey dikkatimi çekti. Hiçbir hastalıkla hemhal olmayanların daha çok bilgilenmesi gerek. Aksi takdirde videoda 12. dakikada izleyeceğiniz kızın anlattığı asansör olayındaki gibi birdenbire yaftalanabilirsiniz. O kızın boğuştuğu rahatsızlığından çok, böyle incitici bir şekilde adlandırılması çok acı vericiydi.
Her hastalık, günün birinde sağlıklı bir insanın kapısını çalabilir.
1945 Yılı Aralık Ayının Dördü İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan, giyin,kuşan, benze bahar ağaçlarına... Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına, kaldır,öpülesi çizgilerle kırışık, beyaz alnını, böyle bir günde yılgın ve kederli değil, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nazım Hikmet`in kadını!... Nazım Hikmet
Dün bunca yıllık hayatımda ilk defa bir ağaçkakan gördüm. Evet yanlış okumadınız, ağaçkakan !
Uzağı çok net algılamayan gözlerim, bahçedeki nesneyi önce serçegillerden biri sandığından tam kafamı çevirecekken, bunun farklı bir şey olduğunu anlayan içsezim hemen ayağa kaldırdı beni. Tül perdenin ardından kendimi farkettirmeden cama yaklaşmaya çalıştım. Camın hemen önündeki dut ağacına kondu. Artık tamamen önümde kendini sergileyen bu minicik ama MUHTEŞEM yaratıktan gözlerimi alamıyordum. Başında ve gövdesinin kuyruğa yakın yerinde kırmızı tüyleri vardı. İnce uzun gagası, küçük gövdesine göre tezat teşkil etmesine rağmen, bütünde zarifliğini muhafaza ediyordu. Ansiklopedik bilgilerden çok, televizyonda çizgi film kahramanı olarak tanıyıp izlediğim ve beni katıla katıla güldüren o minik karakterle yollarımız işte bu bahçede kesişmişti.
Bir film karakteri olarak izlediğim ağaçkakan, gün geldivarlığıyla günüme sihir kattı. Yaşamın kendisi bir sinema cenneti diyerek, en başa iliştirdiğim video eşliğinde, büyük usta Giuseppe Tornatore' nin ünlü film müziği ile yazıyı sonlandırıyorum.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: yazıda kullanılan görsel Google'dan alıntıdır. Zira izlediğim görsel şöleni bırakıp fotoğraf çekmek sevgili ağaçkakan' a haksızlık olacaktı. 😉
Buralarda yokken bol bol bahçe işiyle uğraşıp, Netflix'te film ve dizi izledim.
Yukarda eklediğim şarkıyı, türkçeye "Aşk Ararken" ismiyle çevrilmiş, orijinal adı "LOVESICK" olan dizide dinleyip çok beğendim.
İlk bölümü 2014 de yayınlanan dizi 3 sezondan oluşuyor. Umarım 4. sezon da çekilip yayınlanır.
Dizinin ilk bölümünde cinsel yolla bulaşan ve kolay tedavi edilen bir hastalığa maruz kalmış bir gencin, doktorunun da önerisiyle şimdiye kadar birlikte olduğu tüm kadınları arayarak haber vermesi ile başlıyor ve her bölümde de hayatına girmiş kişilerle ilişkisi işleniyor. Bu arada muhteşem ev arkadaşlarını da tanıyoruz.
Bir pazar daha geçip gitmekte. Muharrem ayı olduğundan aşure pişirme ve dağıtma eylemleri var köy içinde. İki tabak aşure yediğimden olsa gerek, üstümdeki ağırlıkla ve neredeyse temmuz sıcağı yaşadığımız bu gün, evde bir film seyretmek kaçınılmaz oldu. (Words and Pictures)
Daha önce seyrettiğim bir filmdi ama etkisi bu seyredişimde daha fazla oldu. Size de olur mu bazen, okuduğunuz kitap ve filmden herhangi bir etki kalmayıp, tekrar okuyup-izlediğinizde hem hatırlarsınız o eseri, hem de bu kadar etkili bir şeyin nasıl olup da hafıza da yerini bulmadığına şaşarsınız. İşte aynen öyle oldu bende.
