BİR KELİME

28 Şubat 2011 Pazartesi

son mim



İşte yine bir "mim" de daha biraradayız Sayın Okurlar :) Değerli Blog arkadaşım Burcupc' nin (mim ile ilgili yazıya burdan ulaşabilirsiniz) gönderdiği minik soruları yanıtlayayım hemen.

1-Gün içinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey:
Fırına pişmesi için koyduğum malzemenin elektrik kesintisiyle çamura dönmesi (!)

2-Gördüğün zaman eğer almazsan uyuyamam dediğin şey:

Şükür o konuda terbiyeli ve eğitimliyim :) benim olması gerekiyorsa o "şey" günün birinde olur


3-Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey:

  Diyet yapıyorsam öldür allah bozmam

4-Uğurun var mı, uğurun?

Niye iki kez söylüyorsun, yok uğurum muğurum
 

5-Kendine en yakıştırdığın renk:

Beyaz, yeşil, mavi, kırmızı, pembe (bir taneden fazla oldu ama idare edelim lütfen)

6-En sevdiğin takın:

 Kulağımı dolduracak kadar çok küpe ve iri gümüş yüzüklerim

7-Takıntın?

 Vardır elbet ama şimdi aklıma gelmiyor

8-Bavulum çoktan hazır, gitmek istediğim şehir, ülke?

Bavulum ancak Kasım' da hazır olabilir. Gitmek istediğim yer ise Machu Picchu ve İtalya

9-Ben bu şarkıyı duyunca şakırım:

The Cure - Friday i'm in love

(aslında her şarkıda desem ?! :) )
 
10-Solunda ne var?

Rahmetli babamın yaptığı maun dolap, kitaplar, resimler, incik-boncuk (takı malzemeleri), telefon, saat, kurdele kutusu,adsl modem, kalemlik, dolmakalem ve mor mürekkep (sanırım yeter :) ) 


Sevgili Burcupc, teşekkürler...

 




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





27 Şubat 2011 Pazar

pusula






**************



     bir gölge
     takılıp gelir yatağıma.

     geceyarısı uyandırır buz olmuş beden
     ne yapsam ısınmaz kalbim.
     güneşi bekler bir gözüm,
     diğeri kalkmaz uykusundan.

     nereye gitsem yönsüzüm
     yanlışa kurgulu hep pusulam...

     aynı bedeni paylaşır gibi
     bir yabancıyla,
     bedelini ödüyorum
     her gözyaşında.



         s.ö.

 
 






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-

25 Şubat 2011 Cuma

we' ll meet again







We'll meet again, don't know where, don't know when,
But I know we'll meet again, some sunny day.
Keep smiling through, just like you always do,
'Til the blue skies drive the dark clouds far away. 






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





.

24 Şubat 2011 Perşembe

eskilerden (2009)





Geçmiş Zaman Gölgesi


Silik adımlarıyla gelen hayalet,
yürüdü kadının koridorlarında.

 
Kadın adama sıcaklığını,
adamsa kadına heyecanı verdi.

 
Bilinmeyenleri çoğaltarak
bilmecenin noktalarında
birleştiler.


s.ö.





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



not: görsel Google'dan alıntıdır.


.

23 Şubat 2011 Çarşamba

hayal/et





*****************************

Adam bir yazardı, kadınsa ressam. Bir kokteylde tanıştırıldılar. Sohbet eden bir grubun içerisinde, ellerinde içkileriyle karşılıklı  durduklarında adam aklından "bu gece bu kadınlayım" diye geçirdi. Kadın ise; adamın hemen arkasında duran ve  arada gözünün takıldığı diğer adamla ilgiliydi. Bizim yazarın yanılgısı da işte burdan kaynaklanıyordu. Diğer adam tam arkasında durduğundan ve kadının gözleri de hafif şehla olduğundan, bakışlarının kendisinde kitlendiğini sanıyordu.

