- Memur bey burası. Beşinci kat dokuz numaralı daire. Buyrun sokağa bakın !
Bakarlar ve etrafa saçılmış eşya parçalarını görürler, daireye doğru çıkarlar.
- Kim o?
- Polis !
- Buyrun memur bey?!
- Hanımefendi hakkınızda şikayet var. Balkondan eşyaları sokağa atıyormuşsunuz ki biz de durumu tesbit ettik.
- Biz taşınıyoruz da, o attıklarım da kullanılmayacak eşyalar.
- İyi de bayan çöpse eğer dairenizden aşağıya taşır, bir çöp konteynırına getirir bırakırsınız. Buna devam ederseniz sizi karakola alıp hakkınızda işlem başlatacağım.
- Yok yok tamam memur bey. Ben zaten hepsini attıktan sonra inip çöpe taşıyacaktım.
- Hanımefendi söylediğimiz şey de bu işte ! Bu davranışınız yanlış, üstelik bir yaralamaya sebep olabilirsiniz. Bunu ne şimdi ne de bir başka zaman yapamazsınız ! Cezası var... anladınız mı?
- Cezası olduğunu bilmiyordum. Tamam memur bey, şimdi iniyorum toparlamaya.
Hepsi birlikte iner.
Polis memuru diğer arkadaşına,
- Nasıl bir zihniyet bu anlaşılır gibi değil !
- Şikayet eden ne dese haklı, elimizden daha fazlası gelse inan cezasını keserdim şimdi.
- Neyse gecenin vakası olmaya aday bence bu, ne dersin?
"Hey bak ne diyeceğim, haydi gidip iskeleden ayaklarımızı sarkıtalım." "Soğuk değil midir su?" "Sanmam, şimdi su ısınmıştır ama dışarısı serin olduğundan su soğukmuş gibi gelir insana." "Sen nerden biliyorsun bunu?" "Babam anlatmıştı bana." "Bana niye anlatmadı?" "Sen küçüktün, anlamazsın diye anlatmamıştır." "Ben onu özlüyorum.." "Hepimiz özlüyoruz. Ben de, annem de, büyükannem ve büyükbabam da.." ...... "..ama biliyor musun o da bizi özlüyordur." "Nerden biliyorsun?" "Rüyamda gördüm bir kere. Kollarını açmış bizim eve doğru koşuyordu. Hepimiz ona bakıyorduk ama öylece duruyorduk. O ise bütün gücüyle koşuyor, koşuyor bir yandan da sizi çok özledim diye bağırıyordu ama bir türlü yaklaşamıyordu." "Sonra ne oldu?" "Sonra ben uykumdan uyanıp ağlamaya başladım. Çok üzülmüştüm babamı öyle görünce. Kollarını açmış koşuyor ama bir türlü sarılamıyordu bize." "Ağlama abla... şimdi babam da üzülür" "Evet, haklısın." "Gel haydi ayaklarımızı sokalım suya, en fazla kim dayanacak soğuya yarışalım." "Tamam"
Epey eski, nerdeyse miladi denilecek türde bir şarkı, dükkanın içini yavaşça doldurmaya başladı. Çoktan başka bir boyuta geçmiş genç bir ses şarkısında, "bir çiçek istiyorum ben bakmazsam solacak.." diye sesleniyordu. Kendisine muhtaç ne bir kimse, ne de herhangi bir şey yoktu yıllardır. Yalnızlığın dipsiz kuyusunda, şairin dediği gibi "merdivensiz" kalmış gibiydi. Ne var ki onca yıldır bunu fark etmeden yaşadığını şimdi anlıyordu. Yerleri silmeyi bitirdiğinde dükkana birinin girdiğini haber veren zil çaldı. Kovayı bir kenara alıp, tezgaha doğru yürüdü ama içerde kimse yoktu. Merakla zaten küçük olan dükkanın sağına soluna bakınıp, "İçeri girdikten sonra vazgeçip çıkan biriydi herhalde" dedi. Temizlik malzemelerinin olduğu yere adım atarken tekrar zil sesini duydu. Süratle dönüp baktığında yine kimse yoktu. O zaman yüzünde bir gülümseme belirdi, "Ah tabii ya, alarmı elden geçirmek gerek, işte böyle durduk yerde çalıp şaşırtır insanı" dedi ve tezgahtaki çekmeceden iki pil çıkardı, cihazı alıp pillerini değiştirdi. "Hadi bakalım artık gereksiz yere çalmazsın" deyip yerine koydu.