Film içinde geçen bir şiire, şarkı bestelenmiş. Ben enstrümantal halini çok sevdim ancak youtube' da yukardaki şarkı halini bulabildim. Belki spotify' dan dinlemek isteyen olur diye şarkının enstrümantal linkini buraya(tık)bırakıyorum.
Bu hafta elişlerine toptan giriş yaptım diyebilirim. Blog arkadaşlarımın motif etkinliklerine imrenerek bakardım ve sonunda çoooook acemice bir tane yapabildim nihayet :)
Mandala yapmayı öğrendiğimden beri sürekli geliştirmeye çalışıyorum yaptığım çalışmaları. Bu konuda youtube' dan yardım alıyorum. Çok zevkli ve dinlendirici, tavsiye ederim.
Ve bir de iğne oya işine giriştim. Minik bir yerinde yırtık olan giysilerinizi atmaya kıyamıyorsanız hemen üstüne iğne ve iplikle desen yaratmaya çalışın. Sonuç oldukça tatmin edici oluyor. Benden söylemesi. :)
Yaşamınızda, her gününüzü küçük birer şiir gibi hissedeceğiniz anlarla dolu olması temennisiyle 🌹
"Ne tuhaf, artık kızmıyorum bile... demek ki tamamen kaybetmişim hislerimi.
Sabah uyandığımda ağaçların ve kuşların seslerini duymak çok iyi geliyor. Yaşamımın bu evresinde deneyimlediğim ve deneyimleyeceğim şeylere kollarım açık duruyorum.
Geçen pazar dersten kaytardım biliyorum 😊 Aslında tam kaytarma diyemeyiz, bir nevi mecburiyet. Bulunduğum yerde internet yoktu. Şaşırtıcı değil mi? Ben de şaşırdım önce, hatta serzenişte bile bulundum. Ancak bunun ne büyük bir nimet olduğunu sonra farkettim.
Bulunduğum yeri daha sonraki yazıda anlatacağım. Bugünkü yazı konusu şarkı ise, daha önce bildiğim ama o kadar önemseyip takibe almadığım biriydi. Ta ki, bulunduğum yerde bu şarkısını duyana kadar.
Antony Hegarty 1970 yılında İngiltere' de doğmuş. İlk kez 1997 senesinde sahneye David Bowie' nin bir şarkısının coverıyla çıkmış, daha sonra Antony and The Johnsons adlı grubu kurarak 4 albüm yapmışlar. Sonrasında ise tek başına yol almayı seçmiş. Bir yazıda "Hopelessness’daki elektronik tınılar çağımızın sorunlarını su yüzüne vururken Anohni (ya da Hegarty) incelikli ve tutkulu vokaliyle bir tasarım olarak başka bir dünyanın ihtimaline şiirsel göndermeler yapıyor." diye yazmış. Evet çok haklı, Antony' nin sesi şiirsel bir şakıma bana göre. Google' dan aratıp diğer parçalarını, hayatını görebilmeniz mümkün. Ben sizi tanıştırma görevini üstleniyorum. Tanıyanlarınız varsa onlara selam olsun. 💓
Bir pazar gününden daha merhaba. Evet gün geçmek üzere neredeyse farkındayım yine de yakaladım kaçmadan 😀
Yine değişik bir ses yakaladım meşhur radyomda. Bu grubun adı da ilginç. Önce şarkının adı sandım hatta. 2011 den beri piyasada varlık gösteriyorlarmış, bir kaç albümleri de mevcut. Ekşi sözlükte "Gaffola" adlı şarkısını da methetmişler. Ben pazarı pazartesiye bağlayan güne atıfta bulunan şarkılarını konuk ettim.
Diğer şarkıları dinlemek size kalmış. İyi dinlemeler 🎧
Aylardan Ağustos, ekran başına oturma planlarımı bugün, tam şu saatte gerçekleştirmeye karar verdim.