 Kadının aklından geçirdiği şeyler, onca senenin boşa geçmişliği, yalnızlığı, bir bedene susamışlığı ile eşitlenebilir hafiflikte değildi. Vahşiliği de barındıran bir cazibeyle bakıyordu, yanlış kişinin kendisine baktığını farketmeden. O, bu gece tam da burda kararını pekiştirecek bir eyleme adım atacaktı. 


Yanakları kızardı düşündüklerinden, bardağını bir tepsiye bıraktı ve tuvalete doğru yürüdü. Musluğu açıp suyun soğumasını bekledi biraz, sonra yüzünde ıslattığı mendili gezdirdi yavaşça. Makyözün özel olarak yüzüne yaptığı makyajın bozulmasını istemiyordu. Çantasından ruj ve göz kalemini çıkartıp, minik dokundurmalar yaptı. Aynada kendine baktığında, son fırça darbesini vurduğu tuvalin önündeymiş gibi hissetti, gülümsedi ve "hazırım" deyip dışarı çıktı. 


Kalabalık biraz hafiflemiş gibiydi. Gözleri hemen bakıştığı adamı aradı ama yoktu. "Belki o da benim gibi bir tazelenme için tuvalete gitmiştir" dedi. Epey dolandı, bakındı, bekledi ama yoktu. Canı sıkıldı. Gitmiş olabilir miydi? "Ama nasıl olur" dedi kendi kendine. Onunla saatlerdir bakışmıyorlar mıydı? Yüzündeki ifadenin hayalkırıklığına dönüştüğünü, dudaklarının büzüşmesinden anladı. Hemen toparladı kendini. Gitmeye karar verdi. Dostlarıyla vedalaştı, vestiyere doğru yürürken kolunda belli belirsiz bir dokunuş hissetti. Dönüp baktığında kokteylin başında tanıştırıldığı yazar olduğunu gördü. Minik bir tebessümle "buyrun?" dedi. 


Yazar, onunla tanışmaktan memnun olduğunu ve bir yerlerde bir şey içerek sohbete devam edip edemeyeceğini soruyordu. Bu akşam burda bakıştığı adamın onda uyandırdığı etkiyle boy ölçüşemezdi bu adam ama kendisini böyle hazırladığı bir geceden eli boş olarak da dönmeyi istemediğini farketti. "Memnuniyetle" dedi ve birlikte çıktılar.


Yazar, gecenin başında kadın için bir hayaletten öte değildi. Ama  o, ısrarla kendi hayal ettiği geceye emin adımlarla yürümüştü işte.






{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-





21 Şubat 2011 Pazartesi

bilinmezlik





**************

İskelenin tam ucunda oturup, ayaklarını sarkıttı. Bir ıslık tutturdu gelişigüzel. Sonra yine aynı şarkıyı çalmaya başladığını farketti. Burnunun direği sızladı. Gözleri ıslandı.

Kalktı, kumsal paralelinde yürümeye başladı. Güneş, günü terketmeye hazırlanıyordu. "Kimbilir şimdi nerede?" diye mırıldandı. Eğilip eline bir taş aldı ve acıtmak için birine atarcasına denize fırlattı. Taş bir kaç kez sekti ve geride genişleyen halkalar bırakarak battı.

Bugün de bitmişti işte. Yorgun, hırçın, mutsuz bir kalple her günü sırtında, gözlerinde, ellerinde taşıyarak geçirdiği birgün ve bugün de bitmişti.

Daha kaç günü vardı böyle geçecek, bilmiyordu...





{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-




.

mucize




************************



"Yüzü pencereye dönüktü. Bahçe göz alabildiğine uzanıyor, yeşil çimenlerin bazı yerleri kelleşmiş, üstünde mevsime uygun sarı, turuncu, kırmızı yapraklar yuvarlanıyordu. Ağaçlar rüzgarın her esişinde hoyratlığa dayanamayıp yapraklarını teker teker bırakıveriyorlardı sonsuzluğa ve yeniden dirime.

