31 Mart 2017 Cuma

Beklenmedik




Penceredeki perde hafiften kımıldadı önce, sonra açısı biraz daha genişledi, bir kuşun kanatlanıvermesi gibi iyice havalandı. Odayı dolduran serinlik üşümesine neden oldu. Ürperen kollarını sıvazlayarak kalktı, pencereyi kapattıktan sonra odasına gidip, giysi dolabından bir şal aldı, sarındı.

"Hazır ayaktayken, bir de çay suyu koyayım" deyip, mutfağa doğru yürüdü. Işığı açmadan önce mutfak penceresinde bir karaltı görür gibi oldu. Eli, ışığı açmak için hareketlendiğinde, karaltı da birden yok oldu. Ama bu korkulu heyecan, onun sandalyeye yığılmasına yetti. Sakinleştikten sonra "niye abarttım ki şimdi?" dedi zoraki gülümseyerek. 

Annesi öleli 3 sene olmuştu. Yalnızlığa gün geçtikçe alışıyor ama özlem dinmiyordu bir türlü. Yalnızlığın ilk zamanlarını hatırlayınca ürperdi. Evde bir ses olmasına o kadar alışmıştı ki, birden derin bir sessiz kuyu içine düşmüş gibi hissetmiş, evin tüm odalarına düşük volümde çalan radyolar yerleştirmişti. Bu huyundan bir yıl sonra vazgeçmiş ve sonunda alışıvermişti işte. Hatta sonrasında duvar saatinin tiktak sesi sinirini bozduğundan bir antikacıya üç kuruşa satıvermişti.

"İnsan nelere alışmıyor ki" deyip, annesinden önce kaybettiği bir sürü insanı hatırladı. O ve üç kardeşi küçükken, erken veda eden babasını, oğullarının gidişine dayanamayıp beş gün arayla vefat eden büyükbaba ve büyükannesini, maceracı teyzesinin eşiyle birlikte çıktığı yarı dünya turunda teknelerinin fırtınada batışını ve kurtulamayışlarını, en yakın arkadaşını kanserden, amcasını başka bir ülkedeyken meydana gelen depremin ardından oluşan tsunami felaketinde, en küçük kardeşini diploma kutlamasından dönerken trafik kazasında kaybedişini hatırlayınca bu sefer içi acıdan ürperdi ve battaniyeyi oturduğu yerde üstüne aldı. Ocağa koyduğu çaydanlıktan kaynama sesleri geliyordu. "Evet sıcak bir çay çok iyi gelecek" dedi ve mutfağa yürüdü. 

Kapıdan girdiğinde pencereye gözü takıldı. Son anda yine bir hareket olduğunu farketti bahçe tarafında. Işığı açmadan pencere önüne gitti ve tüm bahçeyi taradı gözüyle. Endişesi artmaya başladı. "Şimdi çayla uğraşamayacağım" deyip ocağı kapattı ve salonda duran telefonu eline alıp numaraları çevirmeye başladı.

Tam o esnada kapı çaldı. Endişeli bir şekilde "kim o?" diye seslendi. 

Gelen, bir sokak arkada oturan komşusuydu. Evinin önünden geçerken birinin kapıda olduğunu görüp ilgilenmiş ve nasıl yardımcı olacağını sormuş. "Tuhaf görünüşlü bir adamdı" diyerek, kendisine iletmek üzere verdiği zarfı uzattı.

Teşekkür edip kapıyı kapattı ve elindeki zarfa merakla bakarak yürüdü. Zarfı açtığında içinden tek satır yazılı bir kağıt çıktı. 

"Benden korkma, ben seninleyim."

Öylece kalakaldı. Geçen gün mutfak camından gördüğü karaltı mıydı acaba bu notu gönderen? Benden korkma dediğine göre öyle olması muhtemel. Ama korkulacak bir yanı yoksa neden karanlıkta camlardan içeri bakıyor? Nasıl bir iyiniyet saklı olabilir bu davranışında?

Sorular arka arkaya sıralanıyordu. Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. En azından onu korkutan durumun ne olduğu ortaya çıkmıştı ve korkmamasını söylüyordu. Bekleyip görecekti, başka çaresi yoktu. Herhalde bu nottan sonra karşısına çıkıp, ne istediğini söyleyecekti ona. Kim olduğunu çok merak ediyordu. Gerilmiş, meraklanmış ama bir o kadar da rahatlamıştı. Şimdi gerçekten bir fincan çay iyi gelecekti ona. Kalktı mutfağa gitti, ışığı yaktı ve küçük yemek masasında oturan adamı farketti. Bir çığlık attı, o esnada adam "lütfen korkma" dedi güçlü bir sesle. Kalbi deli gibi atıyordu. Biraz önce salonda gevşemiş olan bedeni, bıraksalar tespih böceği gibi kıvrılıp kapanacak duruma gelmişti.