Dükkan, sabah ışıklarını yan camdan içeri doğru sızıntı halinde alıyordu. Işıl ışıl bir dükkan değildi ama bu görüntü, adeta ruhani bir hava katıyordu. Tezgah arkasında küçücük bir oda vardı. Burda hem mutfak gereçleri, hem dinlenme için dar bir yatak ve diğer malzemeler vardı. İşi çok yoğun olduğunda eve kadar gitmeyip orda kıvrılır yatardı. Nefesi sıklaşınca yorulduğunu farketti, biraz dinlenmenin iyi geleceğini hissedip uzandı yatağa. Gözleri uykunun derinliklerine doğru kapanmış, zihni tam bir dinlenceye teslim olmuştu. Rüya mı, gerçek mi olduğunu anlayamadığı bir ses çınlıyordu hayal meyal. Gözkapakları uyanmak istese bile açılamıyordu. Ama arka arkaya çalan alarm sesiyle birden yatakta zıpladı, hemen kalktığı için başı döndü. Gözlerini kapatıp elleriyle başını tuttu ve bir süre bekledi. Alarm bozulmuş gibi arka arkaya çalıyordu. Telaşla kalktı, ön kısma geçti. Gördüğü manzara karşısında hem çok şaşırdı, hem de gülmeye başladı. Mavi renkte bir muhabbet kuşu dükkanın içinde ordan oraya uçuyordu. Alarmın olduğu yerden geçerken alarm onu algılıyor ve çalmaya başlayınca ürküyor ve çılgınca kanat çırpıyordu. Hemen oraya doğru yürüdü ve içindeki pilleri çıkarttı. Ortalık sakinleşince mavi kuş da tezgaha tünedi ve dikkatle bakmaya başladı ona.
"Hoşgeldin" dedi ona işaret parmağını uzatarak. Kuş, terbiye edilmiş olduğunu belli edercesine hemen tünedi parmağa ve kendince bir şeyler gevelemeye başladı. Parmağında kuş ile vitrinden dışarı baktı ve bu kış, her zamankinden daha güzel olacağını düşünerek gülümsedi.
Sakin adımlarla kumda yürüdü. Güneş mevsime göre epey ısıtıyordu ortalığı. Yorulduğunu hissedip eğilip oturdu. Avucunu kumlara bastırdı, hafif nemliydi. Sonra parmaklarını teker teker batırdı ve yuvarlaklar çizmeye başladı. Bir yandan güneş, bir yandan denizin sesi ve üstünde oturduğu kumlar terapi yapıyordu ruhuna sanki. Gözlerini kapattı ve bu günü hissedebildiği için teşekkürlerini sundu evrene. Başının üstünde martılar uçuşmaya başlarken, o da ayağa kalkıp kıyı boyunca yürüdü.
Porselen reçel kaşığı elinden düştü ve yerde parçalara ayrıldı. Ta içinde o kaşığın minicik hatırası olan bir yer yırtıldı. Eğilip topladı ve onları nazikçe sarıp, mutfaktaki çöp kutusuna koydu. O esnada salondaki televizyonda çok genç bir sinema yönetmeninin ölümünü haber olarak geçiyordu bir kanal. Ölüm her zaman yanıbaşlarındaydı. Hayat varsa, ölüm de vardı. Neşe kadar, kederin de yeri vardı yaşamda. "Yine ölüm içeren bir yazı olursa ne diyecekler acaba" diye düşündü ve hafifçe gülümsedi. Oysa onun yaşamında herşey yolundaydı. Mutluluktan ölünür mü acaba? diye düşünecek denli bir duygulanım içindeydi. Bir seyahatlerinde, uçak piste inmeyip pas geçtiğinde tüm yolcular tedirgin olmuş, pilotun "bir sorun yok, tekrar iniyoruz" açıklaması bile herkesisoğuk terler içinde bırakmışken, o, dünyayla ilişkisi sonlanırsa bundan hiç gocunmayacak, bu dünyada gerçek-saf sevgiyi yakaladığından, ruh eşiyle tanışmasından sonra tüm yaşamına eşitlenecek zamanlar yaşamasından ve tam da o anda el ele olmalarından dolayı son derece rahat, huzurlu bir tavır içindeydi. Yaşamın son çeyreğinde böyle bir mutluluk yakalanıp da sonlanırsa eğer, ahir dünyada devamını sağlayarak torpil geçerdi elbette Yaradan. Acaba o genç yönetmen de derin bir aşkı yakalamış mıydı diye düşündü bir an. Sonra hemen aceleyle kalktı ve mutfaktaki işlerine yöneldi. Mükemmel bir pasta hazırlayıp sevgilisinin doğum gününü kutlamak, o pastayla onu ne kadar sevdiğini göstermek istiyordu. Tüm malzemeler ortaya çıktı. Saatler sürdü çalışması ama üzeri dantel gibi işlenmiş enfes bir sevgi sunumuyla hazırdı artık. Kapı çaldığında, o da İyi ki doğdun şarkısını cd çalara koymuş düğmesine basmıştı bile.