Sabahları (daha doğrusu gün boyu) radyo ile hemhal olduğumdan ilginç müziklerle, yeni şarkıcılar ve şarkılarla karşılaşmam olağan. Bu şarkı çocukluk yıllarıma tekabül ediyor, Filiz Akın' lı, Hülya Koçyiğit' li, Türkan Şoray' lı zamanlara...
Filmlerdeki şarkıların neredeyse hepsini seslendiren Belkıs Özener, ağızlarını mimiklerle oynatan ise artistler. Çok zaman geçmiş üstünden ama nasıl da bazı anlar pırıl pırıl.
Filmler demişken, şu ara taşınma, yerleşme koşturmacalarının yorgunluğunu, akşamları netflixten izlediğim dizi ya da filmlerle atmaya çalışırken, izlediğim dizideki bir aktris, mimikleriyle, göz süzmeleriyle ne kadar da Hülya Koçyiğit' in kopyası şaştım vallahi. Bahsettiğim aktris Jennifer Lowe Hewitt. İzleyenler belki katılacaklar bana 😊
Neyse şarkıyı dinliyor musunuz? Nasıl yumuşak bir akışı var değil mi sesin? Ah ses ! Dünyanın en mükemmel enstrümanı. Onun üzerinde hakimiyeti sağlayıp, istediği inceliğe ve kalınlığa çekenlere hayranım. Pazar günümü ses keşiflerine ayırıyorum. Şimdilik hoşçakalın...
Kahvesini karıştırmaya başladı. Masanın üstüne çantasını, gözlüğünü ve "telefon çalarsa duymayabilirim" düşüncesiyle cep telefonunu koydu. Zaman geçerken, o da düşüncelere daldı. O'
nu beklemek ne kadar iyileştirici bir eylemdi. Önceki zamanlarda hayat
sessizce akıp gidiyordu. Ne can sıkıntısı, ne de coşkulu bir an söz
konusuydu. Hissizlik gibi bir duygu yayılmıştı zemine. O zeminden renkli
bir şey inşa etmek de mümkün değildi. Sabah kalkmakla, akşam yatağa
gitmek arasında yapılacak (tuvalete
gitmek, ihtiyaçlarını gidermek, mutfağa yürüyüp çayı ocağa koymak,
kahvaltılıkları dolaptan çıkarmak, kahvaltı etmek, bulaşıkları yıkamak,
alışveriş yapmak, öğlen yemeği hazırlamak, ardından yemek, bulaşıkları
yıkamak, akşam yemeğini hazırlamak, yemek-bulaşık, çamaşırı makineye
koymak, asmak, ütülemek, dolaplara yerleştirmek, televizyon seyretmek,
yatağa gidip uyumak vs) tüm
eylemleri kurulmuş robot gibi sıralamak, yaşamak diye tanımlanabilirdi.
Ama içine biraz aşk, biraz tutku, cinsellik katıldı mı, nasıl da
başkalaşıyordu hayat. Beğenilme duygusu öne çıkıyordu ilk. Sonra yoğun
aşk, özlemek, ilgi sırayı alıyordu. Birini
gün boyu düşünmek, ne kadar çok vaktini alıyordu insanın. Bir bakış,
bir gülüşü hafızada saklamak ve ona renkler, başka mekanlar eklemek işin
keyifli yanıydı. Aslında herhangi bir işte çalışsaydı, mesela öğretmen
olsaydı işini normal seyrinde devam ettirirken, arada kendi duygularını
katıp, öğrencilere aşktan, sevgiden bahsedebilirdi. Bir bankacı olsaydı
eğer, müşterilerinin hesap numaralarını farklı farklı boyutlarda ve
renkli kalemlerle yazar, hesap defterlerine imza yerine içinden ok geçen
bir kalp çizebilirdi. Ülkeyi yöneten biri olsaydı, her hafta sonu her
mahallede sokak etkinliği düzenler ve her evin, apartmanın güle oynaya
katılmasını sağlardı. Böylece evlerine kapanmış insanları birbirine
yakınlaştırır ve tanışıklıktan doğacak dostlukların muhabbetleri,
ülkenin gökkubbesini sevgi rengiyle kaplardı. Evlerin