Adam oldukça sevecen bakıyordu ve "lütfen korkma" demeyi sürdürüyordu. Elini kalbine koydu, nefesini düzenlemeye çalışırken "kimsiniz siz?" diyebildi yavaşça. "Ben sen' im, iç sesinim, endişelerinim, korkularınım" dedi. "Buna inanmamı güçleştiren durumun farkında mısınız?" diyebildi.
"Bu durum hangi koşulda kabul edilebilir olurdu ki sizce?"
"Hiç bir koşulda"
Adam, gördünüz mü haklıyım der gibi yüzünde hafif bir gülümsemeyle baktı, "Amacımın sizi korkutmak olmadığını anladınız biraz önce salondayken, anlaşılabilir, kabul edilebilir, algılanabilir -her neyse- bir durum olmadığının farkındayım ancak son zamanlarda sanki gelmemi istediniz diye algıladım."
"Nasıl? Nasıl istedim?"
"Sanki kendi kabuğunuza çekildiniz, hayat size beklediğiniz hiç bir şeyi vermemiş ve siz ona kırılmışsınız gibi bir el etek çekme durumu oluştu gözlemlediğim."
Kadın küçümseyici bir bakışla, "O zaman yaşadıklarımı size anlatmama gerek yok, nasılsa her şeyi biliyorsunuz. Her bir acıyı tek tek!" dedi.
"Elbette, unutmayın herkese taşıyabileceği kadar yük verilir. Yaşamdaki hangi acı, bir diğerinden daha az olabilir ki? Herkes yaşadığı acı etrafında yoğunlaşır, merkezi o olur ve müsade edilirse, bir süre sonra ele geçirir kişiyi. Merkez siz olmadınız hiç bir zaman, etrafınızda örgülendi herşey ve siz de izin verdiniz."
"Ne söylüyorsunuz? Nerdeyse bütün bunları ben yarattım diyeceksiniz?!" diye haykırdı kadın.
"Sadece, siz gerçek bir duygu, size ait bir acı yaşamadınız bugüne kadar diyorum"
"Yaşadıklarımın hiçe sayılması onurumu kırıyor ve kızdırıyor beni hatta. Ne söylemek istiyorsunuz? Söyleyin dolandırmayın lafı !"
"Kalbiniz diyorum, aşk diyorum. Merkezi siz olan bir durum diyorum."
"Gecenin bu vakti benim duygusal durumum ile ilgili konuşmak için geldiğinize inanamıyorum."
"İnanın"
"Neden peki?"
"Çünkü bir süredir dediğim gibi görünmez olmayı seçtiniz, kabuğunuz olsa nerdeyse onun içine kaçacaksınız."
"Ne olmasını istiyorsunuz?"
"Sizi biraz hareketlendireceğiz. Yarın sabahtan itibaren hayatınıza bir renk gelecek."
"Ne diyorsunuz?"
"Kalbinizin nasıl çalıştığını öğreneceksiniz. Diğer uzuvlarınız işlevlerini yaptılar ama pas tutmak üzere olan bir kalbiniz var ve yaşamınız sona ermeden mutlaka bu eksik kalan noktaya da dokunacağız."
"Yani durduk yerde bir aşk mı yaşayacağım, güldürmeyin beni"
"Bana sakın yaştan dem vurmayın ! Bu kalp her yaş için yaratıldı hanımefendi."

Kadın yüzünde alaycı gülümseyişle, bu deli saçması konuşmaların son bulmasını isteyen bir el hareketiyle yerinden kalkmaktayken, adam ayağa kalkıp sanki eliyle tepeden bastırıyormuş gibi tekrar oturmasını sağladı.
"Siz.."
"Hanımefendi şimdi beni dinlemek zorundasınız!. Siz, üstünüze ölü toprağı serperek bir şeyleri çağırıyor olabilirsiniz ama ne yazık ki sizin sıranız gelmedi öbür dünya için. Bu yüzden duruma el koyduk ve yarından itibaren hayatınızda epey bir şey değişime uğrayacak. Bu akşam son kez emanet acılarınızla konuşun, vedalaşın. Bundan sonra herşey size ait olacak ve etrafınızda gelişecek."

Kadın hayretle adama bakarken o, "Çok iyi gizlemişsiniz ama siz güzel bir kadınsınız, şimdi bunu görecek birileri olacak sadece. Güzel şeyler yaşamak hakkınız." deyip göz kırptı ve mutfak kapısından bahçeye yürüyüp kayboldu.









{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






not: kullanılan gif Google görsellerden alıntıdır.



29 Mart 2017 Çarşamba

Bir gezi









Selçuk' a doğru yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Hava yağmurlu olacağını, bulutlarla ve rüzgarla ilan ediyor ama biz de bu yoldan dönmeyeceğimizi.