-"Seyrettiğiniz filmleri nasıl buldunuz, siz de nasıl bir etki bıraktı?"
- "Sonunda film karakterleri olduğunuz konusunda hemfikiriz anlaşılan" dedi gülerek ve devam etti. "Sizin filminizden oldukça etkilendim. Kurgusu ve anlatımı güzel bir senaryo, görüntülerle de çok iyi desteklenmişti."
Derin bir nefes aldı.
- "Ölüm, sonu gözükmeyen boşluk, derin bir uçurum gibi. Bu da, hayatı oldukça somut yaşayan biz insanlar için korkutucu. Aynı zamanda bizim gerçeğimiz. Sonunda yüz yüze geleceğimiz parçamız. Bu tür yüzleştirme filmlerini seviyorum. Bu arada başka dünyalarla bağlantı kurabilenlerin, bu duyguyla tanışmak için güzel bir hediye olduğunu düşündüm, bu filmden sonra."
- "İçinizde ölümle burun buruna yaşayan bir tek ben varım sanırım."
- "Elinde silahla bu cümleyi sarf etmek pek komik oluyor."
- "Eline silah almakla ölümü uzağında tutmuş olmuyorsun. Ölüm şu salonda otururken bile gelip seni bulur. Yediğin şey yanlış boruya girer, hık der gidersin."
- "İlk bağlantıda içine girdiğim sis tabakası ürpertmişti beni. Uzanan bir sürü el, kendisini seslendirmemi isteyen bir sürü hayat vardı. Bir çok kişiye aracı oldum. Kafasındaki soru işaretlerini sanki bir perde arkasındaymışlar gibi birbirlerine ilettim. Ama hala bilmiyorum orda olmanın nasıl bir duygu olduğunu ya da ordaki yaşam kurallarını. Öğrenmek için bir çabam da olmadı. Bir ara kendimi ucube gibi hissetsem de, sonradan ölenleriyle minik bir diyalog yaşayan insanların, kalp hafifliğinin yüzlerine yansımasını izleyince bunun değerli bir hediye olduğuna karar verdim, çünkü bu sayede hayatımın en değerli hediyesiyle tanıştım."
- "Evet, film boyunca ikinizin arasında görünmez bir köprünün varlığı hissediliyordu. Güzel bir sondu."
- "Peki ya benim bulunduğum film?"
- "Başta çok düzgün bir karakter sergilediniz, iyi bir aile babası, iyi bir yönetici. Bir kaç adım sonra ufak ufak yalanlarınız çıkmaya başladı. Hepsini harika bir şekilde sıralamanız, biraz da aşinası olduğum psikiyatrik rahatsızlığı anımsattı ki zaten sonrasında böyle olduğu ortaya çıktı." - "Ama yine de hapsi boylamaktan kurtulamadım." - "İnce hesaplar bile Bağdat' tan döner." - "Anlamadım?"
- "Bir deyim sadece." Sessizlik oldu ve suikastçı kendisi hakkında yorum beklediğini belirten bir ifadeyle baktı. - "Sizin filmin konusu da çok ilginçti. Filmin yönünü bir anda değiştiren bir senaryoydu. Doktor olduğunuza o kadar inandırdınız ki, bunun nasıl bir komplo olduğunu çözemedim, ta ki geçirdiğiniz kazayla kısa bir hafıza kaybı yaşadıktan sonra, görevi devralan başka bir suikastçıyla karşılaşınca. Kaç hayat taşımışsınız üstünüzde, hepsi ortaya serilince siz de şaşırdınız, işte o sahne çok ilginçti." - "Bir ara ben de aklımı kaçırıyorum sandım. Aksiyonu bol filmdi. İzlemeyi bırakırsınız sanıyordum." - "Cidden bir gün için fazla sayılırdı belki üç film ama hepsi de iyi seçimlerdi." dedi gülerek.