Bu okul üç nesildir ailesine emanetti. Büyükbabası ile ona içinde kaybolacağı dev bir orman gibi gelen okul bahçesinde gezinirlerken, bir gün kendisinin onun yerine geleceği cümleleriyle büyümüştü. Dedesi ve babasının ardından aldığı görevde; onlar kadar ses getirebileceğinden kuşku duysa da yeniliklere, zamana ayak uyduran yöntemiyle gençlerin ve aynı zamanda sisteme gelenekçi tutumu yumuşak bir şekilde yerleştiren yapısıyla da ailelerin gönlüne yerleşmesini bilmişti.

Zaman öyle hızla akıp gitmişti ki, şairin dediği gibi "yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği" aklına gelmezdi. Şiirin devamındaki gibi "sevgileri yarınlara bırakmamıştı" asla. Çok sevmişti hem dünde, hem bugünde, hem yarında. 

Okula yeni ders yılında gelen genç öğretmenlerdendi. İlk görüşte kalbinin, göğüs kafesini yırtarak ona koşmak istediğini bugün gibi hatırladı. Ortak ilgi alanlarını keşfetmek için farkettirmeden etrafında dolaşıp, en ufak bilgiyi bile kaçırmıyordu. Onun üstüne düşmeden  ama ilgisini de belli edecek tekliflerde bulunuyor, her seferinde "ya kabul etmezse"  endişesini yaşıyordu. Ne kadar uzun gelmişti bu yakınlaşma süresi ona. Sonunda ilk yemek   teklifini ettiğinde, o da yanakları pembe pembe gülümseyerek "evet" demişti.  Sonrasında hislerini yavaşça itiraf etmiş ve onun da bu ilgiye cümleleriyle sıcak baktığını görünce aklını kaçıracağını sanmıştı mutluluktan.


********************

Sıkılmıştı. Aynı tarz öyküleri okumaktan fena halde sıkılmıştı. Göz kapaklarını oğuşturdu. Daha fazla devam edemeyeceğini anlayıp, elindeki dosyanın en son sayfasını açtı:

******************

Bir hayat üzerine yıkıldı adamın. Hem iki gözünden birini, kalbini, ruhunu kaybetmişti, hem de ikisinin mutluluğunun ışığı olan bebeği. O gün; aldığı karardan oldukça emindi ama şimdi tek başına, yaşadığı mutluluğun izlerini fotoğraf karelerinde seyrediyordu. 

Belki hayat, hepimize birşeyleri işaret ediyordu... olanları görmek ve tüm kalbiyle algılamak ise bize kalıyordu."


SON 



*****************
Dosyanın kapağını kapattı. Okuduğu şeyin fazlasıyla duyguları sömürdüğünü düşündü. Yorgundu, dosyayı masaya gelişigüzel bıraktı ve gözlerini oğuşturdu. Merakla sonucu bekliyordu bunu yazan kişi. Artık daha fazla oyalayamayacaktı. Her defasında sekreteriyle muhatap olmaktan sıkılmış bir ses tonuyla konuşmuştu en sonuncusunda. Oysa böyle kaç taslak okuduğunu bilseydi, bu kadar üsteler miydi acaba?

Bu tarz hikayeler çok fazla yazılmıştı. İki aşık, düzgün bir aile yaşantıları var. Herşey tam yolunda gidecekken çiftten biri mutlaka hastalanır ve ölümcüldür durumu. vs vs. Evet anlatımı iyiydi, kelimeleri seçişi, cümleler arasındaki ahenk ama olmazdı işte olmazdı. Yarın ona neler söyleyeceğini düşünmek istedi ama başı çatlayacak kadar ağrıyordu.  Işıkları kapadı ve yatak odasına gidip, kendini uykuya teslim etti.