Meryem Ana ve Efes antik şehrine giden yolda değişikliler yapılmış. (Buraya en son 1998 de geldiğim düşünülürse, aradan epey yıl geçmiş.) Bariyerler, tümsekler gelenleri yavaşlatıp durdurmak ve kimlik sorgulaması yapan jandarmaya yardımcı olmak için. Ancak hem aşağıda, hem de yukarı çıkıldığında kimlik denetimi gereksiz geldi. Sonrasında Meryem Ana' ya giderken sadece cüzdan ve telefonlarımızı yanımıza alabileceğimizi, kesinlikle çanta alınmamasını ikaz ettiler ve araçları otoparka bırakıp ziyaret yerine yürümemiz gerektiğini. Bu kadar sıkı tedbirlere karşın, üstümüzün aranmaması, buraya herhangi kötü amaçla gelebilecek birinin cebine, montuna bir yere herhangi bir madde koyup geçebileceği ve tüm bunların sadece göz boyamaktan öte bir olay olmadığını düşündürttü.

Önce Yedi Uyurlar' ı ziyaret ettik. Aşağıda wikipedia' dan aldığım bilgileri aktardım.

"Efsâneye göre Decius (Dakyus) zamanında yedi veyâ sekiz Hristiyan genç devrin putperest inançlarına kurban edilmekten korkarak yaşadıkları yerin yakınlarındaki bir mağaraya sığınırlar ve üzerleri kapatılır. Orada mucizevî bir uykuya dalarlar. Bu kişilerin adları, bir rivâyete göre Maximilian, Iamblicus, Martinian, John, Dionysius, Exacustodianus ve Antoninus'tu. Başka kaynaklarda başka isimler rivâyet edilir. Bu mağaraya gelen askerler şaşkınlık içinde geri dönerler. Bunun üzerine komutanları mağara girişinin taş ve harçla kapatılmasını emreder. Burada "Yedi Kâfir’in ölüme terkedildiklerini" bildiren bir levhâ bırakarak giderler.

Hristiyanlar tarafından kabul edilen hikâyedeki mağara Selçuk ilçesindeki Efes antik şehrinin yakınlarındaki Panayır Dağı eteklerinde bulunmaktadır. Bu mağaranın üstüne bir kilise yapılmış hali 1927-1928 yılları arasındaki bir kazıda ortaya çıkarıldı, kazıda 5. ve 6. yüzyıla ait mezarlar bulundu. Yedi Uyurlara ithaf edilmiş yazıtlar hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında bulunmaktadır.Yedi Uyurlar'ın üzeri kapatıldıktan yaklaşık 184, 200, veyâ 230 sene sonra mağaranın yer aldığı arsanın maliki, işçileriyle birlikte mağara girişini açar ve Yedi Uyurlar ile karşılaşırlar. Iamblicus, şehre ekmek almaya gider ve Meryem oğlu İsa'nın adının şehirde serbestçe anıldığını farkeder. Decius (Dakyus) zamanından kalma paralarla alışveriş yapmaya çalışır. Psikopos'un karşısına çıkarılırlar. Hikâyelerini dinleyen piskopos bunun bir mûcize olduğunu dile getirir."




mezar

mezar

mağara oyukları

mezarlar

geniş açı görünüm

doğa
İncir ağaçları tomurcuklanmaya başlamış. "Yedi uyurlar" haricinde herşey bir uyanışta. 


yol üzerinde heykel

İsa' nın doğumunu anlatan figür

eve giriş yolunda heykel

eve giriş

dua

heykel



meryem anada mum dikmek ile ilgili görsel sonucu
dilek mumları
(sadece bu foto google görsellerden alıntıdır.)







{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: fotoğraflar ​M©MENT©S​ arşivindendir.​
     Meryem Ana evi ile ilgili bilgi için tık.



27 Mart 2017 Pazartesi

Perdelere takılan karakterler 4







- "Seyrettiğiniz filmleri nasıl buldunuz, siz de nasıl bir etki bıraktı?"
- "Sonunda film karakterleri olduğunuz konusunda hemfikiriz anlaşılan" dedi gülerek ve devam etti. "Sizin filminizden oldukça etkilendim. Kurgusu ve anlatımı güzel bir senaryo, görüntülerle de çok iyi desteklenmişti."

Derin bir nefes aldı.