Pencereye doğru bakıp, "Salonu biraz havalandırayım, hem perdeler de kapalı kalmış" dedi ve eli perdelere uzanıp da kenara çekince salonu bir aydınlık kapladı. Dışarda yağmur yağdığını görünce şaşırdı, camları açıp dışardaki yağmur ve toprak kokusunu içine çekti. "Onca saattir kapalı perdeler ardında hiç bir şeyin farkında değildim. Ama bu oksijen hepimize iyi gelecek değil mi beyler?" dedi ve salona döndüğünde hiç kimsenin olmadığını görünce şaşırdı. Evin her yerini dolaştı ama tamamen yalnızdı. "Neydi bu şimdi?" diye sordu kendi kendine. Birden değerli sanatçı Münir Özkul' un meşhur tiradını hatırladı. Herkes gittikten sonra repliklerin, şarkı sözlerinin, diyalogların, fısıltıların perdelerin bir yerlerine takılması ve gün ağarınca "Perdeee!" sözcüğüyle hepsinin kaçışmasını. Gülümsedi ve pencereden ince ince yağan yağmura bakıp "Perde!" diye bağırdı.
- "Neden burda olduğunuzla ilgili bir fikriniz var mı?" - "FBI' daki bazı adamlar bana kızmış olabilir." - "Yani?" - "Bir komplo belki.." - "Nasıl?" - "Belki şu anda bu çayla beni zehirlemektesiniz.." - "Ne saçmalık?" - "Hiç de değil! Düşünsene nerde olduğumu bilmiyorum, hiç tanımadığım üç kişi ile birlikteyim ve şu anda donatılmış bir masadayım. Kolay bir operasyon." - "Kimbilir belki de senin işini ben bitireceğim!" - "Ne!? Ne diyorsun sen?" - "Neden burda olduğumla ilgili hiç bir fikrim yoktu ama sen konuştukça belki de FBI seni ortadan kaldırmam için beni tuttu diye düşünüyorum." - "Peki ben? Sen onu öldüreceksin, ben de o öldükten sonra anlamsız bir iletişim mi sağlayacağım öbür dünyayla!?" dedi gülerek. Şaşkınlıkla dolu bir sessizlik ortalığı kapladı. - "Elbet bu çözümlenecek ve herkes kendi yaşamına dönecek tekrar. O zamana kadar biraz sohbet etmeye ne dersiniz?" - "Siz bizim hakkımızda bilgi sahibisiniz. Biraz da sizi tanısak"der diğerlerine de soran gözlerle aynı düşüncede olup olmadıklarına bakarak. - "Ben sizin neden arka arkaya üç film seyrettiğinizi merak ediyorum. Eleştirmen misiniz, işinizle ilgili bir durum mu bu?" - "Yo hayır, eleştirmen değilim, sadece iyi bir sinema izleyicisiyim. İlk filmi seyrettikten sonra bir film daha seyredebilirim diye düşündüm. O da bitince bir tane daha dedim. Anlayacağınız tam da film seyretme havasındaymışım." - "Peki nasıl filmlerden hoşlanıyorsunuz? Anladığım kadarıyla macera, fantastik ve aşk üçgenine giriyor bizim yer aldığımız filmler." - "Evet doğru. Biraz daha genişletebiliriz tabii. Biyografi, psikoloji, tarih içeren filmleri de ekleyebiliriz bunlara. Mesela sizin filminizden önce dağ tırmanışı yapan doğa gezginlerinin filmini koymuştum dvd' ye ama onları gizlenerek silahla avlayan bir grup ortaya çıkıp da konunun yönü değişince anında izleyemeden çıkardım." - "Tercih edildiğime memnun oldum." - "Seni değil filmi tercih etmiş." dedi gülerek. - "Buna senin de sevinmen gerek, zira şu an burda ben değil de avcılar olsaydı çoktan güme gitmiştin !"