********************

Geceyarısı diğer odadan gelen sese uyandı. Gözkapakları birbirine yapışmış gibi açılmıyordu sanki. Elleriyle iyice oğuşturdu ve üstüne birşey alarak odaya doğru yürüdü.  Çalışma odasının kapısını kapattığına emindi. İçeri girdi, herşey yerli yerinde gözüküyordu, yolunda olmayan bir şey yok gibiydi. İçinden "beni uyandıran neydi acaba?" diye düşündü, eliyle boşver işareti yaptı ve tam dönüp gidecekken birden masadaki ışıltılı notu farketti. 

Merakla masaya yaklaştı, lambayı yaktı. Yatmadan önce okuduğu dosyanın kabı duruyordu ama içinde kağıtlar yoktu, bomboştu. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı ve üstüne bırakılan notu eline aldı. Bu nesne kağıt gibi de değildi aslında, ipek ve tüy karışımı bir dokusu vardı ve üstünde mürekkep yerine ışıltılar saçan altın tozu kullanılarak yazılmış, uçar gibi duran elyazısı vardı.

***************


"Sayın Bay,
Eşimle yaşadıklarımızı anlamanız için gerçekten aşk duygusunu tüm damar uçlarınızda bir kez hissetmiş olmanız gerekir. Bunu hiç hissetmediğinizi anlamış bulunuyor ve üstünüzde yük olan dosyayı sizden alıyorum."


***************

Senenin sonlarına doğru yayınlanan bu eser, 7 dilde çeviriyle satış rekorları kırdı. 






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


.

19 Şubat 2011 Cumartesi

seyreyle gözüm...




evin ikinci kedisi hanfi

 mösyö evin ilk kedisi olma onuruna erişti


 detay merdiven

 yat limanı bir kesit

 ah bu bahar dalları, deli eder beni

 gölgelerin gücü adına

 karşıdaki adaya ulaşmak ister sahilde terkedilmiş kırmızı tekne

 ah ne zordur bilseniz bir serçe karesi yakalamak.. sürekli zıp zıplar

 havuzdan detay

denize taşım düştü, taşımı isterim !




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: fotoğraflar M©MENT©S arşivindendir.

18 Şubat 2011 Cuma

geldim şu alemi seyreyleyeyim...



********************



Güzellikleri seyretmek ruha iyi geliyor. Özgürlüklerden yanayım ama o anlarda hep "bu kareyi hapsetmeliyim"  diye düşündüğümden makineyi yanımda taşırım tüm ağırlığına rağmen. Tek gözle vizöre bakarken, hep çektiğim en son karenin bir öncekinden daha iyi olduğunu düşünürüm ama değildir. Şubatın 10 undan beri Turgutreis' teydim ve yine elimde makinem. Seyreyleyelim şu alemi birlikte o zaman. Buyrun....

kaktüslerin meyveleri hazırlanıyor, yaza enfes tadta kaktüs inciri olarak satılacaklar.



 Güneşin uyuma vakti gelmiş, yarına kadar beni unutun diyor bulutlar arkasına saklanarak... 






                Turgutreis Yat Limanından kesitler 

 baharlar güneşe aldanıp açmış

          onca yağmurdan sonra her yer yemyeşil
 
 turgutreis' in çok az kalmış siyah kumu             
 oteller sezona var gücüyle hazırlanıyor

        rengarenk boyanmış bir otel

 bir balıkçı barınağı               




minik adaları ve en arkada siluet halinde görünen Kos adasıyla
manzara müthişti.




{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: fotoğraflar M©MENT©S arşivindendir.


9 Şubat 2011 Çarşamba

heidi







Hangi çizgi film karakteri olmak isterdiniz diye bir mim dolaşır dururmuş ortalıkta, bilmiyordum. Taaa ki; sevgili Giz beni mimleyene kadar. Aslında "mim" i uzaktan izlemek hoşuma gidiyor, içine girmek istemiyorum, -dum. Yani böylesine sevimli ve çocukluğumuza (belki de) dayalı bir mim uzantısı ilgimi çekti ve bir kez daha yanıtlamak istedim.