- "Ölüm, sonu gözükmeyen boşluk, derin bir uçurum gibi. Bu da, hayatı oldukça somut yaşayan biz insanlar için korkutucu. Aynı zamanda bizim gerçeğimiz. Sonunda yüz yüze geleceğimiz parçamız. Bu tür yüzleştirme filmlerini seviyorum. Bu arada başka dünyalarla bağlantı kurabilenlerin, bu duyguyla tanışmak için güzel bir hediye olduğunu düşündüm, bu filmden sonra."
"İçinizde ölümle burun buruna yaşayan bir tek ben varım sanırım."
"Elinde silahla bu cümleyi sarf etmek pek komik oluyor."
"Eline silah almakla ölümü uzağında tutmuş olmuyorsun. Ölüm şu salonda otururken bile gelip seni bulur. Yediğin şey yanlış boruya girer, hık der gidersin."
"İlk bağlantıda içine girdiğim sis tabakası ürpertmişti beni. Uzanan bir sürü el, kendisini seslendirmemi isteyen bir sürü hayat vardı. Bir çok kişiye aracı oldum. Kafasındaki soru işaretlerini sanki bir perde arkasındaymışlar gibi birbirlerine ilettim. Ama hala bilmiyorum orda olmanın nasıl bir duygu olduğunu ya da ordaki yaşam kurallarını. Öğrenmek için bir çabam da olmadı. Bir ara kendimi ucube gibi hissetsem de, sonradan ölenleriyle minik bir diyalog yaşayan insanların, kalp hafifliğinin yüzlerine yansımasını izleyince bunun değerli bir hediye olduğuna karar verdim, çünkü bu sayede hayatımın en değerli hediyesiyle tanıştım."
- "Evet, film boyunca ikinizin arasında görünmez bir köprünün varlığı hissediliyordu. Güzel bir sondu."
"Peki ya benim bulunduğum film?"
- "Başta çok düzgün bir karakter sergilediniz, iyi bir aile babası, iyi bir yönetici. Bir kaç adım sonra ufak ufak yalanlarınız çıkmaya başladı. Hepsini harika bir şekilde sıralamanız, biraz da aşinası olduğum psikiyatrik rahatsızlığı anımsattı ki zaten sonrasında böyle olduğu ortaya çıktı."
"Ama yine de hapsi boylamaktan kurtulamadım."
- "İnce hesaplar bile Bağdat' tan döner."
"Anlamadım?" 
- "Bir deyim sadece."

Sessizlik oldu ve suikastçı kendisi hakkında yorum beklediğini belirten bir ifadeyle baktı.

- "Sizin filmin konusu da çok ilginçti. Filmin yönünü bir anda değiştiren bir senaryoydu. Doktor olduğunuza o kadar inandırdınız ki, bunun nasıl bir komplo olduğunu çözemedim, ta ki geçirdiğiniz kazayla kısa bir hafıza kaybı yaşadıktan sonra, görevi devralan başka bir suikastçıyla karşılaşınca. Kaç hayat taşımışsınız üstünüzde, hepsi ortaya serilince siz de şaşırdınız, işte o sahne çok ilginçti."
"Bir ara ben de aklımı kaçırıyorum sandım. Aksiyonu bol filmdi. İzlemeyi bırakırsınız sanıyordum."
- "Cidden bir gün için fazla sayılırdı belki üç film ama hepsi de iyi seçimlerdi." dedi gülerek.

Pencereye doğru bakıp, "Salonu biraz havalandırayım, hem perdeler de kapalı kalmış" dedi ve eli perdelere uzanıp da kenara çekince salonu bir aydınlık kapladı. Dışarda yağmur yağdığını görünce şaşırdı, camları açıp dışardaki yağmur ve toprak kokusunu içine çekti. "Onca saattir kapalı perdeler ardında hiç bir şeyin farkında değildim. Ama bu oksijen hepimize iyi gelecek değil mi beyler?" dedi ve salona döndüğünde hiç kimsenin olmadığını görünce şaşırdı. Evin her yerini dolaştı ama tamamen yalnızdı. "Neydi bu şimdi?" diye sordu kendi kendine. 

Birden değerli sanatçı Münir Özkul' un meşhur tiradını hatırladı. Herkes gittikten sonra repliklerin, şarkı sözlerinin, diyalogların, fısıltıların perdelerin bir yerlerine takılması ve gün ağarınca "Perdeee!" sözcüğüyle hepsinin kaçışmasını. Gülümsedi ve pencereden ince ince yağan yağmura bakıp "Perde!" diye bağırdı.




bitti





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-


(Görsel yüksek ökçe' den)

26 Mart 2017 Pazar

Perdelere takılan karakterler 3






- "Neden burda olduğunuzla ilgili bir fikriniz var mı?"
- "FBI' daki bazı adamlar bana kızmış olabilir."
- "Yani?"
"Bir komplo belki.."
- "Nasıl?"
"Belki şu anda bu çayla beni zehirlemektesiniz.."
"Ne saçmalık?"
"Hiç de değil! Düşünsene nerde olduğumu bilmiyorum, hiç tanımadığım üç kişi ile birlikteyim ve şu anda donatılmış bir masadayım. Kolay bir operasyon."
"Kimbilir belki de senin işini ben bitireceğim!"
"Ne!? Ne diyorsun sen?"
"Neden burda olduğumla ilgili hiç bir fikrim yoktu ama sen konuştukça belki de FBI seni ortadan kaldırmam için beni tuttu diye düşünüyorum."
"Peki ben? Sen onu öldüreceksin, ben de o öldükten sonra anlamsız bir iletişim mi sağlayacağım öbür dünyayla!?" dedi gülerek. 

Şaşkınlıkla dolu bir sessizlik ortalığı kapladı.