balkonlarında renk renk saksılarıyla çiçekler, rüzgar gülleri, rüzgar
çanları olsa, çocuklar ellerinde köpük balonlar havaya üfleseler, meyva
ağaçlarından tatlarıyla insanlara süzülse taneler, nineler dedeler "o,
şu, bu" diye ayırmadan herkese hayır dualarını etseler, bir dükkana,
markete, kafeye girildiğinde herkes birbirine gülümsese, iyi dilekler
sunsa fena mı olurdu? İşte
böyleydi O' nu düşünmek. İçi kıpır kıpır oluyordu. Sadece kendi
mutluluğunu değil, herkesi mutlu görmeyi istiyordu. Öte yandan biliyordu
ki, hayat kapının öte yanında yeni sınamalar için bekliyordu. Ama
kendini çok güçlü hissediyordu. Bu hissi yaşamak için bir sürü prens
etiketli kurbağa ile tanışmış ve vaktini geçirmiş olsa da, hepsinin
nihai duyguya, olgunluğa ulaşmak için basamaklar olduğunu kabul
ediyordu. Birden kalbi huzur ve ışıkla doldu. Başını kaldırıp baktığında, O çoktan gelmiş ve gülümseyerek karşısında duruyordu. İşaret diliyle onu sevdiğini söyledi ve sarılarak öptü.
{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-
not: fotoğraf cinemagraphs sitesinden alıntıdır. (*) tekrar yayındır.
Bu bir karmaşayı anlamaya çalışma, başka bloggerların fikrini alma-danışma ve hatta uyarı yazısıdır !
Bugün bloğumdaki iletişim kutucuğu üzerinden bana ulaşan bir mail aldım.
Aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibiydi.
Şöyle yazıyordu: "
Merhaba,
Şimdi siz de düzenlenmekte olan web etkinliğine katılabilirsiniz. Blogum
Harika kampanyası ile websiteniz veya blogunuzla kazanmaya aday olun,
websitenizi tanıtın, promosyon ödüller kazanın. Sponsorlarımızın desteği
ile bloglar arası etkinlik yarışmamızı 2018 yılı içerisinde yeniden
düzenliyoruz. Katılım için web sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
Bu şablon yazıyı daha sonra sevgili Ezgi' nin yorum sayfasında da gördüm. Daha sonra verdikleri adresi tıkladım ve açılan sayfa altta görüldüğü gibiydi.
Kırmızı ile iaşretlenmiş kısımda bağlantı adresinin güvenli olmadığıyla alakalı bir işaret çıktı, buna rağmen satırları doldurmaya başladım.
İki satır sonra yine uyarı ekranı çıktı fotoğrafta görüldüğü üzere. Ve işlemi sonlandırıp, gönderilen maildeki adrese bu durumu bildirmek istedim.
"Merhaba,
Bloğum üzerinden gönderdiğiniz maili aldım. Teşekkür ederim ilginize.
Ancak
verdiğiniz web sayfasına tıklayıp bilgilerimi girmeye başladığım anda
sistem sitenizin güvenli olmadığıyla, verdiğim mail ve şifrenin başka
kişilerce çalınabileceğiyle ilgili mesaj verdi.
Web
sitenizin adının önüne https:// yazmak suretiyle güvenli bir katılım
aratmamı söyledi ancak buna da bir yanıt alamadım. Katılmak isterdim
ancak bu güvenli olmayan durum sebebiyle size durumu bildirmek ve çözüme
ulaşıp ulaşamayacağı ile ilgili bilgi almak istedim."
Maili yazıp göndermemle birlikte, anında bir cevap geldi. Açıp baktığımda ise,
Şimdi bu durum karşısında ne düşünürdünüz siz olsaydınız? Ve siz de denediniz mi bu sayfaya girmeyi merak ettim. Bu yüzden üşenmedim ve oturup fotoğraflarıyla birlikte bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.