 

Evet ben bir Heidi delisiydim, hala da öyle. Bu yazıyı hazırlarken, ona ait görselleri bulmak için dolandığımda, onun boğazının derinliklerine kadar görüntü verdiği gülüşüyle, minicik kömür parçası gözleriyle, yanında hep "DAĞ" gibi duran dedesiyle görünce yüzüm genişledi. (Gülümsedim demek oluyor bu) Ona benzetirdim kendimi. Tek fark, o dağ kasabasında yaşıyordu, bense şehrin deli kızıydım. Hey gidi günler...

Belki sevenleriniz vardır diye meşhur görüntüyle birlikte müziğini de ekledim.

Teşekkürler sevgili Giz :)







.

8 Şubat 2011 Salı

bir minik bezelye



(David Garrett - O Mio Babbino Caro)

***************************



O gün, konser salonundan en son o çıktı. Gözü gibi sevdiği enstrümanını bile yanına almadı. Konser şaşaasını taşıyan elbisesinden kurtulup, sade giysileriyle kendini dışarı attı. Kapıdaki görevli arabasını getirtebileceğini söylüyordu ki, elini gerek yok der gibi kaldırdı ve hızla çıktı. 


Hava, sabaha nazaran oldukça serinlemişti. Yakalarını kaldırdı, içine derince çektiği nefesini bırakırken bir duman çıktı ağzından. "Sigaramın dumanına sarsam....." diye mırıldandı önce, "nefesimin sıcağına sarsam" diye değiştirdi sonra sözcükleri. Nereye kadar gideceğini bilmiyordu ama Harbiye' den Taksim' e giden yol üzerinde buldu bedenini. Bütün gün bu anı beklemişti. Kendiyle kalacağı anı. Aslında artık sadece kendisi yoktu. Bundan sonrasında ne yapacağını iyice düşünmesi gerekiyordu belki.


Belki de hiç bir şey olmamış gibi gidip herşeyi temizlemek, sıfırlamak. Korkuyordu. Günlerdir ne olduğunu anlayamadığı bir yorgunluk içindeydi. Ne kadar çok uyusa, bir o kadar daha uyuyabileceğini farkediyordu. Herkes bir şey öneriyordu, uygulasa da sonuç aynıydı. Şu konserin provalarını nasıl çıkarttığına hala şaşırıyordu. Sırf bir aksilik olmasın diye konser günü, salona yakın oturan bir arkadaşında kalmıştı. 


Çok fazla yemeye başlamıştı ayrıca. Bir aşk acısından sonra mutlaka buzdolabı en iyi arkadaşı olurmuş ya insanın, o hesap, o da sürekli dolaptan bir şeyler taşıyordu gömüldüğü koltuğa. Konserden haftalar önce ziyarete gittiği arkadaşı, şaşkınlıkla ağzı açık izlemişti, onun yatana kadar sürekli birşeyler yemesini. "Bak sana söylüyorum, bu gidişle 100 kilo olacaksın, taşımak için enstrümanına değil, sana yardımcı olacaklar, söylemedi deme" demişti işaret parmağını yüzüne doğru sallayarak.


İşte bu da elinde değildi. Tamam farkındaydı ama sürekli dipsiz bir kuyuya atar gibiydi yiyecekleri sanki, fazla değil 15-20 dakika sonra midesinde açlık hissi meydana geliyordu. Tüm bunların bir depresyonu işaret ettiğini düşünüp, konserden sonra bir psikiyatristle görüşmeye karar vermişti zaten. Evet farkındaydı, onca sevdiği enstrümanından bile haz alamadığının, en sevdiği Vivaldi, Schubert eserlerinde bile vücudunun uykuya teslim olduğunun, sabah kalkar kalkmaz ilk iş müzik kutusunu açmak yerine hemen mutfağa koşup ağzına bir şeyler tıkıştırdığının.