- "Elbet bu çözümlenecek ve herkes kendi yaşamına dönecek tekrar. O zamana kadar biraz sohbet etmeye ne dersiniz?"
"Siz bizim hakkımızda bilgi sahibisiniz. Biraz da sizi tanısak" der diğerlerine de soran gözlerle aynı düşüncede olup olmadıklarına bakarak.
"Ben sizin neden arka arkaya üç film seyrettiğinizi merak ediyorum. Eleştirmen misiniz, işinizle ilgili bir durum mu bu?"
- "Yo hayır, eleştirmen değilim, sadece iyi bir sinema izleyicisiyim. İlk filmi seyrettikten sonra bir film daha seyredebilirim diye düşündüm. O da bitince bir tane daha dedim. Anlayacağınız tam da film seyretme havasındaymışım."
"Peki nasıl filmlerden hoşlanıyorsunuz? Anladığım kadarıyla macera, fantastik ve aşk üçgenine giriyor bizim yer aldığımız filmler."
- "Evet doğru. Biraz daha genişletebiliriz tabii. Biyografi, psikoloji, tarih içeren filmleri de ekleyebiliriz bunlara. Mesela sizin filminizden önce dağ tırmanışı yapan doğa gezginlerinin filmini koymuştum dvd' ye ama onları gizlenerek silahla avlayan bir grup ortaya çıkıp da konunun yönü değişince anında izleyemeden çıkardım."
"Tercih edildiğime memnun oldum."
"Seni değil filmi tercih etmiş." dedi gülerek.
"Buna senin de sevinmen gerek, zira şu an burda ben değil de avcılar olsaydı çoktan güme gitmiştin !"


...

(devam edecek)


{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-



(Görsel, yüksek ökçe' den)
(*) Tekrar yayın


25 Mart 2017 Cumartesi

Perdelere takılan karakterler 2








Salondaki iki koltuğa ilk iki filmdeki başrol karakterler oturmuş, kitaplığın yanında da en son filmdeki karakter ayakta duruyordu. İlk filmdeki medyum "Buraya nasıl geldim?" diye sordu. Ardından son film karakteri "Bu kesinlikle FBI' ın işidir" dedi. İkinci filmdeki suikastçı hemen elini beline doğrultup silah aradı ve "Silahımı kim aldı?" diye sordu. 

Salondaki herkes birbirine soru dolu gözlerle bakıyordu. Ev sahibi olarak işi üstlenmesi gerektiğini hissetti. "Bakın baylar, bu nasıl oldu bilmiyorum ama eminim yorgun gözlerimin bir oyunu olsa gerek. Birazdan ya uyanacağım, ya da gözlerimi kapayıp açınca normale döneceğiz hepimiz." 
-daha küçük sesle ise- "hoş sizin için normal hayat olabilir mi emin değilim ya.." dedi.

İkinci filmdeki ispiyoncu hemen atıldı "Hey bu da ne demek oluyor?" Suikastçi oturduğu yerden ayağa kalkarak "Bir açıklama yapmanız gerek bayan !" dedi hırsla. Medyum ise şaşkınlıkla bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. 

"Üç film seyrettim ve bir anda hayat değişti, ne tuhaf. Beyler, sizler birer film karakterisiniz ve bugün arka arkaya üçünüzün yer aldığı filmleri seyrettim. Biliyorum bir gün için çok fazla ama yaptım işte. Ama gerçekten bu ço.." Medyum hemen araya girip lafını kesti. "Nasıl yani, bizler bir senaryo sözleri miyiz sadece? Bir hayatımız olmadığından mı bahsediyorsunuz? Bu biraz saçma değil mi bayan?" "Evet saçma, peki ama siz şu anda salonumda bulunmanızı nasıl açıklıyorsunuz?" "Bu kesinlikle FBI komplosu, bana aklımı kaçırtmak istiyorlar!" diye yanıtladı ispiyoncu. "Bu an öncesinde öteki tarafla iletişimde de bulunmamıştım oysa?!"
"Yanıtlanacak sorulardan önce sizlere çay ikram etmemi ister misiniz?" diye sordu ve hepsinden olumlu cevapla hemen bir çay masası hazırladı.


...


(devam edecek)



{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




(Görsel Google' dan alıntıdır.)
(*) Tekrar yayın


24 Mart 2017 Cuma

Perdelere takılan karakterler (*)







Perdeleri kapalı olan loş salonda oturduğu yerde gözlerini oğuşturdu uzun uzun. Arka arkaya üç film seyretmişti. 

İlkinde ölümün kapısından girip çıkan bir kadın ve öteki dünya bağlantılarını sağlayan medyum, ikincisinde trafik kazası sonucu hafızasını kaybedip, en son doktor  kimliğinde ısrar eden bir suikastçı, en sonuncusunda da bir şirkette üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan bir adamın şirketini FBI' a ispiyonlaması ve hastalıklı psikolojisiyle ajanlık yaparken zimmetine para geçirmesi sonucu hapse girmesi konu edinilmişti.