Salondaki iki koltuğa ilk iki filmdeki başrol karakterler oturmuş, kitaplığın yanında da en son filmdeki karakter ayakta duruyordu. İlk filmdeki medyum "Buraya nasıl geldim?" diye sordu. Ardından son film karakteri "Bu kesinlikle FBI' ın işidir" dedi. İkinci filmdeki suikastçı hemen elini beline doğrultup silah aradı ve "Silahımı kim aldı?" diye sordu. Salondaki herkes birbirine soru dolu gözlerle bakıyordu. Ev sahibi olarak işi üstlenmesi gerektiğini hissetti. "Bakın baylar, bu nasıl oldu bilmiyorum ama eminim yorgun gözlerimin bir oyunu olsa gerek. Birazdan ya uyanacağım, ya da gözlerimi kapayıp açınca normale döneceğiz hepimiz." -daha küçük sesle ise- "hoş sizin için normal hayat olabilir mi emin değilim ya.." dedi. İkinci filmdeki ispiyoncu hemen atıldı "Hey bu da ne demek oluyor?" Suikastçi oturduğu yerden ayağa kalkarak "Bir açıklama yapmanız gerek bayan !" dedi hırsla. Medyum ise şaşkınlıkla bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Üç film seyrettim ve bir anda hayat değişti, ne tuhaf. Beyler, sizler birer film karakterisiniz ve bugün arka arkaya üçünüzün yer aldığı filmleri seyrettim. Biliyorum bir gün için çok fazla ama yaptım işte. Ama gerçekten bu ço.." Medyum hemen araya girip lafını kesti. "Nasıl yani, bizler bir senaryo sözleri miyiz sadece? Bir hayatımız olmadığından mı bahsediyorsunuz? Bu biraz saçma değil mi bayan?""Evet saçma, peki ama siz şu anda salonumda bulunmanızı nasıl açıklıyorsunuz?" "Bu kesinlikle FBI komplosu, bana aklımı kaçırtmak istiyorlar!" diye yanıtladı ispiyoncu. "Bu an öncesinde öteki tarafla iletişimde de bulunmamıştım oysa?!" "Yanıtlanacak sorulardan önce sizlere çay ikram etmemi ister misiniz?" diye sordu ve hepsinden olumlu cevapla hemen bir çay masası hazırladı. ...
Perdeleri kapalı olan loş salonda oturduğu yerde gözlerini oğuşturdu uzun uzun. Arka arkaya üç film seyretmişti.
İlkinde ölümün kapısından girip çıkan bir kadın ve öteki dünya bağlantılarını sağlayan medyum, ikincisinde trafik kazası sonucu hafızasını kaybedip, en son doktor kimliğinde ısrar eden bir suikastçı, en sonuncusunda da bir şirkette üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan bir adamın şirketini FBI' a ispiyonlaması ve hastalıklı psikolojisiyle ajanlık yaparken zimmetine para geçirmesi sonucu hapse girmesi konu edinilmişti. Odanın bir yerlerine sanki bu üç filmden karakterler saçılmıştı. Gülümsedi ve gerinerek yerinden kalktı, ayakta vücudunu iyice esnetti. Mutfağa doğru yürüdü. Çay kutusunu açıp makineye, tepeleme bir kaşık çay koydu. Suyu da ekleyip makinenin düğmesine bastı. Çayın yanında mutlaka bir şey yemesi gerekiyordu. Dolapları karıştırınca hiç bir şey kalmamış olduğunu gördü. Gözlerinde birden minik bir ışıltı yandı söndü. Dolaptan buğday ekmeğini çıkardı ve kızartma makinesine yerleştirdi. Labne peyniri ve erik marmeladını da tezgaha koydu. İki tadı bir arada yemekten hoşlanıyordu, ekmekler kızarınca hemen üstüne peyniri ve onun üstüne de marmeladı sürdü. Çayı da fincana servis ettikten sonra minik bir tepsiyle salona doğru yürüdüğünde şaşkınlıktan dona kaldı.
Geliyor yavaş yavaş gözünü sevdiğimin mevsimi, sonbahar... O gelirken ben de kendime geliyorum. Üstümdekileri silkeliyorum ağır ağır. Hani ölü toprağı derler ya, değil.. ağır bir sıcağı derimin üstünden kaldırıyorum ben de yavaş yavaş. Hoşgeliyorsun Sonbahar, hoşgeliyorsun sarı kırmızı yapraklar, rüzgarlar, yağmurlar...
Bir güzellemeyle merhaba !..
Her şeyi süpürebilirsin; Sonbaharı süpüremezsin.
Sen her şeyi süpürebilirsin; Sonbaharı süpüremezsin.
Yalnızsa Sürekli bir sonbaharı Süpürür hep.. Düşünemezsin.