Hiç tahmin edemediği bir şey vardı. Bütün bu konser koşturmacaları sırasında aylık periyodunun aksadığını farketmedi. Herşey öyle yoğundu ki; elbise provalarından, konser provalarına koşturması, tüm bunların üstüne sevgilisinin ilişkiyi bir süre dondurmaktan bahsetmesi allak bullak etmişti onu. Konuşmaya bile fırsat bulamadan, gelen bir teklifi değerlendiren sevgilisi, uçağa atladığı gibi uzaklara gitmişti. Ne ağlayacak vakti oldu, ne de kederlenecek, dert yanacak. Tüm bu yaşadıklarını ise bedeninin bir isyanı olarak değerlendirmişti.


Konserden bir gün önce minik ajandasında, gözleri tarihe takıldığında bütün vücudu donup kalmıştı. Herşeyin stresten olabileceğini düşündü ve bu düşünce onu kısa süreli de olsa rahatlattı. Ama bunu kesin öğrenmenin bir kaç yolu vardı. Eczaneye gitmek ya da bir laboratuvara uğramak. Konserde bu düşüncelere odaklanmamak ve net sonuca ulaşmak için laboratuvara gitmeye karar verdi. 


Prova arasında telefon ettiğinde sonucu öğrendi. İçinde bir başka canlıyı taşıyordu. Hiç bir şey hissedemedi. "İçimde büyüyen bir canlı var" dedi şaşkınlıkla. Prova boyunca aklı notalarla bu mesaj arasında gidip geldi.


Konser bitiminde, yaşadığı gerilime daha fazla dayanamayarak halsiz düşen bedenini alıp hemen kendini sokaklara attı. İşte şimdi herşeyi biliyordu ve tek başınaydı. Bir bezelye kadar canlıyla birlikte, sokaklarda yürüyordu. Karmakarışık duygular sardı yüreğini. "Sevdiğin birinden ve senden bir parça taşıyorsun" dedi. "İyi ama niye korkuyorum? Her yemek yediğimde onun daha da büyüdüğünü düşünüp,  sanki içimde büyüyen bir canavarmış gibi korkuya kapılıyorum?" Gözleri doldu. "Yalnızsın, bu kocaman duyguyu tek başına yaşıyorsun, belki o yüzden" dedi ve gözyaşları akmaya başladı. İçinde onun yediklerini ondan önce tüketen bir canlıyı düşünmek, yalnız olmak, tek başına birinin sorumluluğunu üstlenmek, sürekli yorgun olmak, ona destek verecek, heyecanlarını, ağrılarını, korkularını paylaşacak birinin olmaması bu tabloyu daha da karartıyordu. Yürüdüğü yollarda kaldırımlar gözyaşlarıyla ıslandı. 


Taksim meydanında büfelerin önüne geldiğinde midesi kazınıyordu artık. Onu içeri buyur eden garsonun yüzüne neden şaşkınlıkla baktığını anlaması için aynaya bakması yeterli oldu. Gözündeki bütün boyalar akmış ve nerdeyse bir palyaço makyajı havasına bürünmüştü yüzü. Haline gülmeye başladı, eline bir mendil alıp silerken, garsona 3 ıslak hamburger, bir sosisli, bir dönerli-kaşarlı dürümle, bir ayran ve bir limonata siparişini de çoktan vermişti.







{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-


6 Şubat 2011 Pazar

yüzünü dökme küçük kız









{ಠ,ಠ}

|)__) 
-”-”-





not: eh şimdilik bu kadar yeter sanırım (!)

yağmur









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: başkaca da tanınmış şarkısı yok galiba diyen arkadaşa...

bu su hiç durmaz








{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: başkaca da tanınmış şarkısı yok galiba diyen arkadaşa...

çoktular ama hiç yoktular








{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: başkaca da tanınmış şarkısı yok galiba diyen arkadaşa...

if you go away




*******************









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


not: fotoğraf M©MENT©arşivindendir.