Odanın bir yerlerine sanki bu üç filmden karakterler saçılmıştı. Gülümsedi ve gerinerek yerinden kalktı, ayakta vücudunu iyice esnetti. Mutfağa doğru yürüdü. Çay kutusunu açıp makineye, tepeleme bir kaşık çay koydu. Suyu da ekleyip makinenin düğmesine bastı. Çayın yanında mutlaka bir şey yemesi gerekiyordu. Dolapları karıştırınca hiç bir şey kalmamış olduğunu gördü. Gözlerinde birden minik bir ışıltı yandı söndü. Dolaptan buğday ekmeğini çıkardı ve kızartma makinesine yerleştirdi. Labne peyniri ve erik marmeladını da tezgaha koydu. İki tadı bir arada yemekten hoşlanıyordu, ekmekler kızarınca hemen üstüne peyniri ve onun üstüne de marmeladı sürdü. Çayı da fincana servis ettikten sonra minik bir tepsiyle salona doğru yürüdüğünde şaşkınlıktan dona kaldı. 


...


(devam edecek)


{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-






(Görsel Google' dan alıntıdır.)
(*) Tekrar yayın


22 Mart 2017 Çarşamba

baştan ayağa bahar ✿⊱╮





Bugün baharın müjdecisi kuşlar eşliğinde, tabiatın uyanışını fotoğrafladım yürüyüşümde. Döndüğümde onları bilgisayara eklerken, bazı programlarla üstünde oynadım. 


normal

suluboya efekti

hdr

normal çekim
net odak

balık gözü
normal çekim


seçilmiş alan renkli


Bahar Şiiri

Bu sabah mutluluğa aç pencereni,
Bir güzel arın dünkü kederinden,
Bahar geldi, bahar geldi güneşin doğduğu yerden.
Çocuğum uzat ellerini.
.....

Ataol Behramoğlu





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: fotoğraflar ​M©MENT©S​ arşivindendir.​

MOMENTOS

20 Mart 2017 Pazartesi

karahindiba (*)






karahindiba


Elinde diş fırçasıyla pencerenin önüne yürüdü. Dişini fırçalarken gayri ihtiyari yaptığı bir şeydi bu. Bomboş gözlerle dışarıyı kolaçan etti. Kimi zaman hızlı hızlı, kimi zaman duraksayarak fırçayı ağzının içinde dolaştırıyordu. Sokakta asfaltın üstünde bir karga ile bir kediyi çekişirken görünce bütün dikkatini onlara verdi. Uzaktan pek anlayamadığı bir şeyi çekiştiriyordu ikisi de. Karga gagasına olanca gücünü aktarmış ve kediye dikleniyordu. Kedi ise bir yandan dişleriyle, bir yandan pençesiyle iyice asılmış görünüyordu nesneye. Boş bir ana denk gelse kargayı pençesiyle halledebilecek irilikteydi kedi, öte yandan karganın gözü pekliği, sokakta nice savaşı kaybetmiş kediye fazla geliyor, kendini çok da ateşe atmak istemiyordu besbelli.

Çevreden bir kaç insan da durumu görmüş ve müdahale etmeden galibiyeti kedinin mi karganın mı alacağı yönünde bahislere tutuşmuşlardı bile. Tam o anda sokağın köşesinden ambulans sirenlerini çalarak dönünce,  konsantrasyonu bozulan iki hayvan da sıkı sıkı tutundukları şeyi bırakarak, kaçıştılar. İnsanların ilgisi de ambulansa yöneldi doğal olarak. İki metre sonra duran ambulanstan inen görevliler hemen karşı binaya girdiler. Pencerenin önünde hemen karşı binadaki daireleri taradı gözüyle. Altıncı katta yalnız yaşayan yaşlı bir kadın vardı. Bir kaç kez sokakta, markette karşılaşmış, bir kaç kez de pencerede o çiçeklerine su verirken selâmlaşmışlardı. Onun dairesinde bir hareketlilik olduğunu farketti, "Umarım onu yeniden görebilirim" dedi bir umutla.

Pencerenin önünden banyoya doğru yürüdüğünde ne sokaktaki karga ve kedinin savaşı, ne de ambulans vardı aklında. Hazırlandı ve yarım günlük işine doğru yola koyuldu.

Akşam eve dönerken marketteki orta yaşlı adamın kendisini çağırdığını gördü. Yanına gittiğinde adam, "Bayan Sapienza bugün hastahaneye kaldırıldı" dedi heyecanla. Birden sabaha döndü ve olayları hatırlayarak "Ah evet işe gitmek için hazırlanıyordum, ambulansı gördüm" dedi. "Ambulansa bindirilirken yanındaydım, bana dairenin anahtarını size vermemi ve pencere önündeki çiçeği o gelene kadar evinize almanızı istediğini söyledi" dedi ve anahtarı uzattı. Şaşırarak, "Bana verilmesini istediğinden emin misiniz?" diye sordu. Adam olanca ciddiyetiyle anahtarı bir kez daha uzatarak "Elbette eminim. Sizin de pencerede çiçeğiniz varmış hatta, -o daha iyi bakar- dedi" Elini uzatıp anahtarı aldı ve karşı apartmana yürürken yaşlı kadının neden böyle bir şey söylediğine manâ veremediğini düşündü. Dairenin içi oldukça eski kokan eşyalarla doluydu. Antika bir büfe, vazolar, likör ve şarap kadehleri, ince porselen fincanlar, karşılıklı iki berger koltuk ve ortasında sehpa, üzerinde kapaklı bir şekerlik, gül dallarıyla bezeli perdeler, tahta ayaklı bir abajur ve sehpaların üstünde siyah beyaz fotoğraflı çerçeveler.

Yaşlı kadının gençlik fotoğraflarında yanında hep aynı adam vardı. "Kocası olmalı" diye düşündü. Salonun camındaki saksıyı alırken, karşıda kendi penceresine baktı. Camda kendi siluetini görür gibi oldu. İçini tahammül edilmez bir sıkıntı kapladı aniden ve çiçeği alarak, çıktı evden. Anahtarı tekrar mareketteki adama bıraktı. Ancak eve geldiğinde saksıyı pencere kenarına koyarken farketti saksının kenarında bir not vardı.

"Sevgili komşum, evime dönüp dönmeyeceğimi bilmiyorum ama artık sevgili eşimin beni çağırdığını hissediyorum. Bu çiçek yalnızlar için iyi bir arkadaştır. Canın çok sıkkın olduğunda saksıda boy veren çiçeklerden birini eline alıp camın önünde üflediğinde, yaprakların uçuşması gibi, tüm tasanın dağılıp gittiğini göreceksin. Biliyorum çılgınlık gibi gelecek ama çiçeğe su verirken benim daireme de bakıp arada selâm ver. Hayat sürprizlerle doludur, unutma."

Elinde notla bir müddet kalakaldı. Bu bir deli saçmasından ibaret olamaz diye geçirdi içinden ama derinlemesine düşünüp, anlamlandırmak için oldukça yorgundu. Saksıya su verdi ve geceye bıraktı kendini.

Ondan sonraki günlerde yaşlı kadın uzun süre evine dönemedi. Düşüp kalçasını kırdığından, yaşı nedeniyle de iyileşmesi zaman alıyordu. Pencere önüne her geldiğinde saksıyı hatırlıyor ve o zaman ilgilenebiliyordu. Bir akşam eve çok yorgun ve sinirli gelmişti. İçindeki hırsı nasıl atacağını bilemeden pencere önünde buldu kendini. Camı açtı, biraz esinti iyi gelmişti. O esnada gözü saksıya takıldı. Bir kaç tane çiçeği görünce çok şaşırdı. Sadece rutin hareketlerle suyunu verdiğinden gelişimini farkedememişti. Yaşlı kadının yazdığı notu hatırladı. Bir sap çiçeği dikkatlice kopardı ve dudaklarına yaklaştırıp olanca gücüyle pencereden dışarı üfledi. çiçeği oluşturan bir sürü ince sap dağılıp, uçuşmaya başladı. Bu görünüm çok hoşuna gitti, hatta pencere önüne gelmeden önceki ruh halini unutmuştu bile.

Gözleri karşı apartmana, yaşlı kadının dairesine takıldı. Pencere önünde biri vardı sanki. Alacakaranlıkta birinin el salladığını gördüğüne yemin edebilirdi. "Fazlasıyla sakinleştim galiba" dedi ve gülümseyerek pencereyi kapatıp içeri girdi.

Ertesi sabah her zamanki ritüeli diş fırçalama için pencere önündeydi. Gelişigüzel etrafı seyrederken, birinin el salladığını farketti. Karşı binada yaşlı kadının dairesinde genç bir adam ona el sallıyordu. Pencereden uzanıp sağa sola bakındı, kendine olup olmadığından emin olmak için. Penceredeki adam hem gülüyor, hem de "sen, sen" dercesine onu işaret ediyordu. O da belli belirsiz el sallamakla geçiştirdi ve içeriye girdi. 

İşe gitmek için, binadan çıkarken karşı kaldırımdan koşarak biri geldi. Yaşlı kadının dairesindeki adamdı bu. "Merhaba, sizi şaşırttığımın farkındayım. Halam Sapienza sizden bahsetti, çok sevdiği çiçeğini de size emanet etmiş. İlgilendiğiniz için çok teşekkürler" dedi. Şaşkınlıkla karışık "Rica ederim, halanıza geçmiş olsun. Umarım daha iyidir" diye yanıtladığında, genç adam "Biraz vaktiniz varsa bir kahve içip sohbet edebilir miyiz?" diye sordu.

(Okuyucuya not; evet kahve içtiler, bayan Sapienza' dan konuştular ve sonra özel bir sohbete geçtiler. Nasıl olduğunu  kendileri dahil kimse anlamadı ama artık birlikteler ve çok mutlular. Bayan Sapienza' nın çiçeğinin parmağı olabilir derseniz, mümkündür derim. Hem zaten hayat sürprizlerle dolu değil midir?) :)





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




(not: fotoğraf Google görsellerden alıntıdır.)
   (*) tekrar yayındır.



14 Mart 2017 Salı

ATIL AŞKLAR-5 (*)









Okuduğu son öykü gözlerinin yaşarmasına neden oldu. Kaldırımda öylece hareketsiz otururken, önündeki yığından bir kağıt parçası, aniden oluşan rüzgarla, caddenin ortasına savruldu. Artık bir öykü daha okuyacak gücü hissetmiyordu kendinde.

Ortalık aydınlanıyordu. Başka bir zaman okumak üzere herşeyi toparlayıp izbe gecekondusuna gitmeliydi. Kağıdı savrulduğu yerden almak üzere dizlerinden yardım alarak kalktı. Ağır hareketlerle kağıda doğru bir iki adım attı. Sabahın o saatinde trafiğin olmadığı bir yerdeydi. Tam kağıdı iki parmağı arasına almışken, sokağı hızla dönen bir araba son sürat gelip ona çarptı.

Araç öyle hızlıydı ki, hırpani kılıklı adam hemen oracıkta öldü. Araçtan inen kişi, yerde yatan çöp toplayıcısını görünce hiç önemsemeyerek "Yazık oldu ama caddenin ortasında ne işin var be adam" diyerek iki kolunu yana açıp, önemsiz bir şeye çarpmış gibi tekrar aracına bindi ve hızla ordan uzaklaştı.

Hava iyice aydınlandığında şehrin elektronik gazetelerinin manşetinde yer aldı bu olay. 

"Şehrin önemli caddelerinden birinde sabah çok erken saatlerde bir kaza meydana gelmiş, bir vatandaş yolun ortasında ölü olarak bulunmuştur. Vatandaşa çarpan aracın plakası belirlenmiştir. Ünlü sanayicinin oğluna ait araç evinin garajında hasarlı halde bulunmuş ve oğlu emniyete götürülerek sorgusuna başlanmıştır. Ayrıca, aracın karıştığı ilk kaza olmadığı da belirlenmiştir."

Emniyetin önü gazetecilerle dolup taşmakta, bir demeç ve bir fotoğraf karesi için dışarda kıyamet kopmaktadır. Emniyet müdürünün odasında ise şu konuşmalar yapılmaktadır. 

E.M: "Şu olayı bana bir daha anlatın tane tane !"
Memur: "Müdürüm, biz  görev arkadaşımla sabah emniyete doğru gelirken cadde ortasında hırpani kılıklı bir adam gördük. Belli ki bir kaza olmuş ama araç yoktu meydanda. Hemen indik, adamın nabzını kontrol ettik, ölmüştü. O sırada arkadaşım telefonla bir ambulans istedi hemen. Ben adamın elinde bir kağıt parçası gördüm. Ne olduğuna baktığımda kağıtta kocaman harflerle bir aracın plakası yazıyordu". 
E.M: "Ne yani, adam ölmeden önce mi yazmış o notu?" 
Memur: "Sanmıyorum müdürüm çünkü yazı daktilo yazısı gibiydi, yani bilgisayardan çıktı alınmış gibi. Cesedin durduğu yerin biraz gerisinde kaldırımda da bir sürü kağıt bulduk". 
E.M: "O kağıtlar da neler yazıyordu?".
Memur: "Bir sürü hikaye vardı. Belki o kağıt caddeye doğru uçunca adam almak istedi ve bu kaza oldu". 
E.M: "Peki o caddenin mobese kayıtlarına baktınız mı?"
Memur: "Müdürüm maalesef yok. Bir gün öncesinden o semtte bir elektrik arızası varmış, sonra düzelmiş ama mobese kameraları devreye girmemiş. Kaza olduktan bir saat sonra kayıt gözüküyor mobesede". 
E.M: "Çok mantıksız ! Bunu bu şekliyle açıklamamıza imkan yok." 
Memur: "Gerçi kağıtta yazılı plaka numarasından kaza yapan araca ulaşıldı. Tamponda adamcağızın hırkasından bir parçayı ve kan izlerini de bulduk ama ...". 
E.M: "Belki başka mağazaların kamera kayıtları vardır, çevrede detaylı bir inceleme yapın derhal biz bir açıklama yapmadan".
Memur: "Başüstüne müdürüm"

..........

O gün orda hırpani kılıklı adamın elinden caddeye uçan son öyküde, bir trafik kazasıyla hayatını yitiren genç kız ve yaşasa ilerde sevgilisi olacakken, ona kaza ile çarpıp kaçan genç adamın hikayesi vardı. Kader bu defa, bu hayattan bıkmış ve  kaybettiği sevdiklerinin yanına gitmek için gün sayan hırpani kılıklı adamın öyküsünü, bu trajik öyküyle birleştirmiş ve suçluyu uzun zaman sonra da olsa ortaya çıkardı. Bu hikaye de, dilden dile dolaşarak, etkileyici bir şehir efsanesi haline geldi.




SON





{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not: kullanılan gif google görsellerden alıntıdır.